Fransa’dan “İşine geldiği gibi demokrasisi” dersleri
Hint-Pasifik'te Fransa, AUKUS'un ardından ikinci darbeyi aldı. Afrika’daki sömürgelerinden askeri, ekonomik ve kültürel olarak tasfiye edilen Fransa'nın Yeni Kaledonya'daki hükümranlığı da sona yaklaşıyor.
21’inci yüzyıl kaotik olduğu kadar kimi yönleriyle de farklı bir aydınlanmanın yaşandığı çağ oluyor. Başkalarının topraklarındaki dini ve etnik azınlıkları kışkırtarak devlet kurdurma uzmanlığı geliştiren, yetmezse terör örgütü kuran ve onların üzerine salan, üzerinde hegemonya kurmak istedikleri ülkeler hakkında insan hakları karneleri tanzim eden Batılı ülkelerin yaldızları dökülüyor, talkımı ele verirken kendilerinin salkımı nasıl yuttukları gelişen iletişim teknolojileri sayesinde ayan beyan ortaya saçılıyor.
Bunun son örneğini Fransa ile Yeni Kaledonya arasındaki gelişmelerde görüyoruz. Fransa, 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında sömürgeleştirdiği, topraklarına 18 bin kilometre mesafedeki Pasifik Okyanusu’ndaki bu adanın yakasını bırakmamak için elindeki tüm gücü kullanıyor. Peki Yeni Kaledonya neden bu kadar önemli?
Hint-Pasifik’te AUKUS’tan sonra Fransa’ya ikinci darbe yolda
Kimilerinizin malumu olduğu üzere Afrika’daki sömürgelerinden askeri, ekonomik ve kültürel olarak tasfiye edilen Fransa, nüfuz alanlarını tazeleme ve genişletme konusunda gözünü Hint-Pasifik bölgesine dikmişti. Ancak 2021 yılında bu bölgede, hem de müttefiklerinden beklenmedik bir darbe yedi.
ABD-İngiltere ikilisi, Fransa’nın Avusturalya’dan aldığı denizaltı ihalesini de çöpe yollayacak şekilde bölgede AUKUS İttifakı’nı kurdular. Bu ittifak Avustralya’ya yalnızca ABD tarafından nükleer denizaltı temin edilmesini içermiyordu. Aynı zamanda Çin Halk Cumhuriyeti’nin çevrelenmesini de hedeflemekteydi.
Bu darbenin şokunu atlatmaya çalışan Fransa bugün Karadeniz, Körfez bölgesi ve Kafkaslar’da silah satışı yaparak AUKUS’ta yaşadığı hezimeti unutmaya çalışıyor. Ancak bu defa da Yeni Kaledonya vakası patladı. Nikel başta olmak üzere günümüzde dijital teknolojilerin ve savunma endüstrisinin ihtiyaç duyduğu metaller ve mineraller açısından zengin bir ada olan Yeni Kaledonya, Çin Halk Cumhuriyeti’nin de ilgi alanında.
Adada son yıllarda, 270 binin üzerindeki nüfusun yüzde 40’dan fazlasını oluşturan yerli Kanak halkının bağımsızlık talepleri giderek güçleniyor. Kendi kaderlerini tayin hakkı isteyen Kanakların, ada nüfusunun yüzde 25’lik kısmını oluşturan Avrupa kökenlilere karşı demografik üstünlükleri arttıkça, Paris’in canı bu işe sıkılmakta.
Bağımsızlık yanlıları her ne kadar son yıllarda üst üste yapılan referandumları boykot etseler de gelişmeler, Fransa’nın adadaki hükümranlığının sonuna yaklaşıldığına işaret ediyor.
Bağımsızlığı önleyemiyorsan seçmen kitlesini değiştir
İşte bu nedenle, kendilerinin ihtiyacı olan demokrasi derslerini başkalarına veren, kimin soykırım yapıp yapmadığına karar verme hakkını kendisinde bulan Fransa Ulusal Meclisi, “reform” adı altında bir anayasa değişikliğini masaya sürdü. Fransa Ulusal Meclisi’nde bu hafta kabul edilen değişikliğe göre yalnızca 10 yıldır Yeni Kaledonya Adası’nda yaşayan Fransızlara adanın kaderini belirlemeleri için seçimlerde oy hakkı tanınacak.
Yasa, Macron’un liderliğini yaptığı Cumhuriyetçilerin ve Marine Le Pen liderliğindeki aşırı sağcıların işbirliği ile kabul edildi. (Fransa’da her cumhurbaşkanlığı seçiminde gündeme gelen “aşırı sağcı adayın önünü kesme stratejileri”ne de artık gerek kalmamış anlaşılan) Daha önce Senato tarafından da geçmiş olan yasanın parlamentonun iki kanadının bir araya geldiği Kongre’den de onay alması gerekiyor. Ancak yasanın Ulusal Meclis’te kabul edilmesiyle beraber Yeni Kaledonya’da isyan başladı. 14-15 Mayıs’taki şiddet olaylarında biri polis 3’ü protestocu 4 kişi öldü.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron 12 gün süreyle olağanüstü hal ilan etti ve adaya takviye güvenlik güçleri gönderildi. Macron, yasa tasarısını hemen Kongre’ye götürmekten vazgeçerek süreci soğutma yoluna giderken, Yeni Kaledonya’daki bağımsızlık yanlısı partilerin liderleri Paris’e davet edildi. Fransız hükümetinin adada başlayan şiddet olayları ile ilgili aldığı ilk kararlardan birinin Tik Tok’u yasaklamak olduğuna dikkat çekmek isterim. Bu karar Paris yönetiminin, Yeni Kaledonya’da yaşananlarla Çin Halk Cumhuriyeti arasında doğrudan bağlantı bulunduğuna dair kanaatinin bir delili olarak nitelenebilir.
Netice itibarıyla Yeni Kaledonya’nın öz evlatları Kanakların bağımsızlık taleplerinin kan ve şiddetle bastırılmasına dair Berlin’den, Kopenhag’dan ya da Stockholm’den bir açıklama yapıldığını görmemekteyiz. ABD Kongresi’nden senatörler de Fransa’yı Kanak halkı üzerinde uyguladığı şiddet nedeniyle kınamamakta. “İşine geldiği gibi Avrupa demokrasisi” şu anda yer altı zenginliklerini kimseye kaptırmak istemeyen Yeni Kaledonya halkına “efendilerinin kim olduğunu” hatırlatmakla meşgul. Batının çifte standartlı insan hakları anlayışının sergilendiği bu tiyatro oyununun yeni perdelerinde bakalım neler göreceğiz.