gdh'de ara...

Çözümün anahtarı Washington'da değil Ankara'da

Dünya yeni bir sistemin ihtiyacıyla sarsılıyor. Türkiye, küresel etki yapan bölgesel bir güç olarak öne çıkıyor. Bağımlılık ilişkilerini kıran kendi sorunlarını da çözmenin arifesinde.

1. resim

Dünya değişiyor. Yeni güç dengeleri, küresel ve bölgesel aktörler, ittifaklar ortaya çıkıyor. Bu aktörler ve ittifaklar, geçen yüzyılın ittifaklarını, kurumlarını sorgulamaya başladı. En son örneği, Gazze'de halen İsrail tarafından gerçekleştirilmekte olan soykırım sonrasında sistem tartışmalarının yapılması oldu. Çünkü BM'nin gücü soykırımı durdurmaya yetmiyor.

ABD ve müttefiki bazı Batı devletleri, kendi kamuoylarındaki tepkiye rağmen soykırımcı Netahyahu yönetiminin yanında duruyor. Bu devletlerin oluşturduğu küresel etki yapan kurumlar da doğal olarak soykırımcıları destekliyor.

Dünya ise yeni bir sistemin ihtiyacıyla sarsılıyor.

Tam da böyle bir dönemde Türkiye, küresel etki yapan bölgesel bir güç olarak öne çıkmaya başladı. Bağımlılık ilişkilerini kırmaya çalışıp, daha bağımsız adımlar atmaya çalışan ülkemiz, kendi sorunlarını da çözmenin arifesinde. Bu sorunların başında terör sorunu geliyor. Ancak bakıldığında terör sorununun da sözünü ettiğimiz dış boyutlarla iç içe geçmişliği söz konusu.

Terörle mücadele

KCK/PKK terör örgütü ve FETÖ terör ve casusluk örgütü sorunlarını bitirmek için de dış desteğinin kesilmesi ve yurtdışındaki korumanın kalkması/kaldırılması gerekiyor. PKK ile mücadelede ilk etapta Irak ve Suriye'deki PKK yapılanmasını dağıtıp yok etmek için sınır ötesi harekat gerekiyordu. Bunu gerçekleştirmek için Türkiye, Irak'ta;

 Pençe-1-2-3 Harekatları ile,

  1. Pençe Kaplan,
  1. Pençe Şimşek,
  1. Perçe Yıldırım,
  1. Pençe Kilit Harekatları'nı,

Suriye'de ise;

  1. Fırat Kalkanı,
  1. Zeytin Dalı,
  1. Barış Pınarı,
  1. Bahar Kalkanı harekatlarını gerçekleştirerek terör örgütleri PKK/PYD ile DAEŞ’e büyük darbeler vurdu ve bölgede Terör Koridoru planını çökertti.

Eş zamanlı olarak da yurt içinde PKK, DHKP/C ve DAEŞ terör örgütlerine yönelik yapılan operasyonlarla bu örgütlerin eylem yapma kapasitelerini büyük oranda en aza indirdi. Ayrıca Irak'ta Kandil Dağı bölgesinde üslenen PKK örgütü üst yönetimi ve karargahı da tasfiye olma riski ile karşı karşıya getirildi.

FETÖ ile mücadelede ise ; 2012’den itibaren sertleşen mücadele FETÖ’nün 15 Temmuz 2016 tarihinde işgal/darbe girişiminde bulunmasıyla zirveye ulaştı. Devletin, siyasetin ve milletin topyekûn karşı koyması ile bu saldırı püskürtüldü, FETÖ'nün ve arkasındaki başkentlerin planları akamete uğratıldı.

Bu tarihten sonra üst düzey FETÖ mensuplarının bir kısmı yurt dışına kaçarken yurt içinde kalanlardan yakalananlar ile deşifre olanlar adalete teslim edildi. Halen kripto FETÖ mensupları ile mücadele devam ediyor. Bunların bir kısmı kendilerini farklı bir siyasi görüşte takdim ederek (renklendirme yöntemi) korunma sağlamaya çalışırlarken bir taraftan da kendileri ile mücadele eden devleti yöneten hükümete karşı muhalif saflarda bir şekilde mücadele vermiş oluyorlar.

Güvenlik güçlerimiz şimdilerde Pençe Kilit Harekatının son aşaması olan kilidi kapatıp Irak Merkezi Hükümeti ve Irak'ın kuzeyindeki Bölgesel Yönetimi ile koordineli bir şekilde terör örgütüne son darbeyi vurma aşamasına geldi.

