Aziz Paulus bir Roma ajanı mıydı?
Eğer Aziz Paulus’un inatçı gezileri ve ısrarlı vaazları olmasaydı Roma âleminde yeni yeni gelişen Hristiyanlık belki de Mithra dinine yenik düşecekti.
Başlıktaki çarpıcı noktayı açıklamaya başlamadan önce bununla ilgili başka bir hususu belirtmem daha uygun olacak sanırım.
Eski bir İran kökenli din olan “Mithraizm”in en önemli töreni bir boğanın kurban edilmesi idi. Tanrı Mithras‘ın “misterleri = gizemli âyinleri”, boğa kurbanı ve bununla birlikte külte yeni girenlerin inisiyasyonunu “erişimini” hedefliyordu.
Bu antik devir dini, özellikle Doğu’da görev yapan Roma lejyonlarında çok taraftar bulmuş ve birinci yüzyıldan daha ilerilere kadar etkisini yaymakta oldukça başarı sağlamıştı.
Şu noktayı belirgin olarak ileri sürmekten hiç çekinmiyorum:
Eğer Aziz Paulus’un inatçı gezileri ve ısrarlı vaazları olmasaydı Roma âleminde yeni yeni gelişen Hristiyanlık belki de Mithra dinine yenik düşecekti.
Paulus’un doğduğu, büyüdüğü yer bizim Çukurova bölgemizdeki Tarsus kentidir – bu kentin Latince yâni Roma lisanındaki adı günümüze kadar aynen gelmiştir.
Aziz, hâli-vakti yerinde bir çadırcı ailesine mensuptu ve gençliğindeki adı “Saul” idi. Doğuştan Yahudi olarak erken yaşlarda çok tutucu ve şekilci bir akım olan Ferisîliğe kapılanmış ve Hz.Musa’nın öğretisini zedelemeye kalkan herkesi ve her şeyi şiddetle cezalandırma eğiliminin yılmaz bir savunucusu olmuştu.
Önemli bir noktayı belirtmeden geçmeyelim; Saul bir Roma vatandaşı idi ve bu ona oldukça büyük bir mazhariyet sağlıyordu.
Ölü Deniz Yazmaları hakkında gerçekten büyük bir araştırma yapmış olan yazarlar Michael Baigent ve Richard Leigh nedense, Türkçe’ye de çevrilmiş bulunan kitaplarında Ferisîlere dolaylı olarak ve pek az yer vermektedirler.
Halbu ki Hz. İsa’nın Hayatı ve Havariler yazarı ünlü Fransız Ernest Renan bu kitaplarında, Hz. İsa’nın Ferisîler’e ve Yazıcılar’a (=Scribes) “Yılan dilli engerekler” şeklinde ağır hücumlarda bulunduğunu ısrarla belirtir.
İnciller dışında Yeni Ahid’in en önemli kitabı kuşkusuz ki Resuller’in İşleri (= The Acts) ‘dir. İlk Hristiyanlarla ilgili tarihsel olaylar bakımından bu kitap diğerlerinden daha büyük bir öneme sahiptir.
Bu kitabın yazarı kendisini “Luka” olarak tanıtan eğitimli bir Yunanlı’dır. Baigent ve Leigh’in de işaret ettikleri gibi, İncil’in eklerinden olan Koloseliler’e (= Honaz/Denizli) Paulus’un mektubunda ( 4 / 14) adı geçen “Sevgili hekim Luka” birçok araştırmacı tarafından, kesin olarak saptanamadığı halde İncil yazarı Luka ile aynı kişi olarak kabul edilmektedir.
Sırası gelmişken ifâde edelim:
Bu yazımız, benzer konularda daha önce yayınlanmış, “INRI – Çarmıhtaki Hz. İsa’nın başucuna asılmış bulunan bu kısaltılmış kelime hakkındaki yeni yorumlar”, “Hristiyanlığın Erken Dönemlerindeki Balık Sembolü”, “Hz. İsa Gerçekten Yaşadı mı?” ve “Bizans Resim Sanatında Deesis Sahnesi” başlıklı yazılarımızın bir devamı niteliğindedir.
