Fidan’ın kritik Çin ziyareti
Hakan Fidan’ın Çin ziyareti, yalnız Türkiye’de değil tüm Batı başkentlerinde yakinen takip ediliyor. Türkiye-Çin ilişkileri neden ABD'nin merceği altında? Çin ziyareti ile Türkiye ne amaçlıyor?
Küresel düzensizliğin her geçen gün daha da hissedildiği bir dönemde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Çin’e gerçekleştirdiği ziyaret, sanırım sadece Türkiye’de değil başta ABD olmak üzere tüm Batı başkentlerinde yakinen takip ediliyor.
ABD ulusal güvenlik strateji belgelerinde 1990’lı yıllardan itibaren artan Çin tehdidi farklı dillerde gündeme getirildi. 2000’li yıllara gelene kadar Çin ile ticari ilişkilerin devam ettirilmesinde ABD’nin çıkarları bulunduğu sürekli olarak vurgulansa da 2000’li yıllardan sonra Çin’in askeri kapasitesinin Güneydoğu Asya bölgesinde risk oluşturabileceği ilk kez dillendirilmeye başladı.
2010’lu yıllar sonrasında Çin’in artık ABD hegemonyasının yanında dal budak salmaya başlayan bir ülke haline geldiği ABD tarafından kabullenilmeye başlamıştır. 2015’te yayınlanan ulusal güvenlik dokümanında Çin, yükseliş trendine geçmiş bir tehdit olarak nitelendirilmiştir.
2017 ve 2018 yılında yayınlanan ulusal güvenlik strateji raporlarında kullanılan dil daha da sertleşerek Çin rakip devlet olarak nitelendirilmiştir.
2021 ve 2022 yılında yayınlanan raporlarda ise Çin rakip olarak görülmekle birlikte iddialı ülke olarak nitelendirilmiştir. Çin, mezkur raporda ekonomik, askeri, siyasi ve teknolojik gücü bir arada kullanabilecek potansiyeli olan en etkili tek rakip konumuna yükselmiştir.
Burada Çin artık ABD’nin stratejik rakibi olarak tanımlanmış ve bu rakibe karşı mukavemeti yüksek bir müşterek güç oluşturmanın zaruretinden bahsedilerek buna uyumlu bir savunma yapısının oluşturulmasının önemi vurgulanmıştır.
Rusya, ABD açısından birincil tehdit değil
2010’lu yıllardan hemen sonra Rusya, ABD açısından birincil tehdit olarak görülmemiş, bu sıra Çin’e uyarlanmıştır. Rusya ise Çin’e yönelik uygulanacak bir kuşatma siyasetinde Batı ile birlikte hareket etmesi talep edilen ülke olarak düşünülmüştür. Putin yönetimindeki bir Rusya ile bu mümkün olmayınca Ukrayna sahasında Rusya yıpratılmaya başlanmıştır.
Ukrayna cephesinde oluşan maliyet de Avrupa’nın omuzlarına yüklenilerek ABD’nin Çin’e olan yoğunlaşmasını seyreltmemeye özen gösterilmiştir. Hal böyle olsa dahi Trump’ın açıklamaları dikkat-i nazara alındığında ABD’nin de Ukrayna konusunda oldukça devasa bütçeler ayırmak zorunda kaldığını görebiliyoruz.
İşte tam bu noktada ABD’de mevcut düzenin tek başına ABD tarafından müdafaa edilmemesi prensibi sıkça tekrarlanır hale gelmiştir. ABD, tam bu noktadan hareketle müttefikler arası ilişkilerin geliştirilmesi yolunda önemli adımlar atarak, AUKUS gibi süreçlere yönelmiştir.
Mevcut ABD Dışişleri Bakanı Blinken ise ‘Çin, hem uluslararası düzeni yeniden şekillendirme niyetine hem de bunu yapacak ekonomik, diplomatik, askerî ve teknolojik güce sahip tek ülke’ diyerek ABD’NİN Çin tanımlamasını çok belirginleştirmiştir.
Dönelim Fidan’ın ziyaretine
Yukarıdaki tabloyu ABD zaviyesinden ele almamın ana sebebi, yukarıda kısaca genel hatları çizilen tablodan dolayı Türkiye ile Çin arasındaki ilişkilerin neden ABD’nin merceği altında olduğunu daha iyi tanımlayabilmek içindi.
