Antik dünyanın bu harikasının akıbeti hâlâ bilinmiyor
Tanrı Zeus’un altın ve fildişinden yapılmış yaklaşık 12 metre yüksekliğindeki devasa heykeli, MÖ 5. yüzyılda inşa edildiğinde antik dünyanın gözlerini kamaştırmıştı. Sekiz yüzyıl boyunca ayakta kaldıktan sonra ortadan kayboldu ve akıbeti hala bilinmiyor.
Muhteşem bir tahtta oturan Zeus heykeli, Olympia kutsal alanındaki tapınağın içerisinde, yaklaşık 12 metre kadar yükseliyordu.
O kadar büyüktü ki, coğrafyacı Strabon’a göre Zeus ayağa kalksa başı çatıdan dışarı çıkacaktı. Göklerin, şimşeklerin ve gök gürültülerinin tanrısı, altın kumaşlarla süslenmişti.
İşçilik, gözleri için değerli taşlar da dahil olmak üzere karmaşık oymalar ve süslemelerle inanılmaz derecede ayrıntılıydı.
Eser o kadar muhteşemdi ki, aralarında Sidonlu yazar Antipater ve Byzantionlu matematikçi Philon’un da bulunduğu çeşitli gözlemciler tarafından MÖ 225 yılında Antik Dünyanın Yedi Harikasından biri ilan edildi.
Listede ayrıca büyük Gize Piramidi, Babil’in Asma Bahçeleri ve İskenderiye Deniz Feneri de yer alıyordu.
Zafer kutlaması
Ünlü heykelin ortaya çıkmasından çok önce, Zeus onuruna düzenlenen bir festivalin parçası olan ilk Olimpiyat Oyunları, MÖ 776’da Yunan şehir devleti Elis’te düzenlendi.
Antik Yunan dünyasında Zeus, panteonun en yüce tanrısıydı. Diğer tanrılar arasında düzeni ve uyumu koruduğuna, adaleti sağladığına ve ölümlü dünyayı denetlediğine inanılırdı.
Her dört yılda bir, Yunanistan’ın dört bir yanındaki şehir devletlerinden sporcular ve seyirciler, tanrıları onurlandırmak için üzerinde anlaşmaya varılan bir uyum ve barış anında Elis’e hacca giderlerdi.
Yani hem Elis’in hem de komşusu Pisa’nın oyunları ve beraberinde gelen tüm siyasi ve ekonomik faydaları kontrol etmek için mücadele ettiği MÖ altıncı yüzyıla kadar. Şiddetli savaşlar ve baskınlar, nihayetinde Elis’in zaferini ilan ettiği MÖ 464’e kadar bölgede istikrarsızlığa ve aksamaya yol açmıştı.
Zaferini kutlamak için Elis, savaşta kazanılan ganimetleri kullanarak Zeus’un anısına büyük bir tapınağın inşasına girişti.
Tapınağın inşası için MÖ 460 yılında yerel mimar Libon seçildi. Devasa Dor tapınağının sağlam kireçtaşı tabanının üzerine bir kat ince beyaz sıva uygulandı.
Yapının önünde altı sütun vardı ve yanlarda ise on üç sütun uzanıyordu. Orta nefi çevreleyen ikinci kata, ana kapının her iki yanından çıkan merdivenlerle ulaşılıyordu. Yunan kültüründen mitleri ve karakterleri tasvir eden heykeller tapınağı süslüyordu.
Birçoğu günümüze ulaşan bu heykeller, şimdi Atina’daki Ulusal Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Ön alınlıkta Pelops ile Oenomaus arasındaki araba yarışının frizleri tasvir edilirken, Pirithous’un düğününde Lapitler ile Sentorların savaşı arka alınlığı süslüyordu.
Metoplar ise “Herakles’in 12 İşi”ni tasvir ediyordu. Sanatçıları bilinmese de hepsi klasik heykel sanatının usta eserleri. Ancak en önemli eser, tapınağın içerisindeydi.
Usta heykeltıraş
Zamanın tanınmış sanatçısı ve mimarı Phidias, tapınağın en önemli eseri olan tahtta oturan dev Zeus heykelini yapmakla görevlendirildi. Phidias’ın erken dönem yaşamına ilişkin ayrıntılar oldukça az.
MÖ 500 civarında Atina’da doğdu ve muhtemelen Perslere karşı Salamis veya Plataea savaşında savaştı. Phidias, askerlik hizmeti sayesinde, Delphi’deki Maraton zaferinin anıtını inşa etmek için kendisini seçen zengin bir Atinalı politikacı ve general olan Kimon’un desteğini kazandı.