INRI, Arkeoloji ve Sanat Dergisi’nin Aralık 2015 tarihli sayısında, diğerleri Hport.com.tr internet gazetesinde sıra ile 2016 yılının 28 Eylül, 20 Ekim ve 13 Kasım tarihlerinde yayınlanmıştır.
Resuller’in İşleri kitabında dikkatimizi çeken bir noktayı konumuzu ilgilendirdiğinden yeniden belirtmek istiyoruz (The Acts, I / 12-13) :
“Ondan sonra, Yeruşalim’e (=Kudüs) bir Sebt günü yolculuğu mesafesi kadar yakın olan Zeytinlik denen dağdan Yeruşalim’e döndüler.”
“Ve şehre girince, hem Petrus hem de Yakup ve Yuhanna ve Andreas, Filipos ve Tomas, Bartolomeos ve Matta, Alfeos’un oğlu Yakup ve gayretli (= Gayyur/Zealot) Simun ve Yakup’un kardeşi Yahuda’nın da kaldıkları yukarı odaya çıktılar. “(= The Upper Room)…
Dikkat edilirse sayılan on bir havarinin içinde İsa’yı ele veren hain Yahuda Scariot yoktur. O dışarılarda bir yerlerdedir.
Simun Petrus ve Andreas, Taberiye Gölü’nün kuzeydoğu ucundaki Bethsaida’dan Jonas’ın oğulları idi. Yakup ve genç Yuhanna (İncil yazarı)‘nın ebeveyni ise Zebedee ve eşi Salome olarak bildiriliyor.
İsa’nın bu iki gayretli kardeşi “Gökgürültüsü’nün Oğulları” diye çağırdığı bilinir.Filipos, Tomas, Bartolomeos, Gayyur Simun bilinen havarilerdendirler. Önceleri vergi mültezimi olan Matta da İncil yazarıdır.
Burada izninizle en problematik şahsiyet olarak belirteceğim ve Küçük Yakup diye çağrılan (Alfeus’un oğlu) havariden söz açacağım. Bunun kardeşi olarak sunulan Yahuda Thaddaeus, hain Yahuda’dan ayırt edilmesi için kısaltma yapılarak St. Jude “Aziz Jude” ‘a çevrilmiştir.
“Umut” kavramının azizidir. Küçük Yakup (İngilizce James the Less) Doğru ve Âdil Kudüs Piskoposu olarak M.S. 62 – 69 yılları arasında şehit edilmiştir.
Kendisi bazı kaynaklarda Hz. İsa’nın kardeşi diye de anılmaktadır; ancak bu satırların yazarı Eski Ahid’i “Vulgata” adı ile Latince’ye çeviren Stridon/Dalmaçyalı Aziz Jerome’a (M.S.347-420) dayanarak bu “kardeşlik” kavramının “kuzen” olarak da yorumlanabileceği fikrine daha yatkındır.
Büyük Yakup diyebileceğimiz Zebedee oğlu havari ise, çok daha önce Roma’nın kukla tetrarkı tarafından M.S. 42 yılında kılıçla şehit edilmiştir (The Acts, 12 / 2).
James – Yakup(=Jacob) eşitlemesine gelince, İngilizcede her iki ismin de aynı kaynaktan geldiği belirtilmektedir. Yeni Ahid’in İngilizce çevirisinde James adı İbrânîce Jacob ‘un yerine geçmiştir.
Yunanca Iakobos, Latince Iakobus olan isim İbrânîce “Ya’aqov” ‘dan gelmektedir. Günümüz Yahudileri bu adı “Yako” olarak telaffuz ediyorlar. Fransızcaya özenilirse tabii “Jak”.
İlginç bir not: İstanbul Yahudileri daha eskilerde Alyans Okullarından yetiştikleri için Türkçeyi hayli aksanlı konuşurlardı – şimdilerde şiveleri adamakıllı düzelmiş bulunmaktadır.
