“Çöl Kaplanı” lakaplı Fahrettin Paşa ve Medine Müdafaası
Fahrettin Paşa, Birinci Dünya Savaşı'nın en zor dönemlerinde Medine’yi savunarak adını Osmanlı tarihine altın harflerle kazımış bir komutandı. İstanbul’dan Medine’nin teslim edilmesi emri gelmesine rağmen bu emri reddetti. İslam dünyasının en kutsal şehirlerinden biri olan Medine’yi teslim etmeyi asla düşünmedi. Teslimiyeti bir seçenek olarak görmeyen Paşa, kutsal şehri teslim etmek yerine, var gücüyle direnerek tarihi bir müdafaa gerçekleştirdi.
Fahrettin Paşa
4 Şubat 1868'de Rusçuk'ta doğan Fahrettin Paşa, Osmanlı ordusunun yetenekli komutanlarından biriydi.
Harp Okulu'ndan mezun olduktan sonra hızla yükselmiş ve Trablusgarp ile Balkan Savaşları'nda görev aldı.
Fahrettin Paşa, 1916'da Hicaz kuvvet komutanı olarak atandı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun en kritik dönemlerinden birine tanıklık etti.
O dönemde İngilizlerle anlaşan Şerif Hüseyin liderliğinde başlayan Arap isyanı, Osmanlı otoritesine büyük bir tehdit oluşturmaktaydı.
Medine'nin savunulması neden önemliydi?
Medine, İslam dünyası için büyük bir dini öneme sahipti. Ayrıca, Osmanlılar için İslam dünyasındaki hilafetin simgesi konumundaydı.
Fahrettin Paşa, 1916'da Medine savunmasıyla görevlendirildiğinde, bu görevin sadece bir askeri sorumluluk olmadığını, dini ve siyasi bir görev olduğunu da biliyordu. Medine’nin düşmesi, Osmanlı’nın İslam dünyasındaki meşruiyetine büyük bir darbe vuracaktı. Fahrettin Paşa, Medine'nin her yönüyle stratejik öneminin farkındaydı.
Medine, Osmanlı’nın başkentten uzak vilayetleriyle olan bağlantısını sağlayan Hicaz Demiryolu'nun önemli bir durağıydı.
Şerif Hüseyin liderliğinde Arap isyanı
İngiliz kuvvetleri, Şerif Hüseyin’in Arap kabileleriyle yaptığı ittifak çerçevesinde Hicaz demiryolu hattını kesmek ve Medine’yi ele geçirmek için saldırılarını yoğunlaştırmışlardı.
Osmanlı’nın Orta Doğu’daki kontrolüne darbe anlamına gelen bu gelişmeleri gören Fahrettin Paşa, Medine müdafaasının önemini net şekilde idrak etti. Medine’nin savunması gerekliliği konusunda hiçbir şüphe yoktu ancak bu savunma büyük zorluklarla doluydu.
Fahrettin Paşa komutayı devraldığında, Osmanlı birçok cephede baskı altındaydı ve kaynakları sınırlıydı.
Arap kuvvetleri, İngiliz subayları -özellikle ünlü İngiliz ajanı Arabistanlı Lawrence- tarafından destekleniyordu ve çöl arazi koşullarını Osmanlı askerlerinden çok daha iyi biliyorlardı. Ayrıca, Osmanlı savunmasının diğer bölgelerde çöküşe geçmesi, Medine’nin giderek daha da izole olmasına neden olmuştu.
Fahrettin Paşa, deneyimli bir komutandı. Kendilerine ne asker ne de erzak desteği gelmeyeceğinin farkındaydı. Bu nedenle şehrin savunmasını mümkün olduğunca uzun süre korumak için stratejiler geliştirdi. Gerilla savaşı tekniklerini kullanarak, yerel araziyi avantajına çeviren ani baskınlar düzenledi. Ayrıca, şehrin savunma hatlarını güçlendirerek, düşmanın Medine surlarına girmesini zorlaştırdı.
Fahrettin Paşa’nın stratejisi işe yaramış ve iki yıldan fazla süre boyunca kuşatma altında, sınırlı erzakla hayatta kalmış ve yerel kaynaklarla dayanmayı başarmıştı.
