Artan rekabetin gölgesinde iş birliği arayışları: ABD – Çin ilişkilerinde nasıl bir gelecek?

ABD Başkanı Joe Biden’ın 15 Kasım’da San Francisco’da Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile bir araya geldiği görüşme, "ABD ile Çin arasında neyin pazarlığı yapılıyor?" sorusunu gündeme getirdi.

1. resim

Mao Zedung ve yoldaşları, “Uzun Yürüyüş”ü tamamlayarak Çin’e egemen olduklarında, Pekin’in tüm dünya için bir rol model haline gelmesini düşlüyorlardı. Fakat Mao’nun “Büyük Kültür Devrimi” döneminde bugünkü gibi bir Çin tahayyül etmediği de çok açık. Çin Komünist Partisi (ÇKP) açısından kırılmanın Sovyetler Birliği’ni satarak Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile anlaştıkları Soğuk Savaş dönemine dayandığı biliniyor.

Literatüre pinpon diplomasisi olarak giren bu süreç, Çin’e küresel kapitalizme eklemlenme ve bunun meyvelerini alma fırsatı sunmuştu. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın planı şuydu: Eğer Soğuk Savaş’taki temel rakip Sovyetler Birliği ise Moskova’yı çevrelerken Sovyetler Birliği’nin uluslararası toplumdaki müttefiklerini de dönüştürmek gerekir. Bu yüzden de Çin’i küresel kapitalizme dahil edecek adımlar atılmalıydı.

Çinlilerin “Büyük Çin Rüyası” ve “Çin mucizesi” gibi kavramlar aracılığıyla savundukları Çin kalkınması da aslında ÇKP’yi yalnızca iç politikada politbüronun egemenliğini sağlayan bir komünizmle sınırlandıran yaklaşımın çıktısıydı. Pinpon diplomasisi sonrasında Pekin’deki karar alıcılar, içeride komünist, dışarıda ise serbest piyasacı kapitalist bir yaklaşımı benimsemişlerdi.

Bu yaklaşımın yansıması olarak Çin, kısa sürede Batı’nın üretim atölyesine dönüştürülmüş ve bunu planlı politikalar uygulayarak ulusal kalkınma için kullanma konusunda başarılı olmuştu. 2000’li yıllara gelindiğinde Batı, kendi yatırımları ile büyüttüğü Çin’in ABD’nin hegemonyasına meydan okuyacağını tartışmaya başladı.

Çin’in ekonomik gücü artarken, küresel pastadaki talepleri de artmaya başlamıştı. Bu açıdan dönüm noktasının 2012 yılında Şi Cinping’in Çin Devlet Başkanı olması olduğu söylenebilir. 2013’teki Kazakistan ziyaretinde Şi, Çin’in küresel ticareti kontrol altına alma arzusunu ortaya koyan ve “borç tuzağı diplomasisine” dayanan Kuşak ve Yol Projesi’ni de bu yüzden ilan etmişti.

Kuşak ve Yol Projesi, pek çok devleti hızla Çin ile tek taraflı bağımlılık ilişkisi içerisine çekti. Bu da ekonomik nüfuzun siyasi güce dönüşmesi demekti. Bağımsız uluslararası araştırma kuruluşlarına göre Çin, 2032 senesinde ABD’yi geçerek dünyanın en büyük ekonomisi olacak. Bu veri ise Çin’in siyasi nüfuz boyutuyla da ABD’nin yerini alacağı düşüncesinin tartışılmasına yol açıyor.

Çin, söylemsel düzeyde hegemon güç olma iddiası bulunmayan bir ülke. Bilakis çok kutuplu dünyayı savunduğunu ve hiç kimsenin hegemonyasını istemediğini dile getiriyor. Ancak veriler, Pekin’in bir sonraki hegemon olabileceğine işret ediyor.

Üstelik BRICS Kalkınma Bankası’ndan ülkelere verilen krediler ve Kuşak ve Yol Projesi’ndeki borç tuzağı diplomasisi, Çin’in İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin attığı adımları takip ettiğini gösteriyor. Bu yüzden de ABD ile Çin arasındaki gerginlikler de gerilimi azaltacak temaslar da tüm dünya tarafından yakından takip ediliyor.

