Bugünün dünyası
Başka yerlerde sürüp giden savaşlar üzerine baladlar yazan ahlaksızlarla dolu bir dünya var karşımızda. Bu vicdansızlık, bu aymazlık bugünün dünyasını savaşa sürüklüyor. Düdüklü tencerenin kapağı patladı patlayacak!
Avrupa’nın şu sıralar ahvalini kısaca özetleyelim. Meydanlar dolu; müzeler, kafeler hıncahınç… Şehir ahalisi sürekli oturduğu kafelerde yer bulamıyor, turistlerle köşe kapmaca oynuyor.
Hiç görülmedik oranda büyük turist mobilizasyonuna şahit oluyor Avrupa şehirleri. Açıklama hep aynı: İnsanlar pandeminin acısını çıkarıyor. Kafe-restoran fiyatları oldukça yükselmiş. İnsanların dilinde, özellikle gıda fiyatlarındaki enflasyon… Buna rağmen mekanlar dolu.
Stefan Zweig, Dünün Dünyası isimli eserinde Avrupa’nın üzerine düşen ışıkları ve gölgeleri anlatırken, I. Dünya Savaşı öncesi Avrupa’yı resmediyor. Parklar-bahçeler dolu, insanlar çılgınca eğleniyor… Kolektif bir tenvim olmuşluk durumu hakimdir bu dönemde Kıta’ya.
Malumu olanlarınız vardır, kiliseye ait evrak yüz sene açılmaz, gizli kalır. 2014 yılında Viyana’daki Rudolfsheim Kilisesi’nin evrakı açıldığında ilginç bir durumla karşılaşılmıştı. Temmuz 1914 ‘te savaş kopunca, insanlar kiliseye akın etmiş; Eylül ayında, askerler cepheye sevk edilmeden hemen önce bir günde, tek bir kilisede 117 nikah kıyıldığı tespit edilmişti.
Yaklaşan savaş hakkında en ufak bir fikri olmayan yüzbinler savaş naraları atarken, nasıl olsa birkaç ay sonra cepheden döneceğini düşünerek sevdiği kadını altarın önüne getirmişti asker adayları.
Zweig “Dünün Dünyası”nı resmetmişti. Geçtiğimiz yirmi günde bendeniz Avrupa’ya “Bugünün Dünyası” gözüyle bakmaya çalıştım.
Rusya Ukrayna savaşına karşı büyük bir ilgi ve coşkuyla, Ukrayna’yı destekler görünerek, savaşı öven bir dil; Filistin’de akıtılan masum kanına bigane bir göz gördüm Avrupa’da. Bir de bütün bunlar sanki hiç olmuyormuş gibi çılgınca eğlenen başıboş insan toplulukları gördüm.
Yalnızca Avrupalılar değil böyle olan. Hasbelkader kapağı Avrupa’ya atmayı başarmış Suriyeli gençler gördüm; hiçbir tasası yokmuş gibi yaşayan, “benden sonrası tufan” diyen.
Birinci Dünya Savaşı’na da böyle uyuşturulmuş şekilde götürülmüştü dönemin insanı. Savaşın ne olduğunu bilmeden onu öven nice genç, daha cephede düşmanla karşılaşmadan yolda imha edilmişti. Erich Maria Remarque
Savaşın ne olduğunu ateşli söylevlerden, yaldızlı apoletleriyle yürüyüş yapan askerlerin topuk seslerinden anlayamazsınız. Savaşın ne olduğu ancak cephedeki bir sahra hastanesinde anlaşılır
demişti.
Kopmuş kol ve bacaklar, inildeyen çocuk yaştaki yaralı askerler, anne diye feryad eden dünün kahraman adayları… Bu sahneyi ciğerlerine çeken bir kimse eğer halen savaşa ve bu katliamlara olumlar şekilde yaklaşıyorsa şüphesiz şeytanlaşmış bir kimsedir.
Başkalarının acıları üstüne kurguladıkları refahı, cihangirlik hülyalarını, en ufak rahatsızlık hissetmeden haşir sabahına kadar görmelerine müsaade edilmemelidir böylelerinin.
Bir zamanlar talebeyken bir mobilya firmasında çalışıyordum. Endonezya’dan gelen kolonyal mobilyalar. Teak, abanoz gibi kıymetli ağaçlardan yapılan masif mobilyaları satmaktı vazifem.
Endonezya’dan geldiği için mobilya, fiyatları öyle uygundu ki bazen müşteri bizi satın almaya layık olduğu konusunda ikna etmeye yelteniyordu: “ona satma, bana sat!” Bir yandan da dillerinde hep aynı sual, vicdanlarını rahatlatıyor müşterilerimiz: bunlar Yağmur Ormanlarından kesilmiyor, plantaj ağaç değil mi?
Şalterim attı bir gün müşteriye çıkıştım; altmış yaşlarına bir Avusturyalı, iyi giyimli, kültürlü…
Mütemadiyen Yağmur Ormanlarını soruyorsunuz. Âlâ! Çevreye duyarlı olmanız ne güzel. Allah aşkına niye hiçbiriniz bu mobilyayı üreten işçinin durumuyla ilgilenmiyorsunuz? Usta sadece 70 dolar maaş alıyor biliyor muydunuz?
Adam yüzüme baktı ve
Bu iyi bir şey elbette. O adam 70 dolar almasaydı, ben mobilyayı bu fiyata alamazdım. Dünyanın kanunu budur, birileri başka birileri için üretir
dedi.
Bangladeşli köleleştirilmiş işçiler sayesinde Alman, KİK mağazasından 5-6 Euro’ya pantolon alabiliyor ve bu durumu herkes biliyor.
Bu vicdansızlık, bu aymazlık bugünün dünyasını savaşa sürüklüyor. Bu düdüklü tencerenin kapağı patladı patlayacak. Başka yerlerde sürüp giden savaşlar üzerine baladlar yazan ahlaksızlar ve bu ahlaksızlığı hiç umursamayan yancı ahlaksızlarla dolu bir dünya var karşımızda. Felaket telallığı yapmış olmayayım; fakat bence bugünün dünyası, dünün dünyasına çok benziyor. Akıbeti benzemesin….