gdh'de ara...

Çok kutuplu dünyada Türk dış politikasının yükselişi

Savaş uzadıkça Batı'nın artık tek başına bir güç merkezi olmadığı ve çok kutuplu bir dünyaya geçildiği yorumları artıyor. Türk liderliğinin savaşta üstlendiği arabulucuk rolü ise Batı başkentlerinde sıcak karşılanıyor ve Türkiye'nin bu özerk dış politikası artan etkisinin kanıtı olarak algılanıyor.

1. resim
11.04.2022

Soğuk Savaş sonrası güvenlik düzeninin temelini baltalayan Putin'in Ukrayna'ya karşı savaşı, Türkiye dahil, Avrupa hatta daha geniş persfektifte dünya için bir dönüm noktası.

Ankara ekonomisini ve güvenlik çıkarlarını korumaya çalışırken, Türk kamuoyunda ise Batı karşıtı söylemler hakim. Rusya-Ukrayna savaşının öne çıkardığı jeopolitik zorunluluklar göz önüne alındığında, kısa vadede Türkiye'nin NATO üyeliği ve AB ile olan Ortaklık Anlaşması'nın Türkiye'yi Batı'ya daha da yönlendirmesi kuvvetle muhtemeldir.

Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin ardından Ankara, şimdiye kadar hem ekonomisini hem de güvenlik çıkarlarını tam anlamı ile korudu. Türkiye yıllar içinde Ukrayna'nın en büyük yabancı yatırımcısı haline geldi. Şubat ayı başlarında ise iki ülke bir serbest ticaret anlaşması imzalandı. Ayrıca Ukrayna, Türk insansız hava araçları için de önemli bir pazar oldu. Bu arada Rusya, Türkiye'nin en büyük ticaret ortaklarından ve ana gaz tedarikçilerinden birisi.

Ankara, Ukrayna'yı askeri olarak desteklemeye devam ederken Rusya'yı da düşmanlaştırmamaya çalışıyor. Kremlin ile açık bir çatışma, Türkiye üzerinde ekonomik bir yük yaratabileceği gibi, Suriye'den büyük bir göç dalgasına da yol açabilir. Ayrıca Karadeniz'de artan bir Rus varlığı, Türkiye için Karadeniz'deki stratejik kırılganlığını da artırıyor ve Soğuk Savaş dönemi tehdit algılarını yeniden ortaya çıkarıyor.

Bu şartlar; Ankara'nın, AB'nin yaptırım hamlelerine katılmamasını ve güvenlik mülahazalarını haklı çıkarıyor. Yine de Türkiye, NATO ile yakın koordinasyon içinde hareket ediyor ve Ukrayna'nın toprak bütünlüğüne ve egemenliğine olan kesin bağlılığını defalarca tekrarladı. İki ülke arasındaki şiddetli çatışmayı Montrö Sözleşmesi uyarınca “savaş” olarak kabul eden Ankara, Karadeniz'e kıyısı olsun ya da olmasın Boğazları herhangi bir ülkeden gelen savaş gemilerine kapattı.

Bu arada kritik bir görev üstlenerek Ukrayna ve Rusya arasında da arabuluculuk yapıyor.

Türkiye'nin bu dengeleme politikasının daha geniş bir bağlamı var. Putin'in Ukrayna'daki savaşı, Türkiye'nin kendisine karşı uygulanan izolasyonu kırması ve ABD, AB ve NATO ile ilişkilerde normale dönüş sağlanması için bir fırsat oldu. Başarısız 2016 darbesinden bu yana, Türk dış politikası tamamen kendi çıkarlarını esas alan bir anlayışa evrildi.


O zamandan beri Türkiye'nin dış politikasını iki öncül mesele yönlendiriyor. Birincisi, 2016 darbe girişimi sırasında Türkiye'nin Batı'dan alamadığı destek nedeniyle yaşadığı kırılganlık, ikincisi ise ABD'nin PYD ve Suriye'nin kuzeyindeki YPG ile olan ortaklığı. Ankara özellikle bu iki nedenle Batı ile olan ilişkilerinde daha güvenlikli bir politika izlemeyi seçti.

