gdh'de ara...

Kağıttan kaplanlar ormanında Türkiye

Alman generallerin, Kırım Köprüsü’nü vurmak için yaptıkları görüşmenin Rus istihbaratı tarafından dinlenmesi göz ardı edilemeyecek tarihi bir hadisedir.

1. resim

1991 yılında Sovyetler Birliği dağılırken, ekonomisi ve askeri kapasitesinin içerisinde bulunduğu durum itibarıyla Batı medyası bu “imparatorluğun” kağıttan bir kaplan olduğu benzetmesine pek sık başvurmuştu.

Bugünlerde aynı söylemin Çin Halk Cumhuriyeti için de benimsendiğini görüyoruz. Seri bir şekilde donanmasını nicelik olarak büyüten Çin’in savaş gemilerinin nitelik olarak Amerikalı örneklerinin yanına yaklaşamayacağına dair iddialar yazılıp çizilmekte. Ancak uluslararası jeopolitik iklimdeki fırtınaların sertleşmesine bağlı olarak şiddeti artan sınamalar, gerçek savaş sahalarıyla yüz yüze gelen Batı dünyasının ordularına da “kağıttan kaplan” yakıştırmasının yapılabileceğine dair her gün yeni bir örneği sunuyor. Hatta Kızıldeniz’deki Husi tehdidi vesilesiyle ortaya çıkan bilgiler, Batılı donanmaların kağıttan kaplan bile değil, “Potemkin Köyü” olduğu izlenimini uyandırıyor.

Avrupa orduları "Potemkin köyü" mü? 

Potemkin Köyü demişken izah edelim, 18’inci yüzyıl Rusya’sının kudretli ismi Mareşal Potemkin, Çariçe İkinci Katerina ve yabancı ülkelerin temsilcilerini Dinyeper Nehri boyunca Kırım’a doğru bir yolculuğa çıkarır. Maksat Rusya’nın ne kadar müreffeh, bayındır bir ülke olduğunu yabancılara göstermektir.

Potemkin nehir gemileri ile yapılan yolculukta konukların bizzat inceleme fırsatı bulamayacaklarına güvenerek kıyılarda dekordan köyler, kasabalar kurdurur. Tarihten gelen bu dersle Kızıldeniz istikametine bakacak olursak İngiliz ve Alman donanmalarının vaziyeti de benzer şekilde dekordan ibaret oldukları izlenimi uyandırıyor. Tabi o da Kızıldeniz’e ulaşabilen gemileri itibarıyla. Malum İngiltere yeni nesil iki uçak gemisini de muhtelif teknik arızaları nedeniyle yola çıkarmayı başaramadı.

Yine bölgeye gönderilen İngiliz savaş gemilerinin karadaki hedefleri vurmak için kullanması gereken Tomahawk füzelerinin gemilerde hiç olmadığı anlaşıldı. Göreve yollanan Alman savaş gemisinin ise yedek mühimmatının olmadığı, eldeki mühimmatı tükettiği anda geri dönmek zorunda kalacağı belli oldu. 

Rusya - Ukrayna Savaşı'nın gerçek kaybedeni Avrupa olacak

Bu manzara, ABD’nin bir önceki başkanı ve yeniden Beyaz Saray’a dönmek üzere olduğu anlaşılan Trump’ın, Avrupa’yı niye NATO’ya gereken katkıyı vermedikleri gerekçesiyle rahatlıkla tehdit edebildiğini de izah ediyor.

Aslında Trump’tan da önce Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Nixon henüz 1969 yılında Avrupa’nın içerisinde bulunduğu konforu fark etmişti. Nixon, başkan seçildikten sonra Avrupa’ya yaptığı ziyarette, SSCB ile tansiyonu düşürerek Avrupa’yı kendi savunma sorumlulukları ile baş başa bırakmanın zeminini yoklamıştı. (Savunmaya para harcamak yerine ABD ekonomisinin ihyasına yönelmeyi tercih eden Nixon’ın 1972 yılında bugüne kadar ve öncesinde benzeri görülmemiş seçim zaferine rağmen, “generallerin” Oval Ofis’e yaptığı ziyaret neticesinde görevden çekilmek zorunda kalmasının sebebi olarak “Watergate” gibi skandalların ötesine bakmak gerekiyor) .

Nixon, Çin Halk Cumhuriyeti ile kurduğu ilişkiler ve Kruşçev ile tesis ettiği diyalogla hedefinde mesafe almış ancak amacına ulaşamamıştı. Trump’ın uygulamaya çalıştığı politikalarla Nixon dönemi söylemleri arasındaki benzerlikler dikkat çekici. Eğer bu söylemler, Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşüyle bu defa hayata geçerse Rusya-Ukrayna Savaşı’nın gerçek mağlubu Avrupa olacak.

Savaşın yeniden alevlenmesini takiben ambargolar ve Kuzey Akım hatlarının imha edilmesiyle Avrupa’yı enerji alanında kendisine bağlama yolunda büyük mesafe kat eden ABD, artık siyasi ve askeri alanda da kıta üzerinde tam hegemonyasını tesis etmenin eşiğinde. 

Avrupa SSCB dağılınca jeopolitik mücadele bitti zannetti

Yaşananlar yalnızca Batı Avrupa’nın Birinci Soğuk Savaş döneminde, savunmasını tamamen Amerikan nükleer şemsiyesine emanet etmesinden kaynaklanan bir konforun sonucu değil. Mesele daha dramatik düzeyde, karizmatik liderlik döneminin sona ermesiyle paralel olarak, Birinci Soğuk Savaş’ın ardından Avrupa’da geleceği okuyacak nitelikte liderlerin kalmamasıyla ilgili.

