Erdoğan-Putin görüşmesi: Beklentiler ve sonuçlar
💢 Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin yaklaşımını çok net biçimde ifade etti: Savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz.
💢 Barış umutlarını arttıran her gelişmenin altında Türk diplomasisinin imzası var.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Eylül’de Rusya’nın Soçi kentinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir araya geldi. Liderler, enerjiden ikili ticari ilişkilere, Suriye ve Libya’daki güncel durumdan turizme kadar pek çok konu başlığını el aldı. Zirveyi dünya gündemine taşıyan husus ise Rusya’nın Tahıl Koridoru Anlaşması’na dönmesine ilişkin beklentiler oldu. Fakat bu konudaki beklentileri karşılayacak bir netice elde edilemedi.
Kuşkusuz Erdoğan ile Putin’in görüştüğü konu başlıklarının fazla olması, Türkiye-Rusya ilişkielerinin çok boyutlu doğasından kaynaklanıyor. Üstelik iki ülkenin en büyük başarısı, uçak krizinden sonraki dönemde ilişkilerini kompartımanlaştırmayı başarmaları. Yani her meselenin ayrı birer başlık olarak ele alınıp işbirliği fırsatlarına yoğunlaşılması ve ihtilafların fırsatları gölgelemesine izin verilmemesi. Bu nedenle de zirvede ele alınan konuların incelenmesi elzem.
Çok kutuplu dünya için doların hegemonyasının yıkılması
Tükiye ve Rusya, çok kutuplu dünyada birer kutup olarak konumlanmaya hazırlanan iki aktör. Esasen son yıllarda Ankara-Moskova hattındaki münasebetlere hız kazandıran temel husus da çok kutupluluk arayışları.
Bununla birlikte iki ülkenin tek bir devletin hegemon güç olma durumuna karşı müşterek tavır takınmaları yeni ve konjonktürel bir şey değil. Süreci 16 Ekim 2001 tarihli Avrasya’da İşbirliği Eylem Planı’na kadar götürmek mümkün.
Nitekim Ankara ile Moskova’yı Astana Süreci’nde bir araya getiren şey de buydu. ABD’nin Suriye’de bir terör devleti kurma girişimine karşı söz konusu aktörler, İran’ın da katılımıyla birlikte hareket ederek ABD’ye bölgeyi şekillediremeyeceği mesajını vermişti.
Çok kutupluluk arayışlarındaki en kilit nokta ise doların hegemonyasının yıkılması. Bu yüzden de Türkiye ve Rusya, ikili ticari ilişkilerde yerel ve ulusal para birimlerinin kullanılmasını teşvik ediyor. Bu konu Erdoğan-Putin görüşmesi sonrasında Rus lider tarafından bir kez daha dile getirildi.
İkili ilişkiler
Ankara-Moskova hattındaki ikili ilişkilerde enerji faktörünün mühim bir yere sahip olduğu aşikar. Taraflar, TürkAkım ve MaviAkım gibi projelerde birlikte çalışmasının yanı sıra Akkuyu Nükleer Santrali’nde de işbirliği yapıyor.
Türkiye’nin enerji bağımsızlığını sağlamak için attığı adımlarda Rusya’dan destek alması ise iki ülkeyi yakınlaştırmaya devam ediyor. Bu anlamda Akkuyu’da yürütülen süreçler için Erdoğan-Putin ortak basın toplantısına bakarak işlerin yolunda olduğu yorumu yapılabilir. Türkiye’nin bir enerji merkezine dönüştürülmesi noktasındaki ortak irade de oldukça mühim.
Diğer taraftan iki ülke arasındaki ticaret hacminin 62 milyar dolara ulaştığı liderlerce dile getirildi. Hedef ise 100 milyar dolarlık ticaret hacmi. Burada yaptırım baskısı altında olan Rusya pazarının Türk yatırımcılar için çeşitli fırsatlar sunduğu söylenebilir. Buna ek olarak turizmin de ehemmiyet arz ettiği açık. Türkiye açısından Rus tursitlerin Ege ve Akdeniz’deki destinasyonları tercih etmesi de çok önemli. Zaten liderler buna da değindi.