Ancak Kasım 2020'de Joe Biden'ın seçilmesi Türk dış politikası için önemli bir dönüm noktası oldu. O zamandan beri Ankara, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve son olarak İsrail ve Ermenistan ile yakınlaşma çabalarını hızlandırdı. Kıdemli Türk yetkililer, Beyaz Saray'a Ankara'nın çelişkili sorunları çözme konusundaki istekliliğinin sinyalini verdi. Ankara ayrıca, ABD'nin Afganistan'dan çekilmesinin ardından Kabil havaalanını korumak için gönüllü olarak, NATO ile ilişkilerde gücünü yeniden kazanmaya çalıştı.

Yine de tüm bunlar Türkiye'nin Batılı müttefikleriyle ilişkilerde kayda değer bir gelişme sağlamadı. Atlantik'in her iki yakasındaki tutumlar, artık Türkiye'nin 2023'teki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine kadar "bekle-gör" yaklaşımıyla şekilleniyor.

İşte Ukrayna'daki savaş, Ankara için bu yavaş ilerleyen dönemde patlak verdi. Ankara'nın Ukrayna ve Rusya ile yakın ilişkileri, Türk liderliğinin yükselişini kolaylaştırmış görünüyor. Türkiye'nin arabulucu olarak hareket etme çabaları Batı başkentlerinde memnuniyetle karşılanıyor.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz 14 Mart'ta Türkiye'ye yaptığı resmi ziyarette, Almanya ve Türkiye'nin Rusya'nın Ukrayna'daki savaşı konusunda birlikte hareket ettiklerini açıkladı. Biden'ın 10 Mart'ta Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesinde ise Türkiye'nin “çatışmaya diplomatik bir çözüm bulma çabalarınının" takdir edildiği ifade edildi.

Kendine aşırı güvenen Ankara

Erdoğan için, Batılı liderlerin daha önce ilişkileri sıfırlama konusundaki isteksizliklerine rağmen Türkiye'ye yeniden ilgi göstermeleri, ülkenin artan jeopolitik öneminin bir kanıtı. Bu varsayıma dayalı olarak Türk liderliği, dünyanın içinde bulunduğu durumu özellikle savunma ve güvenlik alanları başta olmak üzere Batı'ya karşı bir baskı aracı olarak görüyor.

Örneğin; Erdoğan Biden'a, Ankara'nın Rus S-400 füze savunma sistemlerini satın almasına yönelik CAATSA tedbirlerine atıfta bulunarak, Türkiye'nin savunma sanayisine yönelik tüm “haksız” yaptırımları kaldırma zamanının geldiğini söyledi. Benzer şekilde, Scholz ile düzenlediği basın toplantısında S-400'ler hakkında yorum yapan Erdoğan, Türkiye'nin "yaklaşan gelişmelerin getireceği fırsat ve kısıtlamalara" göre hareket edeceğini kaydetti.

Türkiye Savunma Bakanı Hulusi Akar, NATO Savunma Bakanlarının Mart ayı ortasındaki olağanüstü toplantısının ardından basına yaptığı açıklamada, Türkiye'nin NATO üyesi olduğundan bu yana NATO'ya tamamen bağlı olduğunu ve NATO müttefiklerinden anlayış beklediğini söyledi. Türkiye'nin “PKK/YPG, IŞİD ve FETÖ gibi terör örgütlerine” karşı koyma çabaları için de destek istedi.

Savaş uzadıkça Batı'nın artık tek başına bir güç merkezi olmadığı ve çok kutuplu bir dünyaya geçildiği yorumları artıyor. Türk liderliğinin savaşta üstlendiği arabulucuk rolü ise Batı başkentlerinde sıcak karşılanıyor ve Türkiye'nin bu özerk dış politikası artan etkisinin kanıtı olarak algılanıyor.

Alman Düşünce Kuruluşu Stiftung Wissenschaft und Politik'de yayımlanan analiz gdh.digital tarafından çevrilmiştir.