Ayvalık’ta Cannes esintisi: Touda, Marcello Mio, Megalopolis

Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde Türkiye prömiyerlerini yapan ve Cannes Film Festivali’nde ilk kez gösterilen; Megalopolis, Touda’yı Herkes Seviyor ve Marcello Mio filmlerine dair, gdh dijital Kültür Sanat editörü Deniz Ali Tatar düşüncelerini yazdı.

1. resim

4. yılında sinemaseverlerle buluşan Ayvalık Uluslararası Film Festivali, dünya sinemasnının seçkin örneklerini bir araya getirdi. Festivalin en önemli özelliklerinden bir tanesi, ulusal gösterim seçkisinde yer alan filmlerin sadece gösterim yapıyor olması. Filmler yarışıp ödül almıyor. Yalnızca her yıl ‹Yeni Bir…› ödülü veriliyor ve jüri, bir filmin herkengi bir set işçisine (oyuncu, yönetmen, görüntü yönetmeni, kurgucu vs..) bir ödül veriyor. Festivalde bu yıl dünya festivallerinde prömiyer yapıp ödüller alan; Megalopolis, Touda’yı Herkes Seviyor ve Marcello Mio filmlerini takip ettim.

Biz Touda’yı çok sevdik

Nabil Ayouch’un yönettiği Touda’yı Herkes Seviyor, Fas’ta geleneksel şarkılar söyleyen ve şeyha mesleğini yapan Touda’ya odaklanıyor. Bir direniş biçimi olan şeyhalık sürecinde Touda’nın başına gelmeyen kalmıyor. Kendi şehrinde erkek hegomonyasından bıkan ve Kazablanka’ya gitmeyi hayal eden Touda, yeni hayatında saygı görmeyi istiyor. Ancak Touda’nın öfkesi ona engel. Hatta yeni çevresindeki insanların da memleketindeki insanlardan farksız olması bir hayal kırıklığı oluşturuyor.

Filmin sade, yalın ve akıcı anlatım diline sahip olması, bir şekilde filme bağ kurmanızı sağlıyor. Yönetmen çok dikkat çekici bir konuyu çok akıcı bir şekilde ve tüm çıplaklığıyla ele alıyor ve ’şeyha’ dediğimiz mesleği ve yaşanan zorlujları çok güzel bir şekilde algılıyoruz. Film boyunca bir yolculuk içerisine sokuluyor izleyici. Touda’nın yaşam mücadelesi hem üzüyor, hem mutlu ettiği anlarla umut kaplıyor, hem de zor dünyadaki mücadeleyi sorguluyoruz. Bu noktada da Touda’ya hayat veren Nisrin Erradi’ye de sevam vermek gerek, çünkü enfes bir performans sergiliyor. Şarkı söylemeyi film için öğrendiğini söyleşide belirten Erradi, hem dans etme hem şarkı söyleme hem de oyunculuk konusunda üstün bir performans sunuyor. Filmin teknik anlamdaki başarısı da, bir yolculuk hikayesine göre çok başarılı. Nefes nefese kalacağınız çok tatlı bir film olduğunu söylemden geçemiyorum. Denk gelirseniz mutlaa izleyin derim.

Coppola’dan karmakarışık bir karnaval: Megalopolis

Festivalin açılış filmi olan ve sinematik evreniyle izleyiciyi etkisi altına alan Megalopolis, ütopik ve idealist bir sanaçıya odaklıyor izleyicisini. Dahi bir sanatçı olan Cesar Catilina’nın hikayesini anlatan film, uzun süresi ve anlatım diliyle dikkat çekiyor. Ancak bu noktada sürekli karşısına çıkan Belediye Başkanı Franklyn Cicero ve onu kızı Julia Cicero, Catilina’nın hayatını alt üst edecektir.

Zamansız mekansız haliyle izleyiciyi bir yoğunluğa skan Megalopolis, hem tarih hem de gnümüz teknolojisinin bir harman içine sokuyor. Cesar Catilina’nın hikayesi içerisinde; göz yorucu bir karmaşa ve hikaye kargaşası içerisinde zor bir izleti durumu söz konusu. Francis Ford Coppola, son filminde bir başyapıttan çok bir zorlamanın içerisine koymuş izleyeni. Rüya bir proje olduğu ve senaryoya kalpten bağlı olduğunu anlayabiliyoruz, ancak istediği her şeyi olamayacak derecede dilemiş zor bir film izliyoruz aslında. Belki de bu filmi boş bir zihinle sadece ona odaklanacak şekilde izlemek gerek. Bu arada Adam Driver’ın performansı etkileyici onu söylemeden geçmemek gerek, belki de filmin büüyk artısına sahip. Karmakarışık bir karnavala yolculuk etmek ve zihniniz boşken bir film izlemek isterseniz, Megalopolis vizyona giriyor, kaçırmayın.

Kendi gölgenden kurtul: Marcello Mio

Kimlik, kendini arama ve bir gölge hissinden kurtulma çabası… Marcello Mio, efsanevi babası ve dünyaca ünlü anesinin etkisinde kalmış ama kendi ününü de yaratmış Chiara’yı anlatıyor. Kendisi de oyuncu olan Chiara, babası Marcello Mastroianni gibi yaşamaya karar veriyor. Babasının kimliğine bürünen Chiara, sıra dışı bir hayat oyununun içinde buluyor kendini.

Kendi beniğini keşfetme mücadelesini çok sevdiğim Marcello Mio’dan, bir o kadar da yorulduğumu hissederek çıktım. Çünkü hem yorucu bir tempoya hem de kendini arayan birinin hikayesi içerisinde zor bir labirentin içinde gibi bir his oluşturdu film bende. Gerçek oyuncuların kendilerini birer oyuncu olarak canlandırdıkları değişik bir hikaye aslında. Ve bir arayış, sahte - belgesel havası da var filmin. Ancak bu bir şekilde filmin asıl meselesinden uzaklaşmamıza neden olmuş. Oysa ki çok güzel bir ana hikaye varve o hikayeye daha çok odaklanabilirdik. Chiara Mastroianni’nin oyunculuğuna ve hikayeyi yaşayış biçimine hayran oldum. Çok güzel benimsemiş ve kendi hikayesini yaşayabildiği doruğa kadar yaşamış. Bir benlik arama yolculuğu yapmak isteyenlere, Marcello Mio tavsiyedir.

Tartışma