Ünü tüm Yunanistan’a yayılan Phidias, Olympia’daki görevinden önce birçok projeyle ödüllendirilmişti. Zeus heykeli için yaptığı büyük planlar krizelefantin olarak bilinen ve ahşabın üzerine pürüzsüz fildişi ve parlak altının yerleştirildiği bir tekniğe dayanıyordu.
Phidias, bu tekniği kullanarak devasa figürler tasarlamasıyla ünlüydü; en ünlü eserleri arasında, Zeus heykeliyle hemen hemen aynı zamanlarda Atina’daki Parthenon için yaptığı, Athena’ya adanan devasa heykel de vardı.
Yunan zanaatkarlar, işlemesi zor bir malzeme olan fildişini genellikle küçük ölçekte kullanıyorlardı. Elde edilen malzemeyi biçimlendirmek için fildişinin farklı katmanlarını açmak, beceri ve uzmanlık gerektiriyor.
Phidias’ın fildişi plakaları bu kadar iddialı bir ölçekte işlemek için tam olarak hangi tekniği kullandığı belirsiz. MS 2. yüzyılda yazan Yunan coğrafyacı Pausanias, Phidias’ın fildişini yumuşatmak için ona ısı uyguladığını belirtiyor.
Diğer kaynaklar ise Phidias’ın çalışmaya başlamadan önce fildişini sirke veya birayla nemlendirdiğini iddia ediyor.
Eserin yapılış süreci
Phidias’ın iki sıra sütunla üç nefe ayrılan Olympia atölyesi, Zeus Tapınağı’nda heykelin yer alacağı cella ile aynı boyutlara sahipti. Bu sayede doğru oranlarda çalışabilirdi.
Phidias, Zeus’un yüzünün, vücudunun ve diğer özelliklerinin ayrıntılarını titizlikle şekillendirdi; ifadesini, saçını, sakalını ve kıyafetini heykele hayat verecek şekilde geliştirdi.
Heykeli süslemek için değerli taşlar ve renkli cam gibi çeşitli malzemeler kullandı. Heykel tamamlandığında, altın ve fildişinin pırıl pırıl parlamasını sağlayacak şekilde cilalanmış ve pürüzsüz, parlak bir yüzey elde edilmiş olmalıydı.
Bazı yapım detayları kaydedilmiş olsa da, heykelin tam yüksekliği bilinmiyor, ancak tarihi kayıtlar, heykelin ilk izlenimini sağlıyor. Coğrafyacı Strabon’un MÖ 1. yüzyıldaki kayıtlarına göre; “Eğer Zeus ayağa kalkıp dik dursaydı, tapınağın çatısını delerdi.”
Günümüz bilim insanları, arkeolojik bilgilere ve çıkarımlara dayanarak, heykelin yaklaşık 12 metre yüksekliğinde olduğuna inanıyor. Yaklaşık 6 x 10 metre ölçülerindeki taş kaidesinin ise siyah Eleusis mermerinden yapıldığı biliniyor.
Heykel tamamlandığında göz kamaştırıyordu. Pausanias’ın “Yunanistan Tasviri”, heykele dair göz alıcı bir tasvir içeriyor:
“Altın ve fildişinden yapılmış tanrı, bir tahtta oturuyor. Başında zeytin filizlerinin taklidi olan bir çelenk var. Sağ elinde, kendisi gibi fildişi ve altından yapılmış, kurdele ve çelenk takmış bir “Zafer” tanrıçasını tutuyor.
Sol elinde ise her türlü metalle süslenmiş bir asa var; asanın üzerinde bir kartal oturuyor. Tanrının sandaletleri de cübbesi gibi altından yapılmış. Elbisesinin üzerinde hayvan figürleri ve zambak çiçekleri oyulmuş.”
Bir tanrının görünüşü
Pausanias ayrıca heykelin, fildişinden dış yüzeyini ve ahşap iç kısmını korumak için zeytinyağıyla nasıl yağlandığını da anlatıyor.
Heykelin tabanının etrafındaki yükseltilmiş kenar, yağın heykelin tabanı etrafında toplanıp bir havuz oluşturmasına olanak sağlıyordu. Heykelin bu sıvıdaki yansıması ise onu daha da büyük gösteriyordu.
Pausanias’ın anlatımı, Zeus Heykeli’nin bizzat görülmesinin ne kadar etkileyici olabileceğini ortaya koyuyor, ancak bilim insanları hâlâ heykelin tapınağın içinde nasıl görüldüğü konusunda emin değil.