İşte böyle bir ortamda 15 Temmuz sonrası daha bağımsız bir dış politika izleyebilen Türkiye Çin’e dışişleri bakanı düzeyinde bir ziyaret gerçekleştiriyor. Siz ABD olsanız, düne kadar dümen suyunuzdan çıkmasına asla izin vermediğiniz hatta bu uğurda darbeler yapılmasına dahi göz yumduğunuz bir ülkenin sizin çıkar yörüngenizden çıkmasını ister misiniz?
Merhum Menderes 27 Mayıs alçaklığı sonucu bir darbe ile indirilmese Haziran ayında Moskova ziyaretine gidecekti. Süleyman Demirel, 12 Mart Muhtırası öncesinde Sovyetler ile olan kredi anlaşmalarını iptal etse ve SSCB ile olan ilişkileri bir daha başlamamak üzere tarihin çöp sepetine atsa asla bir muhtıra ile karşı karşıya kalmayacaktı.
Ben bunları neden hatırlatma gereği duyuyorum?
ABD’ye meydan okuma kapasitesine sahip bir potansiyel hegemon ülkeye bir ziyaret sıradan bir ziyaret gibi telakki edilmemeli. Geçişte yaşadıklarımızı unutursak gelinen noktanın kıymetini asla bilemeyiz.
Türkiye ne ister?
Çin-Türkiye ilişkilerinde Türkiye Çin ile ortak ARGE yatırımlarını arttırmak, Türkiye’de bazı konularda ortak üretim yapmak istiyor. Ayrıca yüksek teknoloji üretimi noktasında Çin’den daha fazla yatırım yapmasını istiyor.
43 milyar dolar olan ticaret hacmini daha da arttırarak Türkiye aleyhine olan ticaret dengesizliğini telafi etmek, bu konuda daha fazla Çinli turisti Türkiye’de ağırlamak istiyor.
Basra Körfezinden başlayarak tüm Irak coğrafyasını geçerek Türkiye üzerinden Londra’ya kadar uzanacak Refah Yolu projesi ile Çin’in kuşak yol projesinin orta kuşak ayağını Çin ile birlikte tahkim etmek ve geliştirmek istiyor.
Çin ise bu hususlara sıcak bakmakla birlikte telekomünikasyon ve 5G gibi kritik altyapı projelerine yatırım yapmak istediğini belirtiyor. Unutmamak gerekir ki bu teknolojilerin Çin tarafından altyapısının hazırlanması ABD’yi son derece rahatsız edecektir zira ABD’nin 5G konusunda Avrupa başkentlerine Çin ile çalışılmaması yönünde nasıl baskılar uyguladığını geçmişten biliyoruz.
Fidan’ın basın açıklamasında öne çıkan iki ana husus
Dışişleri Bakanı Fidan’ın Çinli meslektaşı ile yaptığı ortak basın açıklamasında Türk Devletleri Teşkilatı’nın Çin ile geliştirdikleri ilişkiyi olumlaması, Türkiye’nin Türkiye’den ibaret olmadığına dair önemli bir hatırlatma mahiyetinde idi.
Ayrıca, Fidan’ın İran ile Suudi Arabistan arasında arabulucuk yapan Çin’in bu rolüne yönelik kurduğu müspet cümleler sanırım Washington D.C’de de dikkatle takip edilmiştir.
Diğer konu ise, Çin’in Türkiye ile olan ilişkilerinde sürekli bir mesafe oluşmasına sebep olan Uygur Özerk Bölgesine dair Fidan’ın çizmiş olduğu net çerçeve idi. Fidan burada Kaşgar ve Urumçi şehirlerinin kadim Türk İslam medeniyetinin şehirleri olarak çok kültürlü Çin’in tarihine de katkı yapacağını vurgulaması son derece kıymetliydi.
Bu çerçeve ile bağlantılı olarak Türkiye’nin Çin’in toprak bütünlüğüne duyduğu saygıyı ve terörün hiçbir formuna destek vermeyeceklerini beyan etmesi de Çin’in duymak istediği önemli konulardı.
Sonuç olarak, Çin - Türkiye ilişkilerinin beklenilenin epey altında kaldığı gerçeği yadsınamaz bir olgudur. Bu durumun sona erdirilmesi maksadıyla Türkiye ile Çin arasında önümüzdeki dönemde ilişkilerin daha da artacağını öngörmek sanırım bir kehanet olmaz.