gdh'de ara...

Haçlı hayalleri Niğbolu'da suya düştü

Osmanlı'nın hızlı ilerleyişi özellikle 1396 yılında Orta Avrupa için ciddi bir tehdit haline gelmişti. Bu duruma bir son vermek için son ve büyük bir Haçlı Seferi planlandı ve sonu Niğbolu Savaşı'nda bitecek olan büyük sefer başladı.

1. resim

1396 senesine gelindiğinde Türk ilerleyişi Orta Avrupa’yı tehdit edecek bir hâle gelmişti. Yıldırım Bayezid, başta İstanbul kuşatması olmak üzere Batı’ya karşı oldukça cüretkâr bir siyaset takip ediyordu,

Bizans imparatoru Manuel, İstanbul’u kaybetme korkusuyla Papa ve çeşitli Avrupa hükümdarlarından sürekli yardım istiyordu. Diğer taraftan Osmanlıların Batı Anadolu ve Balkanlara yerleşmesi Venedik’in Adalar Denizi üzerinden yürüttüğü zengin ticareti de tehdit etmeye başlamıştı.

Venedik gibi varlığını deniz ticaretine borçlu olan bir diğer İtalyan şehir devleti olan Cenova da Osmanlıların İstanbul’u muhasarası sebebiyle bu bölgedeki ticari müessiriyetinin azalacağından ve Galata gibi bir üssü kaybetmekten endişeleniyordu.

Üstelik bu yıllarda Haçlı birliğinin ateşli taraftarı olan Fransa, hâkimiyeti altında bulunan Cenevizlileri bu konuda baskı altında tutuyordu.

Macar Kralı Sigismund’un hâhişkâr gayretleriyle evvelkilere nazaran daha şumûllü bir ittifak tesis edildi. Bu defa Fransızlar hatta İngilizler dahi bu ittifaka dâhil oldular. Avrupa’nın dört bir yanına Haçlı Seferi davetleri gönderildi.

Bizans imparatorunun gayreti, Papa’nın vaazları ve yayınladığı beyannâme üzerine ilk defa Batı Avrupa’daki Hristiyanlar Osmanlılara karşı bir Haçlı Seferi tertip ediyordu.

Yaklaşık 150.000 kişinin 60.000’i Macar, 10.000’i Fransız, 6.000’i Alman, 10.000’i Ulah olan orduda İngiliz, Leh, Bohemya, İtalyan ve İspanyollar da vardı. Budin’de toplanan bu orduya Eflâk Voyvodası Mirçe de on bin kişiyle katıldı.

Rodos Şövalyelerinin de desteğini alan Haçlılar karşısında ise Osmanlılar 60.000 kişiydi. Sırp kralı Lazareviç bu muharebede de metbusu Yıldırım Bayezid’i yalnız bırakmamıştı. Çok kısa bir zamanda hazırlanmak mecburiyetinde kalan Yıldırım, Anadolu birliklerinin tamamını Rumeli’ne geçirememişti.

1396’da Haçlı ordusu, “Türkleri geldikleri yere geri göndermek üzere” hem karadan hem de denizden yola çıktı. Yapılan plana göre kara ordusu Balkanları Türklerden temizleyerek ilerleyecek ve İstanbul’u muhasaradan kurtaracak, donanma ise önce boğazları tutup Osmanlıların Anadolu’daki kuvvetlerini Rumeli’ne geçirmesine engel olacaktı.

Yine Tuna üzerinden sevk edilen bir başka donanma, yiyecek maddelerini taşıyacak ve gerektiğinde orduya yardım edecekti.

Haçlı ordusunda Macar kralı Sigismund, Fransa kralı II. Jean’ın torunu ve Burgonya Dükası Philippe de Hardi’nin oğlu Nevers kontu Jean Sans Peur (Korkusuz Jean) başta olmak üzere birçok asilzâde ve şövalye bulunuyordu.

Avrupalılar, Haçlı seferlerindeki günleri hatırlamıştı. Niğbolu Haçlıları üç asır önce Kudüs’ü işgal eden atalarının hayalleriyle yola çıkıyordu. Türkleri Rumelinden attıktan sonra Kudüs’e gidip Kutsal Toprakları kurtaracaklardı.

Müttefikler iki kola ayrıldı. Sigismund komutasındaki asıl ordu Tuna’yı geçerek Vidin, Orsava ve Rahova gibi kaleleri aldı. Orsava’da Türkler mukavemet ettilerse de yerli Hristiyanların ihanetine uğradılar. Buradaki Türkleri kâmilen kılıçtan geçirmişlerdi.

Hatta bu ordunun Katolik olmasından dolayı Ortodoksları da öldürdüğü söylenmektedir. Arkasından bu ordu, Osmanlı kalesi olan Büyük Niğbolu’yu kuşattı.

İkinci kol ise “Korkusuz Jan” ile Mircea birleşmesi üzerine Eflak güzergâhından Romenler, Fransız ve Almanları alarak Niğbolu’ya gelmişti.

Sigismund burada eski Haçlı Seferleri’ni hatırlatarak, Osmanlılar’ı Balkanlar’dan atıp Kudüs’ü alacaklarına dair bir konuşma yaptı. Bu sırada Yıldırım Bayezid, Anadolu ve Rumeli askerlerine Edirne’de toplanmasını emretti.