Daha geç bir zamanda Latincedeki Iacobus adı Iacomus şeklini alınca İngilizce çeviri bu ikinciden hareketle James’e dönüşmüştür.
İngiltere’de Orta Çağ boyunca Hristiyanların Jacob adını bir Yahudi ismi olarak ele aldığını, bu yüzden James’i tercih ettiklerini biliyoruz. Reformist hareketlerin sonrasında İngilizlerin her iki ismi de kullanmaya başladıkları bir gerçektir.
Şimdi tekrar Aziz Paulus’a dönüyoruz.
Daha önceki yazılarımızda, özellikle başlığını zikrettiğimiz “INRI” de, 1945 yılından itibaren Kudüs’teki Ecole Biblique’ nin (İncil Okulu) müdürlüğünü yürüten Fransız Peder Roland de Vaux ‘nun ve haleflerinin Ölü Deniz Yazmaları’nın sahipleri hakkında barışçı bir cemaat oldukları ve Hristiyanlık tarihi ile bir ilgilerinin bulunmadığı yolundaki tutucu fikirlerine karşı, R.H. Eisenman’ın başını çektiği bilimsel bir grubun Habakkuk Şerhi’ni (Habakkuk Pesher) ve Şam Belgesi’ni kullanarak Kumran Cemaatinin hiç de barışçı olmadığını (Zealotlar !) ve Rab-İsa’nın birâderi diye çağrılan James the Less’in Kudüs’de kurulan ilk kilisenin (Nazorean’lar!) başında bulunduğunu (Piskopos!) saptadıklarını belirtmiştik.
Daha fazla ayrıntı için “INRI” yazımıza ve yazarlarının adları verilen “Ölü Deniz Yazmaları Aldatmacası” kitabına (İst. Mayıs 2005) başvurulmalıdır.
Ölü Deniz Yazmalarını büyük bir titizlikle irdeleyen R.H. Eisenman, James the Less hakkındaki kitabında önemli bazı kişilikleri özenle ayırt etmiş bulunmaktadır (James the Just in the Habakkuk Pesher, Leiden, 1986) :
Muallim (Öğretmen) = Küçük Yakup;
Yalancı = Aziz Paulus;
Doğruluk Öğretmeni = Hz. İsa;
Fâsık Kohen ( Günahkâr, İnkârcı, Fitneci, Putperest Roma’nın Kuklası) = Ananas (Hannaniah)’dır.
Aziz Paulus gaddar bir Ferisî olarak işe başlayıp birçok kişiyi mahkûm ettirdikten sonra, içinden çıktığı cemaatin tepkisini çeken bazı fikirleri yaymaya girişince “Yalancı” olarak yaftalanmıştır.
İlk Hristiyan şehidi olan Stefanos’un Nablus (=Neapolis) yolu üzerindeki bir mahalde taşlanarak öldürülmesi (= Recm) sırasında Aziz Paulus’un rızasının alındığı bildiriliyor (The Acts, 7/54-60; 8/1-3).
Yukarıda da belirtildiği gibi, Aziz o sıralarda henüz Saul adını taşıyordu. 8/3’ deki ifâde aynen şöyledir:
“Stefanos gömüldükten sonra Saul evden eve girerek kilise topluluğunu yıkmaktaydı ve erkeklerle kadınları sürükleyerek teslim ediyordu – ki bu sözler zindana atılmakla eşdeğerdedir.”
Saul’un Hristiyan imanına nasıl sahip olduğu konusunda karşımıza akılları karıştıran bir Şam (=Damascus) öyküsü çıkmaktadır. Resuller’in İşleri (The Acts)’ ndeki 9. bölüm bu olayı bütün ayrıntıları ile nakleder:
“Saul Şam’a yaklaşırken ansızın gökten inen bir nur onun çevresinde parladı. Yere düşerken bir sesin kendisine ( Saul, Saul neden bana işkence ediyorsun? )dediğini işitti. Saul ( Sen kimsin ya Rab?) diye sorunca o ses kendisine (Ben senin işkence ettiğin İsa’yım) diye cevap verdi.”