Bilindiği üzere Irak'ın Basra Körfezi'nde inşa etmekte olduğu büyük Faw Limanı ile Güney Doğu Asya üzerinden gemilerle gelen mallar, Faw Limanı ile bağlantılı olarak inşa edilecek olan Kalkınma Yolu ile Ovaköy üzerinden Türkiye'ye giriş yapacak.

Demiryolu ve otoyol olarak bağlanacak yol bir yandan Mersin Limanı'na bir yandan da Trakya çıkışıyla Avrupa'ya ve Londra'ya kadar uzanacak. Bu büyük ticaret ve ulaştırma projesinin hayata geçmesi için bölgedeki terör unsurlarının tamamen yok edilmesi gerekiyor.

Kalkınma Yolu neden bu kadar önemli?

Çünkü petrol çağının artık sonu geliyor 30 yıla kadar petrolün önemi giderek azalacak. Bu süreçte Irak'ın, ülkesinin ekonomisini petrole bağlı olmaktan çıkarıp diğer sanayi ve ticaret alanlarına da kaydırması ve ülkesinde üretilen mal ve hizmetlerin süratle diğer ülkelere ulaşmasını sağlayacak alt yapıya ve ortama kavuşması gerekiyor.

Bu amaca ulaşmak için öncelikle başta PKK terör örgütü olmak üzere terör örgütlerini etkisizleştirmesi, güvenlik sorununu çözmesi gerekiyor. Ayrıca ABD'nin işgal anayasası sonrasında özellikle Irak'ın kuzeyinde artan nüfuzunun, Bağdat'ın etkisinin artırılmasıyla kırılması da söz konusu.

İki ülkenin hem güvenlik hem de ticari anlamda bu kadar avantaj kazanacağı proje, aynı zamanda ABD'nin Türkiye ve Irak'ı devre dışı bırakacak IMEC projesine de yanıt niteliği taşıyor.

Ama son yıllara bakıldığında sadece Irak ile değil, bölgemizdeki çok sayıda ülke ile önemli işbirliği alanları oluşturulduğunu görüyoruz.

Biraz açacak olursak;

Yurt içinde bazı muhalif siyasi çevrelerin sözcülerinin "ne işimiz var oralarda" diyerek eleştirdiği Suriye'de, Libya’da, Afrika Boynuzu'nda (Somali) neler olduğuna bakalım.

Öncelikle şunu söyleyelim. Türkiye'de "ne işimiz var" söylemlerini dile getirenlerin bir gün bile Suriye’de ve Libya’da "Birleşik Arap Emirlikleri’nin, Mısır’ın, Fransa’nın, Rusya’nın, Amerika’nın, İran’ın, Suudi Arabistan’ın ne işi var oralarda" dediğini duymadık. Yine aynı şekilde bu ülkelerden bir kısım paralı askerler için de aynı tepki verilmemişti.

Suriye

Türkiye, Suriye ile 911 km ortak sınırı olan bir ülke. Sınırın her iki tarafında yaşayan ve akraba, soydaş olan insanlar var. Suriye’de yaşanan iç savaş nedeniyle Türkiye’ye resmi rakamlara göre bir kısmı Türk soylu yaklaşık 3.5 milyon Suriye vatandaşı göç etmek zorunda kaldı. Bu ülke bizi ilgilendirmiyor mu?

Türkiye'nin son günlerde gündemde olan operasyon seçeneğini masaya koyması, Irak'la eş zamanlı PYD/YPG terör örgütünü de etkisizleştirme adımlarını hızlandırması, bu ülkede siyasi çözümün de önünü açacaktır. Terörden arınmış, siyasi tarafların uzlaştığı bir Suriye'de gözler ABD'nin gayri meşru güçlerine çevrilecektir. Hem Türkiye Irak ve Suriye'de yaklaşık 30-40 km'lik derinlikte sınırlarını güven altına almış olacak hem de komşu ülkelerle ilişkilerini güçlendirecektir.

Peki bundan kim rahatsız olur? Elbette emperyalist hedefleri olanlar ve onların kullandığı maşalar, terör örgütleri.