Birinci Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle küresel liberalizmin tüm cephelerde kazanacağı zafere mutlak şekilde iman etmiş olan Batı Avrupa’nın, bir daha asla sıcak çatışma yaşamayacaklarına ya da Rusya’nın jeopolitik mücadele sahnesine dönemeyeceğine dair kapıldığı hayaller duvara tosladı. (Bu halüsinasyonun ülkemizdeki temsilcilerini “Suriye’de ne işimiz var, Libya’da ne işimiz var, Irak’ta ne işimiz var? sorularıyla tanıyabilirsiniz).

2025'te cevaplanması gereken sorular çok

Gelinen noktada sorulması ve cevaplanması gereken pek çok soru var. Savunma sanayiinde içerisinde bulunduğu sefalet acaba Avrupa Birliği’nin 30 yıldır ortak bir savunma kimliği oluşturamamasının başlıca sebebi mi? Fransa’nın 2023 yılından itibaren Romanya, Moldova ve Ermenistan’a silah satışında öne çıkması, hatta Ukrayna ile güvenlik anlaşması imzalama noktasına gelmesi, aynı zamanda ABD’ye karşı bir özerklik arayışının ve Almanya’dan ayrışmanın gayretinin sonucu mu?

Rusya Devlet Başkanı Putin, Ukrayna Savaşı’nı 2026’ya kadar uzatabileceğini söylerken, Avrupa ordularının içerisinde bulunduğu bu durumdan mı cesaret alıyor? Rusya, önümüzdeki günlerde Transdinyester’i ilhak ederek Ukrayna’nın liman kenti Odesa’yı ele geçirmek için batıdan bir cephe açarsa, Avrupa ülkeleri hangi orduları ve mühimmatları ile buna yanıt verebilecek? Üyelik müzakereleri başlatma kararı aldıkları Moldova’nın topraklarını koruyacak iradeyi Avrupa ülkeleri gösterebilecekler mi?

ABD’de Trump’ın yeniden başkan seçilmesi ihtimali, 5 Mart Salı günü büyük ölçüde garantilenecek. “Süper Salı” olarak adlandırılan ön seçimlerden çıkacak sonuçla Trump yalnızca Cumhuriyetçi Parti içerisinde değil, başkanlık yarışının finali için de rakipsizliğini ortaya koyacak. Peki bu senaryo gerçekleştiğinde, Avrupa yalnızca NATO için yaptığı ödemeleri artırmakla kurtulabilecek mi?

Putin ile uzlaşma yoluna gideceği anlaşılan Trump’ın şekillendireceği Atlantik-Avrupa ilişkilerinin doğası, Avrupa Birliği’ni parçalanmaya sürükleyebilir mi? Bir de buna Avrupa’daki popülist/aşırı sağın yükselişi eklendiğinde acaba bizi 2025 yılında nasıl bir Avrupa bekliyor olacak? Gündeme gelebilecek soruların sonu yok gibi. 

Almanya'nın bugünkü hali kimseyi aldatmamalı

Bu bağlamda Alman generallerin, Kırım Köprüsü’nü vurmak için yaptıkları görüşmenin Rus istihbaratı tarafından dinlenmesi meselesini de not etmek lazım. Almanya’da 2022 yılında bir darbe girişimi ortaya çıkarılmıştı. Bu konunun soruşturma ve yargı sürecine dair bir habere rastlamak neredeyse mümkün değil.

2023 yılının Kasım ayında ise bir dikkat çekici gelişme daha yaşandı. Almanya’daki aşırı sağcı AfD partisi yetkilileri ile bazı işadamlarının Potsdam’daki bir otelde toplanarak düzensiz göçmenlere yönelik “kitlesel sınırdışı planlarını” ele aldıkları öne sürüldü. Hatta bu toplantıya Hristiyan Demokrat Parti üyelerinin de katıldığı iddia edildi.

Toplantıya katılanlar, İngiltere’nin yürürlüğe koymaya hazırlandığı şekilde, milyonlarca sığınmacıyı muhtemelen Afrika’daki üçüncü bir ülkeye yollamanın planlarını ele aldılar. Hatta bu insanların yanı sıra “asimile olmamış, Alman kökenli olmayan kişilerin” sınır dışı edilmesinin yolları da yine bu toplantıda değerlendirildi. Anketler Almanya’da ikinci parti konumuna yükseldiği görülen AfD’nin görmezden gelinemez biçimde iktidar ortaklığına yürüdüğüne işaret ediyor.

Ortaya çıkarılan Alman generallere dair dinleme skandalı, bir sonraki federal seçimlerin ardından Almanya’da yalnızca savunma sanayiine ilişkin kökten değişiklikleri tetiklemekle kalmayabilir. Alman ordusunun yapısı ve komuta kademelerinde de, İkinci Dünya Savaşı sonrasında teşkil edilen organizasyon şeması tamamen değişebilir. Gözden kaçırılmaması gereken bir tarih dersini daha hatırlamak lazım.

Almanya, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Versay Anlaşması’nın getirdiği tüm kısıtlamaları aşarak 20 yıldan kısa sürede aşarak tüm kıta Avrupa’sına hakim olacak bir endüstri ve ordu teşkil edebilmişti. Almanya’nın bugünkü haline bakarak bu potansiyeli hafife almak bir başka tarihi hata olacaktır.

Tartışma