Bundan sonra özetle, Saul üç gün süreyle görmez olur, ne yer ne içer; onu kılavuzluk ederek Şam’a götürürler ve “Doğru” denilen bir sokakta bulunan Yahuda diye birinin evine bırakırlar. Hz. İsa, Hananya adlı bir öğrenciye, gidip ellerini Saul’un üzerine koyarak gözlerini açmasını bir vizyon içinde öğütler.
Artık bundan sonra vaftiz de olan Saul, havralarda İsa Mesih’in Tanrı’nın oğlu olduğunu ilan etmeye başlar. Yunanca konuşan Hellenistlerle de görüşüp tartışır.
Ama Saul’e inanmayan birçok Yahudi onu öldürmek için planlar kuruyorlardı.
Bu noktada olayların akışına kısa bir ara vererek, Şam diye belirtilen kentin gerçekte nerede bulunduğunu tartışacağız.
O dönemde Suriye, İsrail’ in (daha doğrusu Yahudiye’nin) bir parçası değildi; merkezi Antakya olan bir Roma eyaleti idi ve bir Prokonsül tarafından yönetiliyordu.
Yahudiye ve Galile (=Celile) ise Akdeniz kıyısındaki Caesarea (Sezar-İmparator kenti) ‘da oturan ve gerektikçe Kudüs’e giderek oradaki eski Herod Sarayı’ndan arta kalan bir bölümden emirler yağdıran bir Proküratör’e bağlıydı.
Bu makam, Antakya’daki Prokonsül’e hesap veren bir tür Defterdarlık olup aynı zamanda asayişin sağlanmasına bakmakla da görevliydi.
Kudüs’teki Başkohenliğin emirnameleri Suriye’deki Şam kentine kadar uzanamazdı. Zalim bir Ferisî hüviyetinde Kudüs’ deki “İlk Kilise” mensuplarını ısrarla izleyen Saul, elinde böyle bir emirname ile ve silahlı olarak Şam’a nasıl gidebilirdi ki?
Ancak Şam denilirken Ölü Deniz( = Lut Gölü ) kıyısında ve Kudüs’den sadece 20 mil (=yaklaşık 32 km.) uzaklıkta, Eriha ( =Jericho) yakınındaki Kumran çevresi kastediliyorsa, o zaman olaylar mantıklı bir çözüme kavuşuyor.
Kumran’da açığa çıkarılan eski bir demirhane ve diğer bazı kalıntılar barışçı ve sakin bir cemaat öyküsünü adamakıllı zedelemekte ve olaylar zinciri Masada Kalesindeki büyük direnişe kadar izlenebilmektedir.
Bütün bu zincir için tekrar INRI başlıklı makalemize başvurulmasını istirham ederiz. Tüm açılardan bu cemaat geleneksel ve savaşçı Zealot imgesine uymaktadır.
Artık Aziz Paulus diye anacağımız şahsiyete dönersek, Kudüs’deki ilk kilise ve onun piskoposu sayılan ve Rab’bin birâderi olarak kabul gören “James the Less – veya James the Just “ çevresindekilerin kendi saf öğretileriyle son derece çelişkili beyanlarda bulunan Paulus’dan rahatsız olmalarının nedenini kavrayabiliriz.
Paulus, Baigent ve Leigh’in isâbetle saptadıkları gibi (a.g.e. s.283-284) , Tanrı’yı bir kenara bırakır ve ilk kez İsa’ya ibâdeti kurar. O dönemde Yakın Doğu’da ve Doğu Akdeniz havzasında ünlü olan Adonis,Tammuz(=Dumuzi) ve Ana Tanrıça Kybele’ye bağlı Attis gibi ölen ve yeniden canlanan tanrılardan biriyle İsa’yı aynı mertebeye koyar.
Bir bâkireden doğması ve işkence çekerek öldükten sonra tekrar dirilmesi gibi birçok mucizeleri İsa’nın biyografisiyle ilişkilendirir. Sırası gelmişken, havarilerin aksine Paulus’un Hz.İsa’yı hiç görmemiş olduğunu da sözlerimize ekleyelim.
