gdh'de ara...

ABD Asya-Pasifik bölgesinde "Rubicon'u geçti"

Çin Halk Cumhuriyeti ile ABD arasında 2018 yılında başlayan Ticaret Savaşı, Washington’un Asya-Pasifik bölgesindeki müttefiklerini sıcak çatışmaya çekebilecek bir sürecin arifesinde. Ukrayna-Rusya Savaşı sürerken Pekin yönetiminin böyle bir riski alıp almayacağı ise en önemli sorulardan biri.

1. resim
02.08.2022

Romalı General Jül Sezar milattan önce 49 yılında başkent Roma üzerine lejyonu ile yürümeye karar vererek, askerlerini geride bırakmasını gerektiren yasaları çiğnedi ve  “Rubicon Nehri”ni aştı. Bu nehir geçişi, tarihe “Rubicon’u geçmek” tabirini kazandırdı. Yani “kırmızı çizgileri aşmak”, “dönüşü olmayan noktayı geçmek”. Sezar bu hamlesini yaparken rivayet o ki kaderini talihin belirleyeceğini ifade eden şu sözü de söylemişti:  ālea iacta est ( artık zarlar atıldı ). ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin 2 Ağustos günü Asya turu kapsamında Tayvan’a varışı da Sezar’ın Rubicon Nehri’ni geçmesiyle mukayese edilecek türden bir hamleydi. Washington yönetimi Asya-Pasifik bölgesinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin “kalın kırmızı çizgisini” aştı. Yani artık zarlar atıldı.

Beyaz Saray yönetimi, Pelosi üzerinden Çin Halk Cumhuriyeti’ne tahmin edilemeyen bir hamle vurdu. 1997 yılından bu yana ilk kez bir ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Tayvan Adası’na ayak bastı. Pelosi’yi Tayvan’a götüren süreç, 2008 küresel ekonomik krizinin ardından ekonomisi, teknolojisi ve askeri gücüyle dünya liderliği için ABD’ye meydan okuduğu varsayılan Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı 2011 yılından itibaren başladı.

1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılmasına paralel olarak Pekin’de esen demokrasi rüzgarlarını boğan Tiananmen Meydanı’ndaki katliama dahi hoşgörüyle bakmıştı ABD yönetimi. Küresel ekonomik krizi takiben ise Başkan  Obama ve dönemin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın söylemleriyle Washington-Pekin ilişkilerindeki ayrışmanın ilk sinyalleri verildi.

2018 yılının 30 Mayıs günü ABD Savunma Bakanı Mattis önce Pearl Harbor’da “ABD Pasifik Komutanlığı”nın isminin “ABD Hint-Pasifik Komutanlığı” olarak değiştirdiğini duyurdu. İki gün sonra ise Singapur’da düzenlenen “Shangri – La Diyalog Toplantısı”nda Mattis Çin Halk Cumhuriyeti’ne ağır suçlamalar yöneltip meydan okudu.  2022 yılının Haziran ayında Madrid’de düzenlenen NATO Zirvesi’nde ittifakın artık Transatlantik kimliğine bir de Transpasifik kimliğini ekleyeceğini açıklaması ise dönüm noktasıydı. Bu zirveyle ilgili yazdığım yazılarda NATO’nun Madrid Zirvesi’nde alınan kararların yalnızca bir konsept değişikliği olmadığını, ABD ve NATO’nun bir paradigma değişikliğine gittiğini savunmuştum. 

Nitekim Pelosi’nin Tayvan ziyareti bu paradigma değişikliğinin artık yadsınamaz bir noktaya geldiğinin kanıtı. 2024 yılındaki devlet başkanlığı seçimi ile Tayvan’ın Çin Halk Cumhuriyeti ile birleşme sürecinin tamamlanması beklenirken, ABD ve İngiltere’nin Hong Kong ve Macao’da yaptıkları hatayı tekrarlamak istemedikleri anlaşılıyor. Çin Halk Cumhuriyeti’nin ekonomik gelişmesine paralel olarak liberal bir sisteme evrileceğine yönelik ümitlerin de Washington ve Londra’da tükendiği artık netleşti. 

Kısa vadedeki ilk mesele, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Pelosi’nin ziyaretine nasıl yanıt vereceği. Çin Halk Ordusu Tayvan çevresinde 4 Ağustos’ta tatbikata başlıyor. Yani Pelosi adadan ayrıldıktan 1 gün sonra. Pekin yönetiminin en azından ilk aşamada Tayvan ile birebir hesaplaşmak istediği varsayılabilir. 

