Foreign Policy: ABD, İsrail'i nasıl dizginleyebilir?
Biden yönetimi, İsrail'i dizginlemek için oldukça etkili diplomatik araçları gözden kaçırıyor. Peki ABD, İsrail'i dizginlemek için karşı hangi diplomatik araçları kullanabilir?
ABD'nin önde gelen yayın organlarından Foreign Policy'de, İsrail'in Gazze'de devam eden soykırım savaşının ABD tarafından nasıl dizginlenebileceğine dair değerlendirmelerin yapıldığı bir analiz yayınlandı.
Biden Yönetimi'nin, İsrail'in artan saldırılarını dizginlemek için çeşitli diplomatik yollar kullanabileceği belirtilen analizde, yaşanan sürecin ABD için göründüğünden daha karmaşık ve daha riskli olduğu tespiti yapıldı.
Analizde ayrıca, ABD'nin İsrail'i dizginleyebilmek için çok sayıda diplomatik aracı nasıl kullanabileceğine dair seçenekler tarihteki diğer örnekleri ile bile ortaya kondu.
İşte Foreign Policy'de yayınlanan analiz:
Uzmanlara göre Biden yönetimi, İsrail'i dizginlemek için oldukça etkili diplomatik araçları gözden kaçırıyor olabilir.
İsrail'in Refah'a yönelik saldırısı yaklaşırken, ABD çeşitli ikilemlerle karşı karşıya kalmaya devam ediyor. Giderek artan sayıda Amerikan vatandaşı ve politika yapıcı, ABD'nin Filistinli sivilleri korurken aynı zamanda İsrail'in güvenliğini nasıl destekleyebileceğini soruyor.
Müttefikleri zorlamak, zor bir diplomatik iştir. Ayrıca, sözkonusu İsrail olduğunda ve ABD'nin İsrail'e olan uzun süreli bağlılığı dikkate alındığında, ABD'nin pazarlık gücünü daha da azaltmaktadır.
ABD'nin müttefiklerine baskı yapmasının en sık tartışılan yolu, yardımları reform şartına bağlamaktır.
Geçen hafta, aralarında Demokrat milletvekillerinin artan baskılarının ardından Elizabeth Warren ve Chris Van Hollen gibi önde gelen Demokrat milletvekillerinin baskıları sonucunda Başkan Joe Biden, ABD'nin tüm stratejik ortaklarının ABD tarafından sağlanan askeri yardımın uluslararası hukuka uygun olarak kullanıldığını belgeleyen yazılı bir onay sunmalarını gerektiren "tarihi" bir kararı imzaladı.
Ancak bunun İsrail politikasını nasıl etkileyeceği ya da Biden yönetiminin ihlallere nasıl karşılık vereceği belirsiz.
Bu eylemin Gazze'deki Filistinliler ya da ABD-İsrail ilişkileri için ne anlama geldiğinin net olmamasının bir nedeni de, yardımın reform şartına bağlanmasının içerdiği zorlukların anlaşılamamasıdır.
ABD İsrail konusunda, daha önce Irak ve Afganistan'daki savaşlarında yerel müttefikleriyle karşılaştığı bir zorluk olan, “kendi çıkarlarını korurken aynı zamanda ortağını geniş çapta desteklemeyi” hedefliyor.
Elbette bu ittifaklar, Kabil ve Bağdat'ın İsrail'e kıyasla çok daha sınırlı kurumsal ve askeri kapasiteye sahip olması nedeniyle ABD-İsrail ortaklığından çok farklıydı.
Yine de, bu ortaklıkların dinamiklerindeki önemli farklılıklara rağmen Washington, demokrasiyi teşvik etmek ve insan haklarını korumak gibi ABD normlarını ve çıkarlarını korurken kilit bir müttefiki nasıl destekleyeceğini bulmak zorunda kaldı.
İsrail, Gazze'deki politikalarını yumuşatmama konusunda ısrarlı davranırken, sıklıkla göz ardı edilen bir diplomatik araç olan “ABD'nin tek taraflı yaptırımları” da işe yaramayabilir.
Aslında ABD için durum, göründüğünden daha karmaşık ve daha riskli.
Birincisi, yardımın sınırlandırılması müttefikini zayıflatma riski taşır ki bu da neredeyse her zaman ABD'nin çıkarlarına ters düşer. Eğer bir müttefik başarısız olursa, ABD'nin diğer müttefiklerinin güveni de kaybolabilir.