Paulus’un bir Roma ajanı mı yoksa bir muhbir mi olduğu yolunda bir kanıya varabilmek için, Resuller’in İşleri (=The Acts)‘nin sonuna doğru yer alan olaylarla ilgili karmaşık ve üstünkörü tasvirlere bir göz atmak gerekli olmaktadır.
Uzun ve zahmetli gezilerden ve vaazları sırasında başına gelen türlü olaylardan sonra Paulus Kudüs’e çağrılır. Yolculuğu boyunca yakın arkadaşları gitmemesi için onu ikna etmeye çalışırlar.
Çünkü piskopos Yakub (=James)’un ve ona bağlı kızgın hiyerarşinin bir belâ çıkaracağından emindirler. Ancak çok inatçı ve gözü pek bir adam olan Paulus onları dinlemez.
Yakub ve cemaat yönetiminin diğer mensuplarıyla buluştuğunda onları selamlıyarak uluslararasında kendi hizmetleri aracılığı ile yaptığı şeyleri teker teker anlatır (The Acts, 21/ 19-21). Onlar yine de kendisini itham ederler:
“Uluslararasında bulunan bütün Yahudilere çocuklarını sünnet etmemeyi ve de geleneklere göre yürümemeyi söyleyerek, Musa’dan sapmalarını öğretiyormuşsun! (aynı yerde).
Resuller’in İşleri Paulus’un kendini nasıl savunduğunu açıklamaz; ancak olayların gidişinden anlaşılıyor ki yedi gün boyunca kendisini paklamak üzere uğraşıp yalan yere yemin de etmiştir. Habakkuk Şerhi’ndeki “Yalancı” sıfatını böylece hak etmiş bulunmaktadır.
Yedinci gün bitmek üzere iken Yahudiler onu tapınakta görerek bütün kalabalığı kışkırtırlar:
“Ey İsrailli adamlar, yardım edin! Herkese her yerde, halka ve Yasa’ya ve bu kutsal yere karşı hurafeler öğreten adam budur ve üstelik de tapınağın içine Yunanlıları getirip bu kutsal yeri kirletti!”
“Paulus’u tutup tapınaktan dışarı sürüklediler, onu dövmeye başladılar. Tüm Kudüs’ün karıştığını duyan Romalı tabur binbaşısı askerleri ile gelip onu kurtardı ve iki zincirle bağlatarak kaleye (Tapınağın kuzeyindeki Antonia Kalesi)götürülmesini emretti.
Kalabalık bir halk kütlesi (Onu ortadan kaldır !) diye bağırarak onları izliyordu “The Acts, 21/ 28-36 “.
Binbaşının izniyle kalenin merdivenleri üzerinde halka İbranî dilinde hitap eden Paulus onları bir türlü yatıştıramadı.
Ahalinin azizin yeryüzünden niçin kaldırılmasını istediklerini hiç anlayamayan komutan, Paulus’un kale içinde kamçıyla sorgulanmasını buyurdu.
Aziz, yakınındaki bir yüzbaşıya “Roma vatandaşı ve mahkûm edilmemiş bir adamı kamçıyla dövmek sizin için yasal mıdır?” diye sordu.
Yüzbaşı durumu binbaşıya iletince o, özgür bir Roma vatandaşını bağladığından dolayı ürkerek Paulus’un bağlarını çözdü ve azizi kalenin önünde Baş Kohen ve Meclis’in huzuruna çıkardı (The Acts, 22/ 30) .
Paulus burada kalabalığın bir kısmının Saddukî ve diğer kısmın Ferisî olduğunu fark ederek:
“Adamlar – kardeşler ben Ferisî oğlu Ferisîyim ! Ölülerin umuduna ve dirilişine ilişkin olarak yargılanıyorum! “ diye bağırınca, bu ustaca taktik kalabalığı ikiye ayırdı (The Acts, 23/ 6-10).