Pazar günü katıldığım TRT Radyo1 ve TRT Türkiye’nin Sesi radyoları yayınında Pelosi’nin ziyaretinin gerçekleşmeyeceği kanaatinde olduğumu belirtmiştim. Ancak Pazartesi günü Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi’nden yapılan açıklamalar fazlasıyla iyimser ve rasyonel olduğumu, ABD’nin iki cepheli yeni soğuk savaş sürecinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin de üzerine gitmekten kaçınmayacağını ortaya koydu.

ABD’nin 1971’de Başkan Nixon ile başlayıp, 1979’da Başkan Carter döneminde “Tek Çin” politikasını benimsemeye varan yumuşama yaklaşımı artık tedavülden kalkmış bulunuyor. “Ping Pong Diplomasisi” olarak anılan, Nixon’ın Çin ziyareti ile taçlandırılan sürecin mimarı dönemin ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger hala hayatta ve kariyeri boyunca inşa ettiği en önemli eserin çökmekte olduğunu izlemek de ona nasip oldu. 

Çin Halk Cumhuriyeti 1950’deki Kore Savaşı sırasında ABD ve müttefikleri, 1962’de Hindistan, 1969’da SSCB ve 1974 ile 1979’da Vietnam ile sıcak çatışmaya girmekten çekinmedi. 1954-155 Birinci Tayvan Krizi ile 1958’deki İkinci Tayvan Krizlerinde de ağır silahlara başvurmaktan kaçınmadı. Bu iki krizde Çin ana karasından Tayvan’a ve bağlı adalara yapılan bombardımanda aralarında ABD’li askeri uzmanların da bulunduğu yaklaşık 900 asker öldürüldü. ABD o yıllarda bu saldırılara eş değer bir karşılık verememişti. Dikkat çekici olan Çin Halk Ordusu’nun ülkeyi hedef alan her saldırıya ya da bölgede ülke toprakları için tehdit olabilecek her türlü gelişmeye karşı kendine özgü yöntemlerle karşılık vermesi. Bu yöntemlerden birine 2020 yılında Hindistan ile yaşanan sınır çatışmasında rastlanmıştı. Çin askerleri, Hindistan askerleri ile taşlı, sopalı, yumruklu meydan kavgalarına girişmiş ve can kayıplarının yaşandığı bu çatışmalar neticesinde hasmını sindirmişti. 

Çin Halk Cumhuriyeti ile ABD arasında 2018 yılında başlayan Ticaret Savaşı, Washington’un Asya-Pasifik bölgesindeki müttefiklerini sıcak çatışmaya çekebilecek bir sürecin arifesinde. Ukrayna-Rusya Savaşı sürerken Pekin yönetiminin böyle bir riski alıp almayacağı ise en önemli sorulardan biri. 1958’de SSCB’nin Ürdün ve Lübnan’daki etkisini sınırlamak isteyen ABD, “Eisenhower Doktrini” ( uluslararası komünizmin demokratik rejimleri tehdidine karşı askeri müdahale ) doğrultusunda Ortadoğu’ya ilk askeri müdahalesini gerçekleştirmişti. Çin lideri Mao, Tayvan Geçidi’ndeki krizi tam bu esnada silahlı çatışmaya dönüştürürken kurmaylarına şöyle demişti: “Yıllardır bizi aşağılayan ABD Ortadoğu’da bir ateş yaktı. Biz de şimdi onlar için Uzak Doğu’da bir ateş yakıyoruz bakalım ne yapacaklar”. Geçmişin anekdotları ile politika belirlemeyi seven Pekin yönetiminin Mao’nun bu öğretisi doğrultusunda hareket etmesi yüksek bir ihtimal. Çin Halk Cumhuriyeti’ni kapsamlı bir sıcak çatışmadan alıkoyabilecek tek ihtimal ise CMF ( Fusion of Military and Civilian Resources – Askeri ve Sivil Kaynakların Karma Kullanımı ) prensibi ile küresel standartta bir ordu, özellikle donanma, kurma yönündeki çalışmalarında henüz arzu ettiği aşamaya gelmemiş olması. Kapsamlı bir çatışma için kaynaklarının henüz hazır olmadığına karar vermesi halinde Pekin yönetimi askeri yanıtını sınırlı bir seviyede tutacaktır. Ancak yanıtın sınırlı seviyede tutulması da önümüzdeki Ekim ya da Kasım ayında gerçekleştirilecek Çin Komünist Partisi’nin 20’inci Ulusal Kongresi’nde lider Şi Cingping’in elini zayıflatabilir. ÇKP’nin 2027 yılına kadarki yönetim kadrolarının belirleneceği bu kongre öncesinde ABD’nin Pelosi aracılığıyla yaptığı hamle Pekin’de de dengeleri sarsabilir.