Hayat çok kısa ama umut hep var: After Life
Komedyen Ricky Gervais’ın yazıp yönettiği ve başrolünde yer aldığı “After Life” dizisi sona erdi. 3 sezon boyunca izleyiciyi Tony'nin hikayesine buyur eden Gervais, dizideki her bir karaktere açık olduğunu söyledi.
Yaşadığımız kayıplar, hepimizi derinden sarsan bir acı bırakıyor bu hayatta. Kiminiz yola devam etmenin acı gerçeğiyle karşılaşıp hayatımızı sürdürsek de, kimimiz de bu acıyı aşamıyor ve acımızı yanımızda taşıyoruz işte. Sandığımız kadar kolay olmadığını ise, yaşayarak öğreniyoruz aslında.
Geçtiğimiz günlerde üçüncü ve son sezonuyla izleyicilerle buluşan, komedyen Ricky Gervais’ın yazıp yönettiği ve başrolünde yer aldığı “After Life” dizisi sona erdi. Üç sezondan oluşan ve her sezonu 6 bölümden oluşan dizi, diğer Netflix yapımlarına göre son derece ağır akan, dramını ajitasyon şeklinde değil de biraz yaşanmışlıklara dayanarak hissettiren bir yapıya sahipti. Bir gazetede muhabirlik yapan Tony’nin hikayesini anlatan dizide; eşini kanser nedeniyle bir anda kaybetmesiyle, Tony’nin depresyona girdiği sürecine tanık oluyoruz. Hiç kimseyi umursamadan hayatına bir ‘hiç’ gibi devam eden Tony’nin hayatına giren şansları değerlendirebilecek kabiliyeti ya da isteği olacak mıdır? Bu muammadır…
İkonik bank Birleşik Krallık parklarında
Daha önce yaptığı diziler iki sezonu aşmayan Ricky Gervais, bu kuralını After Life için bozdu. Dizilerdeki karakterlere aşk derecesinde hayran kaldığını söyleyen Gervais, dizinin bir sezonu daha hak ettiğini belirtmiş oldu. Dördüncü sezonu yapmanın akılsızca olduğunu değinen Gervais’in bu açıklaması ise dizi hayranlarını üzdü. Ama zaten dizinin son bölümündeki sahne, gerçekten muhteşem bir final sahnesi oldu. O sahnenin üzerine bence de yeni bir sezon yapılması mantıksız olur. Bence tam tadında, hüznünü had safhada yaşatan çok samimi bir final oldu. Dizinin CALM ile iş birliği yapıp Birleşik Krallık’taki birçok parka dizideki banklardan koydurtmasına hayran kaldım. Aslında bu hem çok güzel bir reklam kampanyası olurken, biriyle dertleşmek ve omuz yaslama gibi sevgi ihtiyaçları için de çok güzel bir fikir. Dizide de Tony ve Anne’in dizi hayranları tarafından ikonikleşmiş mezar başı dertleşmeleri de ok umut vericiydi. Eşlerini kaybeden iki kişinin dertleşmesi ve anılarını paylaşması bu bankta oluyordu. Umarım bu durum, Türkiye’de de olur…
Tony’nin bitmek bilmeyen yası
Aslında Türkçeye çevrilince ‘ahiret’ anlamına gelen After Life, bir adamın eşini kaybetmesinden sonra yaşamını anlattı. Bu hayat, eşine aşık bir adamın dışardaki hayatla bağını koparmış tamamen aksileşmiş ve ‘ölü bir kadına aşık bir adam’ı izledik bir bakıma. İlk sezonunda tamamen dışarıya kendini kapatan, eşini unutamayan ve herkese sataşan bir Tony izledik. Babasını huzurevinde ziyaret edip zamanla huzurevinde çalışan Emma ile bir iletişim yakalayan Tony, bir umut Emma ile bir şeyler yaşayarak hayatına devam edeceğini hissettirdi. Özellikle ikinci sezonda bunu çok daha iyi hissettiğimiz hikayede bu durum üçüncü sezonda daha çok kankaya bağlanarak umutsuz olarak sonuçlandı. Genel anlamda üçüncü sezon, Tony’nin bu acıyla beraber daha çok olgunlaştığını, acısını yanında taşıyarak hayatını yaşadığını ama çevresindeki insanlara daha ılıman bir şekilde onların mutlu olduğunu görmesini izleyerek geçti. Safhaları çok dengeli kurulan After Life, üçüncü sezonunda hayatta verilmesi zorunlu hale gelen kararlar konusunda bir not alma süreci yaşattı. Bir şey eğer ki olmuyorsa, daha fazla zorlamamak lazım galiba. Bazen onun yükünü sırtlamak, sandığınızdan çok daha ağır olabilir.