“Gök kubbe çöktü”

Niğbolu Kalesi komutanı Rumeli muharebelerinde yetişmiş Doğan Bey idi. Teslim teklifini reddedip tertibat aldı. Yıldırım Bayezid Tırnova’ya vâsıl olduğunda Haçlı ordusunun yiyecek tedârik maksadıyla hareket eden bir koluna tesâdüf edip bunları imhâ etmişti.

Bu kadar kısa bir zamanda Yıldırım’ın gelebileceğine ihtimâl vermeyen düşman, onun üzerine keşif kolu yollamıştı. Zira Yıldırım’ın İstanbul kuşatmasını bırakıp Niğbolu’ya 6 saatlik bir mesafeye kadar gelmesi zor görünüyordu. Hâlbuki I. Bayezid lakabını fazlasıyla hak eden bir padişahtı.

Hızlıca gelmiş, Niğbolu’nun on kilometre güneyine yaklaşmış ve ovaya hâkim bir tepede ordugâhını kurmuştu. Hoca Saadeddin Efendi, gece yarısı tek başına kale duvarlarına kadar sokulduğunu ve kale komutanına “Bre Doğan, yettim” diye bağırdığını anlatmaktadır ki o sürat ve cesaretteki bir hükümdar için bu anlatılan hiç de abartı sayılmaz.

Sigismund yapılan istişarede önden Macar ve Eflâk askerlerinin hücumunu Fransız Şövalyeleri’nin ise arkadan ikmâl etmesini teklif etti. Ancak Korkusuz Jan “bu zaferden bizi mahrum etmek demektir” diyerek karşı çıktı.

25 Eylül 1396’da hepsi de atlı olan Fransız Şövalyeleri’nin hücumuyla muharebe başladı. Birinci hattaki Saruca Paşa’nın azepleri daha savaşın başında, baştan başa zırhlı olan Alman ve Fransız askerlerine karşı büyük zâyiat vermişti. Bunun üzerine sol cenahtaki Şehzade Süleyman Çelebi azepleri kurtarmaya çalıştı fakat başarılı olamadı.

Şövalyeler zafer sarhoşluğuna kapılıyordu ve ileri harekâta devam ettiler. Yıldırım ise azeplerin gerisindeki askerlerin yanlara doğru açılmasını emretti. Bunlar tepeyi aşınca pusudaki asıl kuvvetle karşı karşıya geldiler.

Yanlara açılan Osmanlı askerleri de bunları kıskaca aldı. Düşman hilâlin ortasında kalmıştı. Üç saat süren çatışmada kimi teslim oldu kimisi de öldürülmüştü.

Ardından Sigismund ihtiyat kuvvetleriyle merkez kuvvetleri sahaya sürdü. Buna karşı Yıldırım ise Sırp ve kendi ihtiyat kuvvetleriyle karşılık verdi. Sigismund’un askerleri tek tek öldürülüyor veya esir ediliyordu. Kaçanlar ise Tuna’da boğuluyordu.

Sigismund Tuna Nehri mansabındaki bir Venedik kalyonuyla kaçmış, canını kurtarmıştı. Kurtarıcı olarak yola çıkan Macar kralı, Ceneviz ve Venedik gemileri eşliğinde Çanakkale Boğazı’nı Osmanlıların Niğbolu’da esir aldıkları ve boğazın her iki yakasına dizdikleri Haçlı askerlerinin feryatlarını dinleyerek geçip, İstanbul’a bir savaş kaçağı olarak girmişti.

Yıldırım Bayezid ise harp sahasını gezmeye başlamıştı. Birçok kale muhafızının öldürüldüğünü görünce kızmış ve esirlerden bazılarını kısas olarak öldürtmüştü. Pek çoğunu da Anadolu’da Mihaliccik’e naklettirdi. Bâzılarını da başta Mısır sultanı olmak üzere Müslüman devlet hükümdarlarına göndertti.

Korkusuz Jan da esirler arasındaydı. “Gök kubbe çökse mızraklarımızla tutarız” diyen asilzâde, Türklerin muamelesinden mahcubiyete uğramıştı. Bir daha Türklerle savaşmamak üzere yemin dahi etmişti. Fakat Yıldırım ona yeminini iâde etti ve “git adam topla gel, senin gibi adamları yenmek şanımızdandır” demişti.

Fransızlar asilzâdelerini kurtarmak için yeni vergiler koyup kiliselerde yardım toplayarak fidye parası ödemek zorunda kalmışlardı.

Zaferin ganimetinden Yıldırım Bayezid, Edirne ve Bursa’da imârethane, yine Bursa’da tekke ve meşhur Ulu Câmii yaptırmıştı. Zaferden sonra her yere fetihnameler gönderildi. Osmanlıların İslam âleminde itibarı bu zaferle iyice artmıştı. Mısır’da bulunan Abbasî halifesi bu zafernameye “Sultan-ı İklim-i Rum” sıfatıyla hitap ederek cevap vermişti.

Zaferin en büyük neticelerinden biri de Yıldırım Bayezid’in itimad-ı nefsinin artması ve güvenle Timur gibi güçlü bir hükümdara meydan okuması olmuştur.

Tartışma