Kan, obsidyen ve Teotihuacan ayna kültü

Orta Amerika’da var olmuş en büyük şehir devleti, gücünü parlak nesnelere ve insan kanına duyduğu tüyler ürpertici arzudan almış olabilir.

1. resim

Mezoamerika’da var olmuş en büyük şehir devleti, gücünü parlak nesnelere ve insan kanına duyduğu tüyler ürpertici arzudan almış olabilir.

Bunların her ikisi de obsidyen olarak bilinen jilet keskinliğindeki volkanik cam ile karşılanabiliyordu.

Kolomb öncesi Teotihuacan kentindeki bir kurban tapınağı üzerinde yapılan yeni bir analize göre, halkın bu yansıtıcı materyale olan hayranlığı, aynalara ve kan dökmeye yönelik adeta saplantıya dönüşen bir kültle sonuçlandı ve tüm bunlar imparatorluğun genişlemesiyle ayrılmaz bir şekilde bağlantılı hale geldi.

Aztek uygarlığından 1.000 yıldan fazla bir süre öncesine dayanan Teotihuacan metropolü, MÖ 100’den MS 800’e kadar orta Meksika’da varlığını sürdürdü.

Diğer pek çok Mezoamerika kültüründe olduğu gibi, şehrin elitleri, bilim insanlarının “yansıtıcı yüzey kompleksi” olarak adlandırdıkları durumdan muzdaripti ve geleceği görmek ve tanrılarla iletişim kurmak için kehanet araçları olarak düzenli olarak pirit ve obsidyen aynalar kullanıyorlardı.

Ancak Dr. Trenton Barnes tarafından yapılan yeni bir çalışmaya göre, parıltılı yüzeylere duyulan bu düşkünlük sadece kahinlikten çok daha derinlere uzanıyor ve gerçekten dehşet verici bazı uygulamalara ilham veriyordu.

Barnes, bu kanlı ayna kültünün kanıtlarının, ikonik antik kentin en büyük üçüncü yapısı olan Tüylü Yılan Piramidi’nde bulunabileceğini söylüyor.

Barnes’a göre tapınak, “daha sonra Nahuatl dilini konuşan Aztekler arasında Quetzalcoatl olarak adlandırılan Tüylü Yılan tanrısının ortaya çıktığı aynaları tasvir eden yüzlerce anıtsal heykel” ile süslenmişti.

Ne yazık ki, MS 200 civarında inşa edildiğinden beri bu alan defalarca yağmalandı. Ancak heykellerden birinin göz çukurlarına yerleştirilmiş olan yansıtıcı obsidyen diskler hala yerinde duruyor.

Barnes, “Tüylü Yılan Piramidi’nin dış cephesine muhtemelen bu türden yüzlerce ayna yerleştirilmişti” diye yazıyor. “Açık bir günün sonuna doğru, güneş batı ufkuna yaklaştığında, heykel başlarının siyah gözleri yansıyan ışıkla alev alev yanardı.”

Yine de tapınak bundan çok daha fazlasıydı. Arkeologlar piramidin altında yaklaşık 200 insan kurbanının iskeletlerini keşfettiler. Bu sayı, o dönemde Mezoamerika’da gerçekleştirilmiş en büyük ritüelistik öldürme olayıydı.

Bu kurban kalıntıları arasında çok sayıda obsidyen bıçak ve ok ucunun bulunması, bu malzemenin kan dökmek ve insan hayatını ritüelistik olarak bitirmek için kullanıldığını düşündürüyor. Böylece, obsidyen aracılığıyla aynalar ve kan arasında açık bir bağlantı kurulmuştu.

Bunu tarihsel bir bağlama oturtan Barnes, piramidin inşasının Teotihuacan’da obsidyen madenciliği ve ithalatında büyük bir artışla aynı zamana denk geldiğini belirtiyor. Bu sadece daha fazla aynaya erişim sağlamakla kalmamış, aynı zamanda imparatorluğun kanlı silahlarının üretildiği hammaddeleri de güvence altına almıştı.

Bu sebeple piramidin altında bulunmuş olan kurbanların birçoğunun yabancı topraklardan gelmiş gibi görünmesi önemli.

Bu noktadan bakıldığında Barnes, Tüylü Yılan Piramidi’nin kan ve aynalar arasındaki bağlantıyı kodlayarak Teotihuacan’ın gücünü pekiştirmenin bir aracı olarak inşa edildiğini ve böylece şehrin “savaşçı yayılmacı ve emperyalist devlet ideolojisinin” bir anıtı olarak durduğunu ileri sürüyor.

“Bu yapının tamamlanmasından itibaren, kan ve aynalar, ikinci grupta öne çıkan obsidyen aletler, Teotihuacan kozmolojisinde eşleştirildi”

Başka bir deyişle, ayna kültü Teotihuacan’da tam da obsidyenin savaş silahları ve kurban bıçakları için kullanımının yaygınlaştığı dönemde ortaya çıkmış gibi görünüyor.

Hem savaşın hem de insan kurban etmenin siyasi kontrolün kurulmasında temel olduğu göz önüne alındığında, kan ve aynalar arasındaki dini ilişki, devletin emperyal hırslarının kilit bir bileşeni olarak görülebilir.

Barnes şöyle diyor: “Daha mecazi bir ifadeyle ayna, devletin obsidyenle kan dökme kapasitesini ima ediyordu.”

Tartışma