ABD’nin Çin karşıtı cepheyi güçlendirme çabaları: Camp David Zirvesi
💢 Çin, ABD’nin küresel liderliğini sonladırarak hegemon güç konumuna ulaşmak istiyor.
💢 ABD, Japonya ve Güney Kore’nin kuracağı "Üçlü Güvenlik Diyaloğu", QUAD benzeri bir yapının habercisi mi?
“Büyük Çin mucizesi” şeklinde ifade edilen ekonomik kalkınmasının verdiği cesaretle, siyaseten daha talepkar davranmaya başlayan Çin’in amacı, ABD’nin küresel liderliğini sonladırarak hegemon güç konumuna ulaşmak. Özellikle de Çin’in 2032 yılında dünyanın en büyük ekonomisi olacağına ilişkin verilerin gündeme gelmesine paralel olarak Pekin yönetimi, Kuşak-Yol Projesi çerçevesinde geliştirdiği ekonomik etkisini siyasi nüfuza dönüştürmeye yönelmiş durumda.
Tahmin edileceği üzere bu durum, Washington yönetimini Pekin’in etkisini sınırlandıracak arayışlara yönlendiriyor. Bu çerçevede ABD’nin ticaret savaşlarını başlatarak Pekin’i zor durumda bırakmaya çalıştığı görülse de taraflar arasındaki rekabetin temelinde jeopolitik güç mücadelesi yer alıyor.
Bu kapsamda ABD’nin Çin karşıtı politikası, iki temel stratejiye dayanıyor. Bunlardan ilki, provokatif adımlar atılarak Çin’in sinir uçlarının test edilmesi. Nitekim Tayvan, Hong Kong, Doğu Türkistan ve Tibet’teki sorunlar, bu konuda ABD’nin elini kuvvetlendiriyor. Bilhassa Tayvan Sorunu, Washington yönetiminin Pekin’e sınırlarını ve sınırlılıklarını hatırlattığı bir mesele olarak sık sık gündeme geliyor.
İkinci olarak ABD, Çin’e karşı kapsamlı bir çevreleme stratejisi uyguluyor. Bu stratejide ise iki temel tehdidin araçsallaştırıldığını söylemek mümkün. Bunlar, Kuzey Kore’nin nükleer faaliyetlerin ve balistik füze denemelerinin bölge devletlerinde yarattığı tehdit algısı ve Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki yayılmacı politikaları.
Üselik Pekin’in Pyongyang yönetimine nükleer faaliyetleri ve balistik füze denemeleri sebebiyle eleştiri yöneltmemesi de Çin’in Kuzey Kore’nin eylemlerinin sorumlusu olarak görülmesine sebebiyet veriyor. Genel kanaat Kuzey Kore’nin füze denemelerini Çin’den habersiz yapamayacağı yönünde. Bir anlamda Pekin’in Pyongyang’ı revizyonist politikalar noktasında cesaretlendirdiği düşünülüyor.
Anlaşılacağı gibi ABD, Hint-Pasifik jeopolitiğinde yer alan aktörleri Çin’e karşı konsolide edebilecek araçlara sahip. Bu yüzden de Beyaz Saray yönetimi; ANZUS, QUAD ve AUKUS gibi bölgesel paktlar aracılığıyla hem Çin’i kuşatmak hem de “bölgesel NATO’cuklar” teşkil etmek istiyor.
Bunun yanı sıra ABD gerek Çin’den kaynaklanan tehditleri gerekse de Kuzey Kore’nin nükleer faaliyetlerinin yarattığı riskleri en yakından hisseden iki ülke olan Japonya ve Güney Kore ile olan münasebetlerini de daha ileri seviyelere taşıma arayışı içerisinde.
Aslında Tokyo-Seul hattındaki münasebetlerde Dokdo ve Takeshima adalarına ilişkin egemenlik tartışmalarından dolayı ciddi ihtilaflar var. Buna ek olarak Güney Kore’nin Japon işgali döneminde yaşanan konfor kadınları trajedisine dair tazminat talebi de sürüyor. Buna rağmen Çin ve Kuzey Kore merkezli tehditler belirginleştikçe, tarafların aralarındaki anlaşmazlıkları hasır altı eğilimi sergiledikleri görülmekte. Zira algılanan tehdidin ciddiyeti, aktörleri birlikte hareket ederek denge sağlamaya ve ABD’nin güvenlik garantilerinden yararlanmayı sürdürecek ilişkiler geliştirmeye yöneltiyor. Elbette bu durum, Washington yönetiminin bölgeye dair beklentileriyle de örtüşmekte.
Nitekim 18 Ağustos’ta ABD Başkanı Joe Biden, Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Seok-yeol ve Japonya Başbakanı Kişida Fumio’nun Camp David’de bir araya gelmesiyle taraflar arasındaki ilişkiler yeni bir aşamaya taşınmıştır.
Camp David’de gerçekleşen zirvenin ardından yayınlanan bildiride ABD, Japonya ve Güney Kore’nin QUAD benzeri bir işbirliği platformu olacağı öngörülen “Üçlü Güvenlik Diyaloğu”nu kuracakları duyurulmuştur.
“Camp David ruhu” başlığını taşıyan sonuç bildirgesinde, tarafların güvenlik ortaklığının derinleştirilmesinin yanı sıra ekonomi ve teknoloji alanlarında da “güçlü bir işbirliği oluşturmaya odaklanmaya devam edecekleri” vurgulanmıştır. Ayrıca bildiride, bölge genelinde barış ve istikrarın teşvik edilmesinin ve geliştirmesinin hedeflendiği ifade edilmiştir.
Camp David ruhu olarak formüle edilen işbirliğinin özüne bakıldığında, ABD açısından Doğu Asya merkezli ittifak arayışlarının öneminin arttığı söylenebilir. Buna bağlı olarak Japonya ve Güney Kore’nin NATO’yla ilişkilerinin gelişeceği de öne sürülebilir. Zaten böyle bir eğilim de var.
Çin ise söz konusu zirveyi kendisine karşı yürütülen hasmane politikaların çıktısı olarak değerlendiriyor. Konuya ilişkin değerlendirmesinde Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Vang Vınbın şunları söyledi:
Çin, ilgili ülkelerin, dışlayıcı gruplar oluşturmasına, ihtilafları arttıracak ve diğer ülkelerin güvenliğine zarar verecek adımlar atmasına karşı.
Çin Komünist Partisi’nin yayın organı olan Global Times da Camp David’de düzenlenen zirveyi “Yeni Soğuk Savaş’ın ayak sesleri” şeklinde yorumlamış ve bu zirvenin özelde Kuzeydoğu Asya ve genelde ise tüm dünya için talihsiz bir gelişme olduğunu iddia etmiştir.
Sonuç olarak Çin’in potansiyel hegemon güç konumunda olması ve buna ortaya koyduğu iddialar, Japonya ve Güney Kore’yi tedirgin etmekte. Bu tedirginliği arttıran bir başka husus da Kuzey Kore’nin nükleer ve balistik füze denemeleri. Tehdit algılayan Tokyo ve Seul yönetimleri, Washington’un güvenlik garantileri vermesini önemsiyor ve denge arayışıyla ABD’ye daha fazla yakınlaşıyor. Camp David Zirvesi de bunun göstergesi. Çin’in tepkisi de düşünüldüğünde yaşanan gelişmeler, bölgedeki kutuplaşmanın daha da artacağının habercisi olarak yorumlanabilir. Bu süreçte ABD’nin hedefi ise Çin karşıtı cepheyi güçlendirmek.