Carnegie Europe: Küresel şiddet sarmalı durdurulabilecek mi?
Batılı ülkelerin ekonomik ağırlıklarıyla birlikte diplomatik nüfuzları da azalıyor. Dünyada oluşan “cezasızlık beklentisi” ortamında küresel şiddet sarmalı durdurulabilecek mi?
Brüksel merkezli düşünce kuruluşu Carnegie Europe'da dünyada artan çatışmaların ve sarsılan uluslararası düzenin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Batılı ülkelerin ekonomik ağırlıklarıyla birlikte diplomatik nüfuzlarının da azaldığı belirtilen analizde, Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi kurumların da yeni dinamiklere karşı koyamayacak hale geldiği belirtildi.
Analizde ayrıca, Avrupa ile Amerika Birleşik Devletleri'nin hakimiyetinin azaldığı ve yeni güçlerin ortaya çıktığı tespitine yer verildi.
İşte Carnegie Europe'da yayınlanan analiz:
Dünya geneline yayılan kargaşa, münferit krizlere anlamlı bir şekilde yanıt vermeyi zorlaştırıyor ve bunun sonucunda ortaya çıkan cezasızlık beklentisi, saldırgan politikaları cesaretlendiriyor.
Sadece son bir kaç yılda; Sudan'da kanlı bir iç savaş patlak verdi, Azerbaycan Dağlık Karabağ'ı ele geçirdi, bir Sırp milis grup Kosova'nın kuzeyini istikrarsızlaştırmaya çalıştı, Afrika'da askeri darbeler çoğaldı, Sahel bölgesi giderek anarşi merkezine dönüşüyor ve Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik savaşı hız kesmeden devam ediyor.
En son patlak veren şiddet olayları, Hamas'ın İsrail'in güneyine yönelik saldırısı ve ardından İsrail'in Gazze şeridine yönelik misillemesi, Orta Doğu'da yıkıcı bir yangına dönüştü.
Yakın zamana kadar yirmi birinci yüzyıl insanlık tarihinin en barışçıl dönemlerinden biri olarak anılıyordu.
Peki neden şimdi böyle bir şiddet çağlayanına tanık oluyoruz?
Güvenliğin azalmasına neden olan en önemli faktörlerden biri, dünya genelinde jeopolitik değişim isteklerinin tırmanışa geçmesidir.
Yüzyılın başında hala canlı olan demokrasi ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir dünya düzeni umudu artık büyük ölçüde yok olmuştur.
İçeride bölünmüş ve dışarıda aşırı genişlemiş olan Amerika Birleşik Devletleri, gecikmiş bir şekilde geri dönmeye çalışsa da liderliğini azaltmıştır. Rusya, imparatorluğunu yeniden inşa etmeyi amaçlayan bir yola girmiştir. Çin'de ekonomik yükseliş Batı ile ideolojik yakınlaşmaya değil, Batı'nın üstünlüğüne meydan okuma ve Hint-Pasifik'te hakim güç olma hırsı üzerine inşa etmiştir.
Bu “güç siyaseti virüsü” Türkiye, İran ve Suudi Arabistan gibi orta ölçekli güçlere de bulaşarak bir dizi bölgesel hegemonya mücadelesine yol açmıştır.
Diğer yandan Birleşmiş Milletler, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözümüne yönelik diğer küresel ve bölgesel düzenlemeler zayıf hale geldiğinden, jeopolitiğin amansız dinamiklerine karşı koyamayacak hale gelmiştir.
Buna bir de Batı'nın göreceli düşüşü eklendi ve ana koordinasyon platformu olan G7, 1989'da dünya GSYİH'sinin yaklaşık yüzde 70'ini temsil ederken, 2023'te sadece yüzde 40'ını temsil eder hale geldi.
Batılı ülkelerin ekonomik ağırlıklarıyla birlikte diplomatik nüfuzları da azaldı.
Batı'nın en sevdiği araç olan ekonomik yaptırımlar etkisini yitiriyor ve Avrupa ile Amerika Birleşik Devletleri'nin hakimiyeti azaldıkça, Küresel Güney'de eski hegemonlara karşı büyük bir kızgınlık ön plana çıkıyor.
Gelişmekte olan ülkelerin çoğunun Rusya'ya yaptırım uygulanması konusunda Batı'ya katılmayı reddetmesi bunu açıkça yansıtmaktadır.
Bugün Orta Doğu'da yaşanan çatışma, Batı'nın İsrail ile dayanışmasının Küresel Güney'de Filistinlilere verilen yaygın destekle tezat oluşturması nedeniyle bu bölünmeyi daha da derinleştirecektir.
Bu demokratik gerileme uluslararası güvenliği de zayıflatmıştır. Freedom House'a göre şu anda dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 38'i "özgür olmayan" ülkelerde yaşarken, sadece yüzde 20'si "özgür" ülkelerde yaşamaktadır.
Son olarak, şiddet her zamankinden daha fazla kendi kendini besliyor. Ağzına kadar nefret ve dezenformasyonla dolu sosyal medya, yaygın gerilimleri daha da arttırıyor. Krizlerin çoğalması aynı zamanda uyuşturan bir etkiye de sahip.
Yeni çatışmalar mevcut olanları kolektif bilincimizin dışına itme eğilimindedir. Kargaşa tüm dünyaya yayılırken, münferit krizlere anlamlı yanıtlar verme kapasitesi de sınırlı kalıyor.
Bunun sonucunda ortaya çıkan cezasızlık beklentisi potansiyel saldırganları cesaretlendiriyor.
Mevcut şiddet sarmalı sadece geçici bir gerilemeyi mi temsil ediyor yoksa dünya, geride kaldığına inandığımız eski saldırganlık ve fetih mantığına geri mi dönüyor?
Modern ekonomiler, yüksek düzeyde uluslararası işbirliğini kolaylaştıran istikrarlı bir çerçeveye ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle çoğu hükümet hala çıkar çatışmalarının barışçıl yollarla çözüldüğü bir uluslararası sistemi desteklemektedir. Ancak bu hükümetlerin birçoğu artan güvenlik sorunları karşısında çok pasif kalmaktadır.
Küresel istikrarın paydaşlarının mevcut ve gelecekteki saldırganları daha etkin bir şekilde sınırlandırmaları gerekmektedir. Güç kullanımının işe yaramadığını kanıtlamak, yeni şiddet riskini azaltmanın en iyi yoludur. Dolayısıyla hiçbir şey Orta Doğu'daki çatışmanın yayılmasını önlemekten ve Ukrayna'ya verilen desteği güçlendirmekten daha acil değildir.
Hükümetlerin ayrıca uluslararası kriz yönetimi araçlarını yeniden ele almaları ve gelecekteki krizlere daha iyi yanıt verebilmek için bunları keskinleştirmeleri gerekmektedir.
ABD Başkanı Joe Biden'ın;
"Tarihte bir dönüm noktasındayız."
ifadeleri aslında tam olarak yaşananları özetliyor.
Güç politikalarının hakim olduğu ve "güçlünün haklı olduğu" bir dünyaya mı dönüyoruz yoksa temel kurallara saygı duyulan, günümüzün başlıca uluslar ötesi sorunlarıyla başa çıkabilecek işbirliğine dayalı bir uluslararası sistemi güvence altına alabilir miyiz?
Şu anda bilinen tek şey, dünya için riskler daha yüksek olamazdı!