Heykeldeki fildişinin beyazı ve altının ışıltısı, karanlık bir odada o kadar muhteşem görünüyor olamazdı. Sembolik olarak bir tanrının evi olan Yunan tapınakları açık alanlardı ancak iç mekanın gün boyunca ışığa ihtiyacı vardı. Peki oda nasıl aydınlatılıyordu?
Heykelin nasıl aydınlatıldığını açıklamak için sayısız çözüm önerildi. Lambalar, mumlar veya meşaleler gibi yapay ışığın ana kaynak olduğunu hayal etmek zor, çünkü bu kadar geniş bir alanı aydınlatmak için çok sayıda ışık kaynağı gerekirdi.
Açık çatı pencerelerinin çatıyı süslemiş olabileceği de öne sürüldü, ancak bu çözüm iç mekanı hava şartlarına ve yağmura maruz bırakacaktı.
Zeus heykeli başka bir konuyu daha ortaya koyuyordu. Boyutları nedeniyle üst kısım giriş seviyesinden yüksek olduğundan, kapı aralığından gelen doğrudan ışık Zeus’un baş kısmına yansımıyordu.
Üstelik ışık, ancak gün doğumunda kapıdan girebilirdi. Öğle vaktinde güneş, ışınların cella’yı doğrudan aydınlatması için çok yüksekte kalıyor olmalıydı.
Ultraviyole ışıklar ve lazerlerle yapılan son araştırmalar, ahşap bir çerçeve üzerine yerleştirilen çatıdaki ince, yarı saydam mermer döşemelerin, gün boyunca loş ama sürekli güneş ışığının içeri girmesine izin vermiş olabileceğini gösteriyor.
Bu çözüm, tapınağın içerisini ve heykeli sergilemeye yetecek kadar ışık sağlarken aynı zamanda onları doğal şartlardan da koruyabilirdi.
Kayıp dünya harikası
Tapınağın ve içerisinde sergilenen muhteşem heykelin tamamlanmasıyla, Elis’teki daha önce küçük olan kutsal alan, antik Yunanistan’ın en önemli dini merkezlerinden biri haline geldi.
Antik dünyanın dört bir yanındaki sikkelerin üzerinde görülen anıtsal Zeus, antik çağın en ünlü heykellerinden biri olarak hüküm sürdü ve “oturan tanrıların” ana heykel modeli haline geldi. (Binlerce yıl sonrasında da sanatçılar, birçok sanat eserinde Zeus’un duruşunu ve jestlerini taklit etmeye devam edeceklerdi.)
Antik dünyanın dört bir köşesinden insanlar, Olympia’ya sadece oyunlar için değil, aynı zamanda Zeus Heykeli’nin somutlaştırdığı ustalık ve tutkuyu görmek için de geliyorlardı. MÖ 2. ve 1. yüzyıllar arasında yazarlar, Akdeniz çevresinde mutlaka görülmesi gereken yerlerin listelerini derlemeye başladılar.
Olympia’daki Zeus Heykeli, Herodot, Sidonlu Antipater ve Byzantionlu Philon gibi yazarların sıraladığı bu yedi antik harikadan biriydi.
Heykelin popülaritesi Roma dönemine kadar devam etti, ancak MS 4. yüzyılda Hıristiyanlığın yayılması en büyük tehdit haline geldi. Roma imparatoru I. Theodosius, MS 391’de pagan kültlerini yasakladı ve Olympia dahil tüm antik kutsal alanların terk edilmesini emretti.
Olimpiyat Oyunlarını da çok tanrılı bir bayram olduğu için yasakladı. Böylelikle, Olympia’daki kutsal alan kullanılmaz hale geldi ve sonunda harabeye döndü.
Ancak heykel farklı bir kaderle karşılaştı. Theodosius’un sarayındaki idareci Lausus’un, heykeli o zamanlar Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olan Konstantinopolis’e (günümüz İstanbul’u) taşıttı.
Zeus Heykeli, artık, Lausus Sarayı’ndaki “pagan antik eserleri” koleksiyonunda saklanıyordu.
Sonrasında heykelin nihai kaderi bilinmiyor. Çelişkili raporlar, eserin yangında yok olduğunu veya belki de depremde kaybolduğunu söylüyor. Ancak MS 5. yüzyılın sonuna gelindiğinde Zeus Heykeli artık yoktu.
Phidias’ın muhteşem heykeli, 800 yıllık varlığının ardından yok oldu ama unutulmadı.