Öte yandan Türkiye’nin S-400 Hava Savunma Sistemleri’nin alımıyla birlikte Rusya ile savunma sanayisindeki ilişkilerini de geliştirdiği biliniyor. Erdoğan’ın açıklamaları, ilişkilerin bu boyutta da gelişmeye devam edeceğinin habercisi.
Suriye ve Libya krizleri
Türkiye ile Rusya’nın ortaklıkları olduğu kadar farklılıkları da var. Aslında bugün Türkiye’yi Rusya ile Ukrayna arasında ideal arabulucu konumuna taşıyan husus da bu. Taraflar, çeşitli çatışma alanlarında farklı aktörleri destekledikleri durumlarda ilişkilerinin sınanmasıyla karşılaştı. Bu yüzden de kriz yönetimi konusunda önemli bir tecrübeye sahip.
İki ülkenin kriz alanlarında en sık karşı karşıya geldiği yer Suriye olsa da taraflar, Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda hemfikir. Yine Suriye’nin geleceğine Suriyelilerin karar vermesi noktasında da görüş birliği söz konusu.
Bu konuda ortak basın toplantısında da mesajlar verildi. Dolayısıyla son dönemde pasifize olan Astana Süreci’nin özellikle de terör örgütü PKK/YPG’nin Suriye’deki varlığının sona erdirilmesi boyutuyla yeniden gündeme gelmesi şaşırtıcı olmaz. Nitekim Erdoğan’ın Soçi dönüşünde uçakta gazetecilere verdiği röportajda da bunun işaretleri mevcut.
Libya’da ise son günlerde hem protestolar yoğunlaştı hem de ateşkes ilan edilmeden önce taraflar arasında ciddi çatışmalar meydana geldi. Mevcut durumda Libya’da istikrarın teşkil edilebilmesi için adil ve şeffaf biçimde seçimlere gidilmesi gerekiyor. Erdoğan-Putin görüşmesinde Libya’nın ele alınması da bu anlamda oldukça mühim. Belki de iki ülke, Astana Süreci’nin birikimini Libya’ya taşıyacak. Olamaz mı?
Rusya’nın KKTC’ye konsolosluk ofisi açma kararı
Rusya’nın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne (KKTC) konsolosluk ofisi açma kararı alması, geçtiğimiz günlerin en sık konuşulan meselelerinden biriydi. Aslında bu kararın tanıma anlamı taşımadığı açık. Zira farklı devletlerin de KKTC’de ofisleri var.
Bununla birlikte Ukrayna’nın işgali sonrasında Moskova yönetiminin Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni (GKRY) “Rusya’nın Dostu Olmayan Ülkeler” listesine eklediği biliniyor. Böylesi bir atmosferde Rusya’nın KKTC konusunda aldığı kararın sembolik de olsa bir anlam taşıdığı aşikar. Zaten Erdoğan da ortak basın toplantısında bu konuda Putin’e teşekkür etti. Dolayısıyla süreç tanıma kararına giden yoldaki ilk adım olabilir. Bu da oldukça mühim.
Tahıl Koridoru
Tahıl Koridoru, Türkiye’nin barış yapıcı diplomasisi neticesinde Rusya-Ukrayna Savaşı’nın en yıkıcı sonuçlarından biri olan gıda krizinin önlenmesine yönelik bir girişim olarak ortaya çıkmıştı. Ancak Moskova yönetimi, yaptırımlar nedeniyle söz konusu koridordan çekilme kararı aldı. Bu da gıda güvenliğini küresel düzeyde tehdit ediyor. Bu yüzden de tüm dünya, Erdoğan-Putin görüşmesine odaklanmıştı. Fakat toplantıdan beklentileri karşılayacak bir çözüm çıkmadı.
Bahse konu olan durumun nedenlerini Soçi dönüşü uçakta gazetecilere değerlendiren Erdoğan, Rusya’nın tahıl gelirini temin etme ve tahıl taşıyan gemilerin sigortası konusunda sıkıntı yaşadığını dile getirirken; BM Genel Sekreteri Antoni Guterres ile Rusya’nın SWIFT’e dönüşü mümkün olmasa da SWIFT benzeri bir mekanizma için çalıştıklarını ifade etti. Dolayısıyla Ankara’nın aktif diplomasisi sayesinde Tahıl Koridoru konusunda hala bir umut var.
