Antik savaşlarda kullanılan 5 ilginç silah
İnsanlar uzun süredir birbirini öldürmek için yaratıcı yöntemler geliştiriyor ve bunların birçoğu doğal dünyanın yıkıcı güçlerine dayanıyor.
Savaşta her şey mübahtır derler ama konu, Kara Ölüm Bombalarını ve ölümcül patojenlerle enfekte edilmiş eşekleri düşmana yollamaya gelince hala aynı fikirde olup olamayacağımızdan emin değiliz. Oppenheimer atom bombasıyla dünyayı yok eden bir ölüme dönüşmeden çok önce, insanlar birbirlerini sakatlamak ve öldürmek için çok yaratıcı yöntemler geliştiriyordu. Ve bu yöntemlerin birçoğu doğal dünyanın yıkıcı güçlerine dayanıyordu.
Kuşkusuz tarafların birbirleri için yarattıkları her saldırı aracı karmaşık bir yapıda değildi. Örneğin Orta Çağ’ın dışkı bombaları. Ancak bazıları bugün hala bilim için bir gizem olarak kalan felaket niteliğindeki kimyasal karışımları geliştirmişti. Gelin antik savaşlarda kullanılan en kötü beş silaha bir göz atalım.
1- Akrep Bombaları
Yaklaşık 2.000 yıl önce insanlar akrepleri silah olarak kullanmanın bir yolunu buldu ve zehirli akreplerle dolu toprak bombalar ürettiler. ‘’Yunan Ateşi, Zehirli Oklar ve Akrep Bombaları’’ kitabının yazarı Adrienne Mayor’un belirttiğine göre bu akrep bombaları, milattan sonra 198 ila 199 yıllarında gerçekleşen ve antik çöl şehri Hatra’yı kuşatmaya çalışan İmparator Septimius Severus’un liderliğindeki Romalı askerlere fırlatıldı.
Askerler; üzerlerine yağan, yüzleri ve gözleri de dahil olmak üzere açıkta kalan bölgelerini hedef alan akrep bombalarına ancak 20 gün dayanabildi. 20 günün sonunda Sonunda Hatrien savunması galip geldi ve Severus’un ordusu geri çekildi.
2- Bulaşıcı Koçlar ve Eşekler
Biyolojik savaşın en eski örneklerinden biri olarak milattan önce 14. yüzyılda Doğu Akdeniz’i vuran Hitit Vebası örnek gösterilir. Bakteriyel bir hastalık olan tulareminin (Francisella tularensis bakterisinin neden olduğu bir hastalık) düşmanların ticaret yolları boyunca konuşlandırılan enfekte koçlar ve eşekler şeklinde silah haline getirildiği düşünülüyor.
Hastalığın hem kazara hem de kötü niyetle yayılması onun çok geniş bir alana hızla dağılmasına sebep oldu. Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri’nin (Centers for Disease Control and Prevention) hastalık hakkında söylediklerini düşündüğümüzde bu durum hiç de şaşırtıcı değil. Merkez hastalık hakkında şöyle diyor: ‘’Bakteriyel bir zoonoz olan tularemiye, bilinen en bulaşıcı patojen bakterilerden biri olan Francisella tularensis neden olur. Hastalığın oluşması için sadece 10 mikroorganizmanın vücuda girmesi veya solunması yeterlidir.’’
3- Savaş Filleri ve Domuzları
Epirus Kralı Pirus, Argos’taki bir anlaşmazlığı savaş fillerinden oluşan bir filosuyla çözmeye çalışırken küçük düşürücü bir yenilgiye uğradı. Hikâyeye göre savaş meydanından ayrılma vakti geldiğinde ölen savaş fillerinden birinin cesedi çıkışı kapatıyordu ve bu durum kalan fil süvarilerini çılgına çevirdi.
Bu karmaşa sırasında Pirus bir düşman askeri tarafından yaralandı ve karşılık olarak askeri öldürene kadar bıçakladı. Bıçaklanan askerin annesi ise oğlunun ölümüne karşı duyduğu acı ve öfkeyle Pirus’un kafasına bir kiremit fırlattı ve hedefini vurdu.
Savaş filleri atlı süvarilere karşı etkiliydi ve düşmanları ezmek için de oldukça kullanışlıydı. Hatta düşmanlar için ekstra bir tehlike unsuru eklemek amacıyla fillerin dişlerine sivri uçlar bile takılabiliyordu. Ancak bu canlı tankların da zayıf noktaları vardı. Çünkü savaş domuzları sahneye çıkmıştı.
