Halı

Ayağımızın altındaki halı cümle mahcubiyetin müsebbibi. Kocaman, kalın, tozlu pis bir halı… Ne kadar pislik varsa hânemizde altına süpürdüğümüz bu halı kabardı, kabardı, gizleyemez oldu pisliklerimizi.

1. resim

Şu gariban masum kızcağızla ilgili tek kelime etmemeye ahdettim. Utanç dolu bir hadise zira, ne diyebilirsin ki? Kolektif suça inandığım yahut “bunlar bizim sebep olduğumuz cehaletin neticesi” gibi saçma sapan sözlere inandığım için değil.

Ayağımızın altındaki halı bu cümle mahcubiyetin müsebbibi. Kocaman, kalın, tozlu pis bir halı… Ne kadar pislik varsa hânemizde altına süpürdüğümüz bu halı kabardı, kabardı, gizleyemez oldu pisliklerimizi.

Onlar ki verir laf ile dünyaya nizamat / bin türlü teseyyüb bulunur hânelerinde

diyen Ziya Paşamız, kendimize batırmadığımız çuvaldızların sızını hissediyordu muhakkak derûnunda.

Bundan on altı sene evvel Avusturya’da Josef Fritzl isimli bir adamın öz kızına yaptıkları gün yüzüne çıkınca

Şükür elhamdülillah bizde böyle şeyler olmaz

demiştik. Evinin mahzenine hapsettiği kızına yirmi dört yıl tecavüz etmişti adam; üstelik karısı da hadiseden haberdardı. Yedi çocuğu olmuş Fritzl’ın kızından. Bizi şükrettiren halımızın cesametiymiş.

Kocaman bir halı bizimkisi, üzerinde yürüdükçe efsaneler uydurup durduğumuz… Cennet vatan dedikçe cennet gibi kusursuz olduğunu varsaydık yıllar yılı. Muhabbetimizden öyle varsaydık; varsayarken de bir yandan gazetede, tavukları ekinine zarar veren komşusunu vuran adamların haberlerini okuduk.

Elbette hüsnüzannetmek asıldır, suizannetmemek gerek. Velakin “sepetteki üç beş çürük yumurtadır, istisnadır” diye diye istisnaların kaide haline geldiği umursamazlık belasına duçar olduk. Kul hakkı yemenin vaka-i âdiyeden olduğu, trafikteki çakarlı araba sayısından belli değil mi? Enayiler bekleyedursun, açıkgözler emniyet şeridinde vızırdıyor.

Halımız öyle bir konfor sunuyor ki bizlere, minicik bir yavrunun dramını ekran malzemesi yapacak kadar umursamazlaşabiliyor kimimiz. Çığlık rezaletini görmeyeniniz yoktur zannederim.

Oysa gerçekten sahip olmamız gereken his, vakur bir mahcubiyet olmalıydı. Kollektif suç diye bir şeye inandığımız için değil, halının altına süpürme hususunda her birimiz aynı derecede mahir olduğumuz için. İnanmayan, elindeki süpürge izlerine baksın.

Bu mahcubiyeti dahi omuzlarımıza yüklenemedik; ilginç öfke gösterileri izleyip duruyoruz. Bir de “çocuğun ailesi bizim mahalleden değil, sizin mahalleden” saçmalığına tahammül etmek durumunda kalıyoruz.

Bu mezbelelik, hiçbir terazinin tartamayacağı kadar ağır bir yüktür. Omuzlarımıza yazık. Cevabını bulamadığım tek bir soru var: bu kadar kıymetli fertlerden mürekkep, bu kadar sağlam sosyal kaidelere malik bir toplum, nasıl oluyor da sürekli aynı engebede tökezliyor?

Peygamber aşkına, bir bilen bize de söylesin. Cevabı belki teselli olur, gönlümüz bu teselliyle infirah bulur…

Tartışma