Libya

Libya’da ise Kaddafi’nin bir oldu bitti ile ortadan kaldırılması sonrası uzun süren iç savaş Suheyrat Anlaşması sonrası Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) taraflar ve Birleşmiş Milletler tarafından tanınması ile sonuçlanmıştı. Ancak yeni oluşumdan istedikleri tavizi kopartamayan emperyalist ülkeler, Kaddafi’ye ihanet etmiş darbeci General Hafter’i destekleyerek Libya'da tekrar iç savaş çıkardılar. Türkiye, Libya'nın meşru hükümetine destek vermeseydi, bugün Libya'nın kaynakları emperyalist merkezlerce sömürülmeye başlanmış, sorun derinmeşmişti.

Ayrıca bu ülke ile derin bağımıza da dikkat çekmek gerekir; Libya’nın 6.6 milyon nüfusunun 1.5 milyonu “Sultan’a hizmet edenlerin oğulları” anlamına gelen ve kendilerini KULOĞULLARI olarak adlandırılan Türk asıllılardan oluşuyor. Bunlar da başta Trablus ve Misrata olmak üzere çevre illerde yaşıyorlar. Dönemin UMH Başkanı da Manisa kökenli bir Türk soylu olan Fayiz el Sarac'tı.

Hafter saldırısının yoğunlaştığı ve darbeci güçlerin başkent Trablus sınırlarına dayandığı bir dönemde BM tarafından resmen tanınan UMH ve Başkanı Sarac, Türkiye’den resmen yardım istedi. Kurulan diplomasi ile Doğu Akdeniz'de deniz yetki sınırı anlaşması ile askeri ve ekonomik anlaşmalar imzalandı. Bu anlaşmalar neticesinde verdiğimiz destek sayesinde Libya Hükümeti Hafter güçlerine karşı dengeyi kurdu.

Afrika Boynuzu-Somali

22 Şubat 2024'te Somali yasama organı, iki ülkenin savunma bakanları arasında aynı ayın başlarında yapılan toplantıda varılan anlaşmayı, Türkiye ile 10 yıllık bir savunma ve ekonomik işbirliği anlaşmasını ezici bir çoğunlukla onayladı. Anlaşma, iki ülkenin ikili ilişkilerini önemli ölçüde güçlendiriyor ve güvenlik çıkarlarını iç içe geçiriyor. 

Türkiye için Somali, Afrika'ya bir dış politika girişi ve aynı zamanda gelecekteki ekonomik faydalar için kullanmayı umduğu deniz limanları kaynağını temsil ediyor. Ayrıca Türk donanması Kızıl Deniz'e ve oradan da Doğu Akdeniz'e uzanan stratejik giriş noktası Babu'l Mendeb Boğazı'na giden yolda önemli bir kuvvet çarpanı haline gelecek. Yine Türkiye, anlaşma çerçevesinde Somali'nin münhasır ekonomik bölgesinden elde edilecek petrol ve doğalgaz gelirlerinin yüzde 30'unu alacak.

Öte yandan Somali, özellikle iç savaş sonrasında kontrol sağlanamamış deniz alanları sayesinde kendisine lojistik yolları açan El Kaide bağlantılı terör örgütü Eş Şebap ile mücadelede ciddi avantajlar elde edecek. Ayrıca uluslararası ortaklıklarını geliştirerek çok ciddi kazanımların önünü açmış olacak.

Sudan'ın kuzeydoğusunda, Kızıldeniz kıyısında yer alan bir liman şehri Sevakin'deki ada ile ilgili 2017 yılındaki anlaşma, Karabağ zaferimiz ile Güney Kafkasya'da Azerbaycan ile artırılan etki, Türk Devletleri Teşkilatı'nın güçlendirilmesi, Körfez ülkeleri ve Mısır ile düzelen ilişkiler Türkiye'nin, kendi hinterlandında küresel etkisini artıran gelişmeler.

Şimdi bütün bu yazdığımız yazmadığımız tüm gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda Suriye meselesi başta olmak üzere göbeğimizi Washington-Brüksel hattının değil, bizzat Ankara'nın attığı adımlarla, kurduğu işbirlikleriyle kestiğimizi görüyoruz. Hatta altını çizelim: Washington-Brüksel hattına rağmen, onlarla mücadele ederek bu başarıları elde ettik. Yani rüzgara karşı yelken açtık.

Türkiye geriye gitmezse, ki 28 Mayıs 2023'ten sonra Batı ile yaşanan yumuşama soru işaretlerine neden olmuştu, gelecek yılların en önemli siyasi, askeri ve ekonomik aktörlerinin başında ülkemizin geleceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok.

Tartışma