Morallerin yüksek tutulması gerekiyordu
Fahrettin Paşa’nın zorlu şartlar altında duygusal hitapları da askerlerin moralinin yüksek tutulmasında önemli bir rol oynadı. Askerlerine Medine’nin dini önemini hatırlatarak, savunmalarının sadece askeri değil, kutsal bir görev olduğunu sık sık dile getirdi.
Tarihçi Eugene Rogan , 'Osmanlıların Çöküşü' adlı eserinde Fahrettin Paşa’nın, askerlerine yaptığı konuşmalarda, İslam’ın en kutsal şehirlerinden birini koruduklarını vurguladığı anlatılır.
Kuşatma ve geri çekilme
Fahrettin Paşa ve askerlerinin tüm savunma başarılarına rağmen 1917'nin sonlarına doğru Medine'deki durum iyice kötüleşmişti.
Osmanlı, Orta Doğu'daki topraklarının neredeyse tamamını kaybetmiş, Hicaz Demiryolu'nun işlevi ise tamamen durmuştu.
İngilizlerin sürekli kışkırttığı Arap kabileler, saldırılarını artırarak Medine'nin dış dünyayla bağlantısını kesmişti. Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen, Fahrettin Paşa yine de teslim olmayı reddetti.
Fahrettin Paşa'nın bu kararlılığı ona "Çöl Kaplanı" lakabının verilmesine neden oldu.
İngiliz tarihçi Philip Graves, Fahrettin Paşa’nın diğer Osmanlı cepheleri tek tek düşerken bile teslim olmayı reddetmesi, onun sadakatinin ve kişisel onurunun bir yansımasıydı, der.
Kutsal Emanetleri İstanbul’a gönderdi
Osmanlı hükümetinin Hicaz'ı kısmen tahliye etme kararı sonrasında, Fahreddin Paşa, Medine'de bulunan mukaddes emanetlerin olası yağmalara karşı İstanbul'a taşınmasını önerdi. Bu kritik görevin sorumluluğunu tamamen üstlenen Fahreddin Paşa’nın teklifi, hükümet tarafından kabul edildi.
Paşa, mukaddes emanetlerin güvenliği için özel bir birlik kurdu. Komisyon tarafından titizlikle incelenen 30 parçadan oluşan emanetler, 2 bin askerin koruması eşliğinde İstanbul’a güvenle sevk edildi.
"Şehri İngilizlere teslim edin!"
Fahrettin Paşa'nın şehri teslim etmemekteki bu inadı, Osmanlı hükümeti ile arasında da bir gerginlik yaşamasına neden oldu.
İstanbul’dan arka arkaya gelen "teslim ol" emirlerine rağmen Fahrettin Paşa Medine'yi terk etmemekte ısrar etti.
30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti’nin savaştan kayıtsız şartsız çekilmesini sağlamış ve tüm Osmanlı kuvvetlerinin teslim olmasını öngörmüştü. Ancak Fahrettin Paşa, Medine’nin özel bir konuma sahip olduğunu savunarak ne bu antlaşmayı tanıdı ne de İstanbul'un emirlerine uyarak teslim oldu.
Osmanlının teslimiyetine rağmen Medine’yi bırakmayan Fahrettin Paşa’nın bu tavrı İngilizler tarafından da büyük şaşkınlıkla karşılandı. Fahrettin Paşa’nın şehri teslim etmemesi nedeniyle İstanbul Hükümeti üzerindeki diplomatik baskıları arttı.
Bu direniş 1919 yılının Ocak ayına kadar sürdü ve Fahrettin Paşa, üç yıl süren kuşatmanın ardından şehri teslim eden son Osmanlı komutanı oldu.
Fahrettin Paşa esir olarak alındı
Medine’nin düşmesinden sonra Fahrettin Paşa, İngilizler tarafından esir alındı. Önce Mısır, ardından da Malta’ya sürgüne gönderildi. Malta’da hakkında idam kararı çıkartıldı.
Kurtuluş Savaşı başlayınca Ankara’dan aldığı destekle Malta’dan kaçarak Kurtuluş Savaşı’na destek oldu.
Medine’yi savunma başarısı, onu Türk ve İslam tarihinde önemli bir figür haline getirdi.