Devlerin omuzundan inince
Memlekette önüne gelen kendi normunu standart diye dayatıyor. Ehlisünnet olmak için Ahmet’ten, vatanperver olmak için Mehmet’ten icazet almak durumunda kalıyorsunuz. Er yarın hak divanında bellolur!
Geçtiğimiz günlerde dayımla bir mevzuyu ateşli ateşli müzakere ederken hatırıma Chartreli Bernhard’ın 12. Asır’da ettiği bir söz geldi. Bernhard antik dönemin filozoflarına ve ilim adamlarına atıfla şöyle diyordu:
Bizler devlerin omuzuna oturmuş ileri bakan cüceler gibiyiz. Çok ileriyi, hatta bazen omuzuna oturduğumuz devlerin görebildiğinden daha ileriyi görebiliyoruz. Bu, bizim çok keskin gözlerimiz yahut keskin muhakememiz olduğu için böyle değildir. Aksine bizleri omuzlarında taşıma kudreti olan devlerin bizi yükseltmesi sayesinde böyle bir kudrete maliğizdir.
Maziden, hatta bazen kendisinden yana hiçbir nasibinizin olmadığını düşündüğünüz kadar uzak maziden müdevver bir hazineniz varsa bunun üstüne çıkıp, dilerseniz har vurup harman savurabilir yahut dilerseniz varyemezlik yapabilirsiniz. Bunun en güzel örneği günümüz Avrupasıdır.
II. Dünya Savaşı sonrasında Kıta’da çeşme tıkanmış; eski kudretli filozofların, bilim adamlarının, müzisyenlerin, mimarların, şair ve ediplerin, bahadır askerlerin yerlerinde yerler esmektedir belki, fakat Avrupa’nın evlatları öyle bir mirasın üzerinde oturmaktadır ki bu yel kendilerini üşütmemektedir.
Evet, o çok muazzam, muntazam zannettiğimiz Avrupa büyük bir krizin içindedir, buna şüphe yok. Velakin dededen kalma yüzlerce hektar tarladan birkaç dönümü satarak içine düştüğü darboğazı evlatlarına hissettirmeyen ağa torunu müflis tüccar misali Kıta, bir şekilde ışıltısını muhafaza ediyor.
Bernhard, omuzları üzerine oturduğu devlere minnettarlık arz ederken çok cömert davranmıştı doğrusu; zira Antikitenin zengin mirasından kendi zannettiği kadar nasipdar olamayacağı, karanlık bir dönemde yaşamıştı. Fakat, omuz omuzdur. Bernhard da bu hakikatin farkındaydı.
Şimdi biz, omuzları üzerinde gezdiğimiz devleri yarden aşağı yuvarlamış cüceler olarak biteviye aynı suali sorup duruyoruz: acaba bizdeki yanlış nerede? Zıkkımın kökünde! Boyumuza posumuza bakmadan, artık kendilerine ihtiyacımız olmadığını düşündüğümüz devlerin omuzlarından indik, burnumuzun dibini göremeyen acuzeler gibiyiz.
Kimimiz, devlerin omuzuna otururken kızarmış apış aralarını kremlemekle meşgul, bütün kabahati devlere atıyor; oysa bodur bacaklı, o omuza nasıl oturacağını bir türlü bilemediği için başına geldiğinin farkında değil bu yangının.
Kimimiz ise yardan yuvarlanan devlere olan özlemini kâh kumdan kâh kardan kâh alçıdan devler yaparak teskin etmeye çalışıyor. Uyduruk Osmanlı hikayeleri, olmadık mitoslar, tarih öncesinden Tengri masalları… Uydur uydur ipe diz. Hiçbir mesuliyetin yok nasıl olsa…
Bakınız bu mesele o kadar çok misale açıktır ki, o misaller kamçısını sırtımıza bir vurmaya kalksak mecruh olmadık yerimiz kalmaz. Fakat ben size bir tek vechesini hatırlatayım bu makhuriyetin ve geri kalan vechelerini siz buna kıyasla yorumlayın.
Genel geçer, herkesin tazimle kabul ettiği bir kodeks olmayınca, önüne gelen kendi normunu standart diye dayatıyor ya memlekette; hiç ummadığınız sektörlerde mafyalaşma temayülü baş gösterir oluyor. Ehlisünnet olmak için Ahmet’ten, vatanperver olmak için Mehmet’ten icazet almak durumunda kalıyorsunuz.
Elbette herkes kendi standardını standartların en yükseği zannedebilir, velakin bu zan bizleri kendilerine rüşvet vermek zorunda bırakmamalıdır. Teberru adı altında rüşvet istiyor adam senden. En olmadı boynunu bük diyor. Bütün muhayyilesi hesap günü ile şekillenmiş Müslüman evlatları, hesabı değil hesabını düşünen haramilerin bir bildiği olduğunu varsayıyor.
Bunun en önemli sebebi ise, hiç dev görmemiş olan bizlerin, arkalarında mum yanan birtakım cüceleri, gölgelerine bakarak dev zannediyor oluşumuzdur. En büyük sermayesi, ortalarda devlerden kalma en ufak hatıranın kalmayışı olan şarlatanlar, milletin evlatlarını hikayelerine ikna eder durur bu hengamda.
İşin kötüsü, türediler bu şarlatanlara bakıp “sizin devleriniz böyle dolandırıcı adamlardı” diye mazinin şanlı devlerine dil uzatıyor. Tekke adabında çok güzel bir söz vardır: “bize taş atan bizdendir ama taş attıran bizden değildir” der. Daha ne desin?
Yine son tesellimiz “külli halin yezul” hakikatidir. Bu dem de geçer bu gam da geçer, haram yiyen de helal yiyen de ölür. Sonrası hem dehşetli hem de muhteşemdir: er yarın Hakk divanında bellolur!