Foreign Policy Research Institute: ABD'nin yeni dış politika stratejisi ve dünyada yaşanan köklü değişimler
ABD'nin yeni dış politika stratejisi; Türkiye, Suudi Arabistan ve Hindistan gibi bölgesel güçlerin meydan okumalarıyla karşı karşıya. Washington, artık dünya genelindeki jeopolitik olayların gidişatını tek başına dikte edemiyor.
2010'lu yıllarda yaşanan köklü değişimşer ile küresel manzara değişti. Arap Baharı, Rusya'nın Kırım'ı işgali ve Çin'in Hong Kong'daki ulusal güvenlik yasası, küresel sistemdeki derin değişimin göstergeleriydi.
Bütün bu gelişmelerin ardından yaşanan değişimlerle birlikte, Amerika Birleşik Devletleri'nin dünyanın “tek hakim gücü” olduğu tek kutuplu dönem sona erdi.
Ancak bu, Amerika'nın tam anlamı ile gerilediği anlamına gelmiyor. Daha ziyade dünyadaki güç dengesinin kademeli olarak değiştiği ve Washington'un artık dünya genelindeki jeopolitik olayların tüm gidişatını dikte edemediği anlamına geliyor.
2020'lerde, Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Tayvan çevresinde artan gerilimler ve Çin ile Rusya arasında büyüyen stratejik ortaklık karşısında, ABD ve dış politikada çok cepheli bir çevreleme stratejisi izliyor.
Ancak Ukrayna'daki erken başarı Washington'u, yirmi birinci yüzyılda ABD halkının refahı ile ulusal çıkarlar arasında denge kuran yeni bir rol oluşturmaya çalışan dış politika yerine, küresel üstünlük ve yeni ortaya çıkan çok kutuplu düzene meydan okuyan gerçekçi olmayan bir arayışa doğru itiyor.
Ukrayna
Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden önce Biden yönetimi, Quad'ı yeniden canlandırarak, AUKUS Anlaşması'nı imzalayarak ve Avustralya, Japonya ve Güney Kore ile stratejik ittifaklarını ve ortaklıklarını artırarak Hint-Pasifik Bölgesi'ndeki Çin tehdidine öncelik verdi.
Putin'in tanklarının Ukrayna'ya girmesiyle birlikte ABD rotasını değiştirerek resmi bir ABD müttefiki olmayan Ukrayna'yı silahlandırdı, Kiev'e istihbarat ve ekonomik yardım sağladı ve Rusya'ya Moskova ekonomisini felce uğratan sert yaptırımlar uyguladı.
Afganistan'dan alelacele çekilen Amerika'nın Ukrayna'daki başarısı ile ABD, sadece yeteneklerine ve yetkinliğine olan güvenini yeniden kazanmakla kalmadı, aynı zamanda kendi tanımladığı kurallara dayalı liberal uluslararası düzeni ya da başka bir deyişle küresel üstünlüğü kurtarmak için yeni bir fırsat yakaladı.
ABD'li diplomatlar Afrika, Orta Doğu, Asya ve Latin Amerika'daki ortaklarını ve müttefiklerini Rusya'nın Ukrayna'yı işgali konusunda ABD ile aynı çizgiye gelmeleri için ikna etme misyonuna giriştiler. Ukrayna, ABD'nin herkesle ve her yerle olan diplomatik ve siyasi ilişkilerinde ön plana çıktı.
Washington artık Avrupa ve Hint-Pasifik bölgesini birbiriyle bağlantılı tek bir stratejik alan olarak görüyor.
ABD tüm müttefik ve ortaklarından, stratejik konumları ya da Hint-Pasifik ve Avrupa ile ilişkileri ne olursa olsun, Çin ve Rusya'ya karşı aynı yaklaşımı sürdürmelerini bekliyor. Başkan Joe Biden kısa süre önce Japonya ve Avustralya'ya yaptığı ziyaretlerde; müttefikleri ile Rusya'nın Ukrayna'yı işgaline verecekleri yanıtın yanı sıra Çin'in Hint-Pasifik bölgesindeki iddialı ekonomik ve askeri hamlelerine karşı koymanın yollarını görüştü.
Hint-Pasifik ve Avrupa
Washington yeni dış politika yaklaşımında büyük ölçüde başarılı oldu ve şu anda İngiltere, Japonya, Avustralya ve münferit Avrupa ülkeleri, Rusya-Çin eksenini kontrol altına almak için ABD liderliğindeki ittifaka kademeli olarak destek veriyor.
Bu yaklaşımın stratejik tezahürü ise; Hint-Pasifik ve Avrupa'nın jeopolitik olarak birleştirilmesidir.
Amaç; siyasi, askeri, ekonomik ve teknolojik kabiliyetleri pekiştirerek Çin ve Rusya'nın kurulu uluslararası düzeni bozmasını engellemek ve jeopolitik güç dengesini Batı lehine yeniden çevirmektir.
Ne var ki bu strateji; Türkiye, Suudi Arabistan ve Hindistan gibi bölgesel güçlerin meydan okumalarıyla karşı karşıya. Bu ülkeler stratejik özerkliğe öncelik vermekte ve dış politika karar alma süreçlerinde dış kısıtlamalara direnmektedir.
Sonuç
Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, ABD'nin artık revizyonist güçlerin Washington'un İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurduğu ve korumayı taahhüt ettiği küresel düzene meydan okumasını engelleyemeyeceğine dair açık bir mesaj gönderdi.
Amerika'nın küresel düzenin merkezi konumuyla birlikte, şu anda küresel gücün kademeli olarak Doğu'ya ve daha geniş anlamda Asya'ya doğru kaydığı görülmektedir.
Gelişen bu dinamikler karşısında ABD'nin, jeopolitik değişimlere inatla direnmek yerine uyum sağlama gerekliliğini benimsemesi gerekmektedir.
ABD'nin, küresel üstünlük peşinde koşmanın ya da Amerikan çıkar ve sorumluluklarının geniş kapsamlı bir tanımını yapmanın doğasında var olan sınırlamaları, maliyeti ve sürdürülemezliğini kabul etmesi gerekiyor.