gdh'de ara...

İnşaat sektörü: Artık tövbe etme vakti

💢 Kahramanmaraş merkezli depremler önemli toplumsal sorunularımızı gözler önüne serdi.

💢 Para hırsı, sorumluluk almama, işçilikten kaytarma ve daha nicesi...

💢 Bir sonraki depremde benzer hadiseleri görmemek için ne yapacağız? 

1. resim

Tüm Türkiye, Adıyaman merkezli acı yıkımın yaralarını sarmak için çabalıyor. Depremin ve yarattığı derin yıkımın geride kalması için neredeyse tüm dünya seferber oldu. Ancak bu acı olayı geride bıraktıktan sonra, oturup yeni bir depremin olmasını mı bekleyeceğiz? Kahramanmaraş merkezli depremden sonra örneğin olası bir Marmara Depremi ile yeniden benzer görüntüler mi yaşayacağız?

Herkesin kabul edeceği üzere gerçekleşen iki depremin boyutu devasa ve şiddetliydi. Bu denli şiddetli bir deprem maalesef ardında yıkımı bırakacaktır, fakat insan sormadan edemiyor: Binalarımız daha sağlam ve depreme daha dayanıklı olsaydı bu kadar çok yıkım, kayıp ve şehitlerimiz olur muydu? Bu depremden ders çıkaracak mıyız yoksa komplo teorileri, siyasi rant kavgaları, yanlış İslami yorumlar ve tepkileri önlemeye yönelik cezalar ile günü mü geçiştireceğiz?

Depremin yaşandığı andan itibaren depreme ilişkin farklı farklı yorumlar geldi ve bence bu tarz yorumların hepsi asıl odaklanmamız gerekenlerden bizi uzaklaştırıyor. Örneğin, HAARP silahı, Amerikan sismik araştırma gemisi, Amerikan savaş uçağı ve benzeri komplo teorileri aslında şu gerçeği örtüyor: TÜRKİYE BİR DEPREM BÖLGESİDİR. Bu tarz komplo teorilerine kulak verenler depremin Türkiye’nin tabi ve doğal bir gerçeği olduğunu kabullenmeyeceklerdir. Kabul ediyorum deseler bile aslında iç dünyalarında kabul etmeyeceklerdir. Kabul etmediklerinden dolayı da gerekli adımları atmaya yanaşmayacaklardır.

Yine aynı şekilde, siyasi rant kavgaları ve siyasilerin seçim öncesi bu depremi kendi lehlerine araçsallaştırma çabaları da bizi görmemiz gereken gerçekten uzaklaştıracaktır: TÜRKİYE BİR DEPREM BÖLGESİDİR. Hükümeti suçlayanlar, Suriyelileri hedef tahtasına koyanlar veya hükümetin süreci çok başarılı şekilde yürüttüğünü anlatanlar bizi gerçekleşecek bir sonraki depreme hazırlamayacaklardır. Bu tartışmalara odaklanıp, dikkatler asıl yapılması gerekenlerden uzaklaşacaktır. Günah keçisi ilan edilecekler, her kesimin ilgi alanına göre bizi asıl sorunun kaynağından uzaklaştıracaktır. Depremde yaşadığımız travma, farklı emel ve çıkarlara hizmet edecektir.

Buna benzer bir şekilde, depremin insanların günahlarına yönelik ilahi bir ceza olduğunu savunanlar da bizi engelleyecektir. Ki zaten, depremin sebebi olarak günahlarımızı göstermek ayrı bir küstahlık ve hadsizliktir. Ancak eğer illa bir günah aranacaksa, o da dünyanın tabi gerçeklerine hazırlanmayıp, insanlar arasında işlenen günahlara odaklanmak olmalı. Deprem bağlamında belki de en büyük günah, şu gerçeği görmezden gelmektir: TÜRKİYE BİR DEPREM BÖLGESİDİR.

Gerçekleşecek diğer bir büyük hata da depremden sonra müteahhitlere verilecek astronomik cezalar olacaktır. Evet anlıyorum. Herkes sorumluların cezalandırmasını istiyor haklı olarak. Çocuğunu kaybetmiş olan bir anne için çocuğunun katili malzemeden çalan müteahhittir. Ancak bu tarz cezalar uygulandığında gerçek değişmeyecek: Ölenler geri dönmeyecek. Şehit olan insanlar dirilmeyecek. İnsanlar öldükten sonra ceza verip, yeni bir depremde aynı görüntüleri yaşamanın ne faydası olacak? Yada şöyle sorayım: Gaziantep’te yaptığı binayı yönetmeliğe uygun yapmayan müteahhit, depremden dolayı ceza alacak, fakat Kocaeli’nde aynı suçu işleyen müteahhide hiçbir yaptırıma maruz kalmayacak. Bazıları diyecektir; cezaları görünce diğer müteahhitler de korkup bundan sonra benzer usulsüzlükler yapmayacaklardır. Cezalar caydırıcı olacaktır.

Maalesef olmayacak! Olacağını düşünenler ya Türkiye’deki inşaat sektörünü tanımıyorlar yada çok iyimserler. Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür. Cezalar unutulacak. Müteahhitler geçici bir süre inşaatlarını durduracak veya geçici olarak usullere uygun hareket edecekler, sonra yine eski nizama geri döneceğiz. Sistem değişmedikçe de, her büyük depremde maalesef benzer görüntüler yaşayacağız. Hatta, Allah korusun, Marmara depremi yaşadığımız zaman belki de bu depremden daha da fazla yıkım olacaktır.