Örnek olarak; 2009 yılında dönemin Başkanı Barack Obama, Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai'yi yolsuzluk ve uyuşturucu ticaretinin üzerine gitmeye çağırdı. ABD'nin Afganistan'daki eski bir büyükelçisi, ABD'nin söz konusu reformları desteklemek için neden askerlerini ve yardımlarını çekmediği sorulduğunda, bu argümanı açık yüreklilikle "aptalca" olarak nitelendirdi.
Çünkü Karzai'yi zayıflatmak Taliban'ı cesaretlendirme, ABD müdahalesini uzatma ve ABD'nin kendisi ve Afganistan'daki ortakları için belirlediği ulus inşası kriterlerini geriye götürme riski taşıyordu.
İkinci olarak, yardımın geri çekilmesi ortaklığın geleceğine zarar verme potansiyeline sahip.
Eğer ortaklar Washington'un güvenliklerini baltaladığını düşünürse, İsrail örneğinde olduğu gibi Rusya da dahil olmak üzere alternatif müttefikler aramaya motive olabilirler.
Üçüncüsü, uzmanların aksine, politika yapıcılar Washington'un blöfünü gören ve ABD'nin taleplerine uymayı reddeden kritik müttefiklerle başa çıkmak gibi ağır bir sorumluluğa sahiptir.
Ya Amerikalı yetkililer ilan edilen cezaları yerine getirerek stratejik ortakları zayıflatma ve muhtemelen ortak düşmanları cesaretlendirme riskini alırlar ya da maliyetleri uygulamakta başarısız olurlar ve güvenilirliklerini ve gelecekteki kaldıraçlarını kaybederler.
Bu nedenle, Biden yönetiminin İsrail'e silah teslimatını ertelemeye istekli olduğu yönündeki haberlere rağmen, Beyaz Saray'ın henüz net bir plan açıklamamış olması şaşırtıcı değildir.
Bu riskler, yardım koşulluluğunu sürdürülebilir bir diplomatik yaklaşımın aksine, ABD'li diplomatlar tarafından tipik olarak yedekte tutulan kör bir taktik haline getiriyor.
Gelinen noktada ABD, ortakların katılımı olsun ya da olmasın, tek taraflı olarak İsrail'in adımlarını etkileyecek politikalar uygulayarak ortaklarının davranışlarını değiştirebilir.
Örneğin Irak'ta ABD bu yaklaşımı 2010 yılında Maliki'yi Sünni gruplarla daha fazla ilişki kurmaya zorlamak için başarıyla kullanabildi çünkü ABD, Bağdat'taki Şii liderlerin desteği olsun ya da olmasın, inandırıcı bir şekilde uyumlu Sünni liderlerle ilişkisini sürdürmekle tehdit ediyordu.
ABD'nin kısa süre önce Batı Şeria'da Filistinlilere karşı şiddeti kışkırtan İsrailliler'e mali yaptırım uygulama kararı da aslında bu mantıkla atılmış bir adımdır.
ABD, İsrail'in bu kritik yardımı engellemesi halinde tek taraflı olarak insani yardım sağlama tehdidinde bulunabilir.
ABD, Gazze'deki sivillerin temel ihtiyaçlarını ve hayatta kalmalarını sağlamaya yardımcı olmayı teklif ederek mevcut saldırıdan duyduğu hoşnutsuzluğu gösterebilir.
ABD'nin Gazze'ye tek taraflı yardım göndermesi ve İsraillilere bunun işbirliği yapsalar da yapmasalar da gerçekleşeceğini bildirmesi üç önemli mesaj verecektir.
Birincisi; tarihsel kayıtlar, ABD'nin tek taraflı inandırıcı bir tehdidinin İsrail'i ABD tarafından alt edilmekten kaçınmak için ABD pozisyonlarına yaklaşmaya itebileceğini göstermektedir.
İkincisi bu, ABD'nin güvenilirliğini bölgesel olarak artırır ve ABD'nin çatışmada özerk bir aktör ve aynı zamanda kararlı bir İsrail müttefiki olduğu durumunu pekiştirir.
Üçüncü olarak ise, tek taraflı böyle bir eylem, ABD'nin Filistinli sivil ölümlerine ağıt yakmaktan daha fazlasını yapmasını sağlayacaktır. ABD de şu anda BM'nin "kıyamet" olarak adlandırdığı koşullarla karşı karşıya olan Filistinli sivilleri savunmak için harekete geçebilir.
Sonuç olarak; ABD İsrail'i dizginlemek için diplomatik yaklaşımları ile daha fazlasını yapabilir ve yapmalıdır.