Çünkü Saddukîler gerçekten ne dirilişe, ne meleklere ve ne de ruha inanmazlardı; Ferisîler ise bunlara iman etmişlerdendiler.
Büyük bir karışıklık çıkınca binbaşı ürkerek askerlere azizi tekrar kaleye sokmalarını emretti (ay. yerde).
Ayrıntılarla konuyu dağıtmamak için, Resuller’in İşleri’ nin 23, 24, 25 ve 26. bölümlerinde nakledilen ilginç olayları özet şeklinde vermek uygun düşecektir sanıyoruz.
Paulus bir muhafız birliği eşliğinde Akdeniz kıyısındaki Caesarea’ya götürülür. Orada iken Romalı Proküratör Antonius Felix (sonra halefi Porcius Festus) , Felix’in kayınbirâderi kukla Tetrark Herod Agrippa II, onun kızkardeşi ve Felix’in karısı Berenike (= Veronica) ile oldukça samimi ve dostça bir havada konuşur.
Onlara bir Roma vatandaşı olarak imparatora şahsen başvurma hakkı olduğunu söyler. Bu bölümlerle ilgili en dikkat çeken cümle Agrippa tarafından Festus’a söylenmiştir (The Acts, 26 / 32):
“Eğer İmparator’a başvurmamış olsaydı bu adam salıverilebilirdi! “
Paulus’un çadırcı ailesinden gelen zenginliği, Roma vatandaşlığı, yönetici elit çevrelerle yakın tanışıklığı, Roma askerlerinden oluşan bir muhafız birliği tarafından özenle korunması v.b. onun en azından bir tür Roma ajanı olabileceği kuşkusunu uyandırmaktadır.
Resuller’in İşleri’nin sonundaki 27nci ve 28nci bölümler, azizin Roma’ya doğru yaptığı serüvenli yolculuğun ve Roma’ya varışının anılarını nakleder.
Orada, kendi kiraladığı bir evde zincirli olarak tam iki yıl kaldığını ve yanına gelenlere Rab – İsa Mesih hakkında vaazda bulunduğunu söyler (The Acts,28/ 30 – 31 ) . Ve kitap tam burada birdenbire sona erer.
İncil ve ekli mektuplar bizlere St. Paul’un Roma’daki ölümü ve bunun zamanı hakkında bir ipucu vermiyorlar. Başvurduğumuz diğer kaynakları şöyle sıralıyabiliriz:
-Kayseriyeli Eusebius, “The History of the Church from Christ to Constantine” , çev:G.A. Williamson, Harmondsworth, 1981;
-Commentary on the Bible by Adam Clarke, commenting on the Acts, 28 / 31;
-Dr. Lardner’in his “ The Life of This Apostle”.
Paulus’un Roma İmparatoru Nero (M.S.54-68) devrinde, Roma’nın limanı Ostia yolunda (Via Ostiensis) başının kesilerek oralarda bir yerde gömüldüğü söyleniyorsa da, bu olayın yeri – zamanı – ve şekli konusunda hiçbir ayrıntı mevcut değildir.
Başka bir söylenti, bu idam emrinin Nero tarafından değil (o sırada İmparator Roma’da değilmiş ?) kentin yöneticileri tarafından verildiğini, azizin başının Roma’dan üç mil kadar (yaklaşık 4,8 km.) uzakta, Aquae Salviae ‘ da kesildiğini, kendisinin bir Roma vatandaşı olmasından dolayı St. Petrus gibi çarmıha gerilemeyeceğini ileri sürmektedir.
Dediğimiz gibi, bunların hepsi varsayımlardan ibarettir.
Baş Havari sayılan Aziz Simun Petrus’ un da, Roma’da baş aşağı çarmıha gerilmesi hakkında söylenegelen rivayet de şudur:
Kendisine çarmıha gerileceği söylendiği zaman , Petrus Hz. İsa’nın ölümünü kastederek “Ben bu şerefe lâyık değilim !” deyince, idam müfrezesinin komutanı “ Biz de seni ters olarak çivileriz !??” demiş.