Peki bu kısır döngüden nasıl çıkacağız?

Tövbe ederek çıkacağız. Evet, tövbe etmek işlenen bir günahı asla bir daha yapmamak üzere pişmanlık duyup o günaha giden yolları kapamaktır. Biz toplum olarak tövbe edip, inşaat sektörünü ıslah etmeliyiz, toplum olarak terapi görmemiz gerekmektedir. İnşaat sektöründe yeni bir düzen ve yeni bir sistem kurmalıyız ve kurulacak bu sistem ile hayatlar kurtarmalıyız. Deprem anında sağlam duran her bina onlarca insan hayatının kurtulması demektir.

Bunu gerçekleştirmek için önce kendimize avutmak isteyenlere müsaade etmemeliyiz. TÜRKİYE BİR DEPREM BÖLGESİDİR gerçeğini gölgelenmesine izin vermemeliyiz. Bu tabi gerçeği kabul etmeliyiz. Bu gerçeği kabul ettikten sonra, her tövbekar gibi hatanın kaynağının bizim kendimizin olduğunu da kabul edeceğiz. Türk milleti olarak, deprem gerçeğine karşı sınıfta kaldık ve biz bu işi beceremedik. Türkiye’de ev almış herkes bilir, yaşamıştır veya görmüştür ki, inşaat sektöründe çok kötü bir kültür hakim. Müteahhidinden, emlakçısına, ustasına ve ev sahibine kadar uzanan tüm kesimlerde ciddi bir çürümüşlük var. Bu çürümüşlükten de kendimiz kendi gücümüzle çıkamayız. Hastanın, yani bizlerin, kendiliğinden iyileşmesini beklemek ayrı bir hata olacaktır.

Türkiye’de milli ve yerli kavramları bağlamında ciddi bir ilerleme kaydedilirken, ahlaki sorunlarımız yüzünden tek başımıza çıkamayacağımız bir çukura düştük. Hızlı para kazanma hırsı, sorumluluğu başkalarına atma hastalığı, insanların gözünü boyama ahlakı, ince işçilikten kaytarma ve daha nicesi yüzünden toplum olarak kötü durumdayız.

Bu yüzden dolayı inşaat sektörünü denetleyecek, binalarımızdaki kolonların kesilip kesilmediğini denetleyecek kapsamlı mekanizmalar kurulmalıdır. Ancak bu mekanizmalar bizler tarafından değil, yabancılar tarafından kurulmalıdır. Türkiye’nin TÜV Türk bağlamında elde ettiği tecrübeden faydalanıp, benzer bir sistemin çok kapsamlısını inşaat sektörü için idame ettirmek gerekir. Örneğin depremle olan tecrübeleri sebebiyle Japonlar veya TÜV Türk’te de olduğu gibi Almanlar ile işbirliğine gidilip, tüm inşaat sektörlerini denetlemek üzere yeni bir mekanizma kurulmalıdır.

Ancak burada TÜV Türk’e kıyasla önemli bir fark bulunuyor. TÜV Türk’te araçlar muayene istasyonlarına geliyor. İnşaat sektöründe denetim için denetimciler binalara gitmek zorunda. Basit görünebilecek bu fark aslında çok önemli. Rüşvet, hemşehircilik ve usulsüzlüklere kapı aralamaktadır. Nitekim eğer Türkiye’deki denetim mekanizmalarda bu yönde sorunlar olmasaydı, depremde bu kadar çok bina yıkılır mıydı?

O yüzden daha da ileriye giderek, kurulacak yeni mekanizmada denetimcilerin kısa ve orta vade de yurtdışından gelecek yabancılardan oluşması gerektiğini düşünüyorum. Biz toplum olarak iyileşesiye kadar bu işi yabancılar yapmalı. Hatta tercihen bu kişiler Türkçe konuşmayı dahi bilmesin. Yurtdışından bir veya daha fazla ülke ile kurulacak bu işbirliği sonucunda kurulan mekanizmanın işleyişini de bizler değil, yabancı uzmanlar bizimle sadece bilgi alarak belirlesin. Bu mekanizma kendi içinde çalışsın ve siyasilerin etki alanında olmasın. Olmasın ki, oy kazanma derdinde olan hiçbir siyasetçi insanların hayatını riske atma pahasına inşaat sektörüne göz kırpmasın.

Evet, bu Türkiye’nin ulusal egemenliği açısında bir sorun olarak görülebilir, fakat ülkemize binlerce yabancı acil kurtarma ekibi ve yurtdışından milyonlarca dolar yardım kampanyaları geleceğine, ülkemize yurtdışından uzmanlar ve denetimciler gelmeli.

Aslında tarihsel olarak da baktığımızda, bizler hayati bir işi yapamıyorsak, yurtdışından uzmanları ithal edip öğrenmeyi de biliyoruz. Osmanlı ordusu savaşlarda kaybedip dönemin savaş teknolojileri ile baş edemeyince, yurtdışından askeri uzmanlar gelmiş ve Osmanlı ordusunu eğitmiş ve komuta etmiştir. Öyle ki Birinci Dünya Harbi’nde Çanakkale’deki destanın başında Alman Limon von Sanders bulunuyordu.

Biliyorum, bu örnek tam olarak uymuyor, fakat egemenliğimiz açısından çok daha sıkıntılı bir olguyu kabul etmiş ve başarı elde etmiş bir millet olarak, inşaat sektörün denetimi gibi bir kısıtlı alanda bu egemenlik kaygılarını bir kenara bırakabileceğimizi söylemek istiyorum.

Tartışma