Diğer taraftan Erdoğan, Rusya’nın en yoksul 6 Afrika ülkesine Katar’ın mali desteğiyle ulaştırılması önerisinin de kabul ettiğini söyledi. Bu anlamda Türkiye’nin önceliğinin zor durumdaki ülkelerin ihtiyacının karşılanması olduğu ifade edilebilir. Yani Ankara, yalnızca Türkiye’nin çıkarları için değil; aynı zamanda tüm mazlum milletlerin çıkarları için çalışan yapıcı bir tutum içerisinde.
Ateşkes mümkün mü?
Erdoğan’ın gerek Putin ile olan basın toplantısında gerekse de Soçi dönüşünde gazetecilerin sorularını yanıtlarken vurguladığı bir nokta var: Savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz. Türkiye, en başından beri Rusya-Ukrayna Savaşı’na bu perspektifle yaklaşıyor.
Nitekim savaştan önce Türkiye, savaşın başlamaması ve başladıktan sonra da çatışmaların en sınırlı coğrafyada yaşanarak en kısa sürede sona ermesi için çabaladı. Hala tarafları aynı masa etrafında oturtabilen tek ülke. Çünkü Rusya ile çok boyutlu ilişkilere sahip ve kriz yönetimi konusunda birbirlerini tanıyorlar.
Türkiye’nin Ukrayna ile ilişkisinin temelinde de karşılıklı güven duygusu bulunuyor. Ankara, 2014’ten beri Kırım’ın uluslararası hukuka aykırı biçimde ilhak edilmesini tanımıyor. Ukrayna’ya İHA-SİHA konusunda katkıda bulunuyor. Bu da Ankara’nın hem Moskova hem de Kiev nezdinde güvenilir bir aktör olarak algılanmasını beraberinde getiriyor.
Bununla birlitke Türkiye’nin yapıcı tutumuna rağmen Ukrayna’daki savaşın bir yıpratma savaşına dönüştüğü aşikar. Üstelik ateşkes noktasında tarafların beklentileri çok farklı. Ukrayna, Kırım dahil olmak üzere toprak bütünlüğünü teşkil etmeksizin ateşkese yanaşmıyor. Rusya ise kendi halkına galibiyet olarak sunabileceği onurlu bir çıkış yolu arayışında. Bu da sahadaki fiili durumu esas alan bir dondurulmuş çatışma bölgesi yaratmak demek. Bu da aktörlerin birbirlerinden çok farklı noktalarda oldukları anlamını taşımakta.
Tam da bu farklılıklardan dolayı Erdoğan, uçakta yaptığı açıklamalar sırasında barışa dair umut verici bir manzaranın bulunmadığını söyledi. Aynı zamanda Erdoğan, bu görüntüye rağmen Türkiye’nin yürütülecek süreçlere her türlü katkıyı vermeye hazır olduğunu vurgulayarak Ankara’nın arabuluculuk çabalarını sürdüreceğini ortaya koydu. Zaten Türkiye, yalnızca Tahıl Koridoru’nda değil; Zaporijya Nükleer Santrali ve Esir Takası Anlaşması’nda da harcadığı çabayı tüm dünyaya göstermişti. Kısacası Rusya ile Ukrayna’nın kısa vadede bir ateşkes imzalaması mümkün değil. Lakin barış umutlarını arttıran her gelişmenin altında Türk diplomasisinin imzası var.
Sonuç olarak Erdoğan’ın Soçi ziyareti, Rusya’nın Tahıl Koridoru’na dönüşü konusunda beklentileri karşılamamışsa da hala umtuların canlı kalmasını sağladı. Ziyaret tüm dünya kamuoyunda Türkiye’nin barış yapıcı rolünü teyit etti. Fakat Ankara-Moskova hattındaki münasebetler Rusya-Ukrayna Savaşı ile sınırlı değil. İlişkilerin çok boyutlu doğasına uygun olarak çok farklı konuların ele alındığı bir toplantı gerçekleşti. Liderlerin verdikleri mesajlar ise görüşmelerin olumlu bir atmosferde yapıldığını ortaya koyuyor.