ABD Başkanı Joe Biden’ın 15 Kasım’da San Francisco’da Şi ile bir araya geldiği görüşme de tüm dünyanın yakından takip ettiği bir zirve oldu. Liderler düzeyindeki görüşmenin 4 saat sürmesi ise tarafların her şeye rağmen uzlaşı arayışında oldukları ve ciddi pazarlıklar yaptıkları şeklinde yorumlanabilir.

İki ülkenin kontrollü krizler ile birbirlerini test ettiği aşikar. Bu noktada Tayvan Sorunu, Tibet Meselesi, Doğu Türkistan Sorunu ve Hong Kong’un durumu gibi konular üzerinden Çin’e zayıf noktalarını hatırlatmaktan geri durmayan bir Washington yönetimi var. Özellikle de Güney Çin Denizi’nde artan gerilim vesilesiyle ABD, Pekin’e sınırlarını ve sınırlılıklarını hatırlatmaktan geri durmuyor.

Bu esnada ABD, bilindik bir stratejiye başvuruyor. Bu strateji, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne karşı uyguladığı ve başarılı netice aldığı çevreleme politikası. ABD, “Özgür ve Açık Hint Pasifik” söylemi üzerine inşa ettiği politikasında AUKUS, QUAD ve ANZUS gibi ittifaklar aracılığıyla Çin’i yalnızlaştırmaya ve dünyadan izole etmeye çalışıyor.

Bununla birlikte Çin’in Soğuk Savaş dönemindeki Sovyetler Birliği örneğine benzemediği çok açık. Çünkü bu kez ABD değil, Çin dinamik olan taraf. Dahası ABD’ye karşı Sovyetler Birliği, “Demir Perde” ülkesi olarak konumlanmayı seçmişti.

Çin ise ABD ve Avrupa Birliği (AB) ülkeleri dahil tüm dünya devletleri ile iktisadi anlamda karşılıklı bağımlılık ilişkileri oluşturmuş durumda. Yani küresel kapitalist sistemin önemli bir parçası. ABD’yi Çin ile pazarlık yapmak durumunda bırakan da bu. Zira hiçbir müttefiki, Çin ile ilişkileri kesme eğiliminde değil.

Bu ortamda ABD açısından en makul senaryonun Çin ile paylaşım pazarlığı yapmak olduğu söylenebilir. Çok kutupluluk diyen devletlerin Pekin’i bir çekim merkezi olarak kabul edeceği ve buna karşılık “kurallara dayalı uluslararası düzeni” savunan Batılı aktörlerin Washington’un yanında yer alacağı bir senaryonun ABD nezdinde arzulanan olmasa da kabul edilebilir bir senaryo olduğunu iddia etmek mümkün.

Böylelikle Çin, ABD ile doğrudan sıcak savaş riskini göze almadan uluslararası sistemin iki büyük gücünden biri haline gelebilir. ABD ise çok kutuplu dünyada sıradan bir güç merkezine dönüşmek yerine yeni Soğuk Savaş’ın iki bloğundan biri olmayı tercih edebilir.

Öyle görünüyor ki, Washington ile Pekin arasındaki müzakere sürecinin amacı da tarafların kontrollü bir şekilde iki kutuplu dünyaya geçişe hazırlanması. Ancak bu geçiş, özellikle de ABD için kolay olmayacak. Çin'in önündeki zorluk ise pinpon diplomasisinden sonra bir kez daha Rusya'yı yarı yolda bırakarak çok kutuplu dünya idealinden vazgeçerken sözünün ağırlığını koruyabilmeyi başarmak olacak.

Küresel sistemin tek süper gücü konumunda olan bir aktör için irtifadan düşen bir güç haline gelmek, sindirilmesi kolay bir şey değil. Zaten Biden’ın tıpkı 14 Kasım 2022’de Şi ile yaptığı görüşmeden sonra söylediği gibi, 15 Kasım 2023 tarihli görüşmeden sonra da Şi’nin diktatör olduğunu vurgulaması bundan kaynaklanıyor. Buna rağmen Şi, Çin’in ABD’nin statüsüne göz dikmediğini belirtti ve rakabet değil, iş birliği ortamı aradıklarını söyledi. Bu da Çin’in uzlaşıya açık bir pazarlık yürüttüğünü gösteriyor. Beklenen şeyi ise belki de ABD’nin küresel sistem üzerindeki nüfuzunu paylaşmaya ikna edilmesi.

Tartışma