Diane Morgan’ı aklımıza kazıdık
İlk iki sezonda Sandy’yi canlandıran Mandeep Dhillion’un yokluğunu üçüncü sezonda çok hissettim. Sessizlik içinde ofiste otursa da, tip olarak diziye ilginç bir hava katıyordu diziye bence. Ama onun yerine gelen Coleen de çok sempatik bir hava kattı. Küresel pandemi hastalığı Koornavirüsünü de bu sezon bünyesine dahil eden dizi; bu süreçte işsiz kalanları, yeni iş kollarına daha düşük ücretlerle gelmek zorunda oldukları, yeni bir hayat başlayanların ev ve hayat bulabilmesi süreçlerine de dokunuyor. Coleeen de bu süreçlerden gelmiş bir karakter olarak dikkat çekti dizide. Kimimiz yenilenme sürecimizden yaşadıklarımızı, Coleen’i yaşadıklarında görebiliyoruz. Kath’i canlandıran Diane Morgan’ı ayrıca alkışlıyorum. Bu kadar karakteristik, bu kadar rahatsız, pimpirikli ve tuhaf bir karakter izlemek o kadar güzeldi ki… Hele üçüncü sezonda kendine bir partner arama süreci, tanışma yemeklerinde yaşadığı büyük yıkım çok güzel anlatıldı. Aslında o kahkaha yogasında yaşadığı durum o kadar gerçekçiydi ki, çok etkilendim. Gülmemiz gereken bir yerde, daha doğrusu herkesin güldüğü yerde, senin ağlamaya başlaman… Ve bundan sonra dışlanıp kovulmak, dahil etmemek, ne kadar acı bir tablo aslında…
En sadık dostumuz köpekler
Dizide Tony ve Lisa’nın evcil köpekleri Brandy, o kadar hisli ve o kadar iç ferahlatıcı performans sergiliyordu ki, hakikaten oyuncu bir köpek olarak şahaneydi. Geçtiğimiz sezon Tony’nin denize doğru yürüdüğü sahnede Brandy’nin endişeli hallerini görenler vardır. Geçrkten sadık dostumuz olabiliyor köpekler ve siz nasıl davranırsanız o da aynı ya da benzer tepkiyle karşılık verebiliyor. ‘Kötü köpek yoktur, kötü sahip vardır’ diyor dizi, gerçekten de öyle, gerçek dostumuz belki de hayvanlardır… Dizinin final bölümünde Tony’nin kanserli çocuklara yaptığı ziyaret sahnesi de çok değerliydi. ‘Cennete inanıyor musun?’ sorusu bir bakıma dizinin özeti gibi tokat adında hissettirse de, yerini duygu seline bıraktı hislerimiz…
Dizinin üstten bakmayan, ders verir gibi bir havasının olmaması beni bağlayan durumuydu aslında. Evet verdiği ciddi mesajlar vardı dizinin, o da alana ve hissedene aslında. Hayatımızı kendi kararlarımızla şekillendiriyoruz. Duygularla hareket etmek mi yoksa mantıkla mı hareket etmek konusu da bu durumda bize kalıyor. Seçimlerimizin sonuçlarına katlanmak da kaderimiz….