Antik bir savaş sırasında ortaya çıkan ses kakofonisini hayal edebilirsiniz: kılıç şakırtıları, öldürülen insanların çığlıkları. Ancak bu kaosun ortasında, savaş filleri için başka hiçbir şeye benzemeyen bir ses vardı: paniklemiş bir domuzun ciyaklaması.
Pirus milattan önce 280 yılında savaş filleriyle Romalıların karşısına çıktığında cephede olduğunuzu ve bunu gördüğünüzü hayal edebiliyor musunuz? Romalılar, fillerin zayıf görme yetilerinin sese karşı duyarlılıklarıyla kötü bir biçimde eşleştiğini fark etmişlerdi. Ve hiçbir şey filleri çığlık atan domuzlar kadar rahatsız edemezdi. Mayor’un The Conversation için yazdığı gibi, bu durum Romalıları domuzları bir karşı saldırı aracı olarak kullanmaya teşvik etti. Bu domuzlarla yapılan karşı saldırı, Pirus’un büyük kişisel kayıplarla kazandığı bir zafere yol açtı. Bu durum, bugün hala kullanılan ‘Pirus zaferi’ ifadesinin doğmasına sebep oldu. Bu ifade, büyük kişisel maliyetle elde edilen, neredeyse zarar veren bir zaferi tanımlar.”
4- Yunan Ateşi
Hiç suyu ateşe vermenin mümkün olduğunu düşündünüz mü? Bizans İmparatorluğu, Heliopolisli mimar Callinicus tarafından yaratılan ve deniz savaşlarında kullanılan ‘Yunan Ateşi’ adlı ölümcül bir silah sayesinde bunu düşünmek zorunda kalmadı. İlk olarak İmparator Konstantin Pogonatus’un 672 yılındaki hükümdarlığı sırasında kullanılan bu silah, büyük Constantinople Kuşatması’na katkıda bulundu ve ‘gizli formülü’ sıkıca korundu.
Yunan ateşi gemilere fırlatıldığında petrol veya nafta (yanıcı bir sıvı hidrokarbon karışımı) içeren kimyasal karışımı alev alırdı. Hatta su üzerinde bile yanabilirdi. Yunan Ateşi’nin kesin içeriği ve ateşleme mekanizması tam olarak bilinmese de Greenwich Kraliyet Müzesi’ne göre, kimyasal tepkimeleri başlatmak için sönmemiş kireç kullanılmış olabilir. Suyun alevleri söndürme etkisi olmadığından saldırıya uğrayanlar Yunan ateşini söndürmek için kum veya sirke kullanmak zorundaydı.
5- Ceset ve Dışkı Mermileri
Hatralı savunmacılar, düşmanla başa çıkmak için zehirli akrepleri kullanmaya başladığında, topraklarında fazlasıyla bulunan bir şeyi avantaja dönüştürmenin yaratıcı bir yolunu bulmuşlardı. Ne yazık ki, tarih boyunca insan dışkısının ve cesetlerin de benzer şekilde kullanıldığını söylemek mümkün.
İnsanlar hıyarcıklı vebadan kaçarken diğerleri de düşmanlarına neşeyle bu hastalığı fırlatıyordu. Başka yerlerde enfekte cesetleri bomba gibi kullanan orduların olduğunu bilmek, bu hastalığa bir çare bulmaya çalışan antik doktorlar için kabullenmesi zor bir durum olsa gerek.
Discover Magazine’e göre Moğol ordusu, 1346 civarında Kefe Kuşatması sırasında hıyarcıklı veba hastalığına yakalanmış cesetleri duvarların üzerine fırlattı. Biyolojik savaşın sonuçlarına dair sağlam bir ders niteliğinde olan bu olaydan sonra Cenevizli tüccarlar vebayı Kefe’den Avrupa’ya taşıdılar. Ve bunun nasıl sonuçlandığını hepimiz biliyoruz.
Dışkı da benzer şekilde düşmanları bulaşıcı hastalıklar ve kötü kokularla kaplamak için fırlatılmış hatta kılıç ve okların aksesuarı olarak da kullanılmıştı. Bu girişimler, dışkı ve kandan çürüyen cesetlere kadar her şeyi silahlarının gücünü artırmak için bir fırsat olarak gören İskit okçuları ve Romalı askerler arasında popülerdi.