Kök hücremiz Rumeli'de
Rumeli'de Türkünden ayrı, Arnavutundan ayrı, Boşnağından ayrı, Pomağından ayrı kokuyor tarihimiz. Kök hücre gibi Rumeli’nde sakladığımız bir şeyler var; görünce hasretle iç çektiğimiz.
Prizren sokaklarını sevgili Engin Noyan abimizin refakatinde gezerken bize dair bu yaşıma kadar bilmediğim çok şeyi öğrendim. Kültürümüzün bize çok yakışan öyle hassaları var ki, hayranlıkla ve maalesef velhazen hayretle dinliyorum.
Potok adı verilen su kanalları evden eve geçiyor ve en büyük tabu akan potoku kirletmekmiş bu mübarek şehirde. İki komşu evin arasındaki “kapicik” (rica ederim I harfiyle kapıcık şeklinde okumayınız; hakikaten kapicik) komşudan komşuya geçmek için sokağa çıkmaya mecbur bırakmazmış bu şehrin mahremiyetine düşkün hanımlarını.
Misafirlerimize yük olmamak, biraz da mahcup olmamak için tokuz diye kasem edip yanlarından ayrıldıktan sonra; Halveti tekkesinin yanındaki köfteci Ali Kemal’e mahcup oldu hânis bendeniz. Yedirdi-içirdi, beş kuruş almadı bu koca Türk. Yalvar yakar oldumsa da, almadı.
Güngörmüş, tertemiz esnaf görünce ben, yine mahzun oldum. Kök hücre gibi Rumeli’nde sakladığımız bir şeyler var; görünce hasretle iç çektiğimiz. Ohri’de, Ali Paşa Camii’nin şadırvanında leğenlere konulmuş havlulara bakınca hatırıma Bosna Hersek’teki ilk Cuma namazım geldi.
İmam Efendi’nin minbere, elinde bir dosyayla çıkıp, hutbeyi dimdik okuduğunu gördüğümde; katlanmış hutbe kağıdını kıç cebinden çıkararak okuyan Türkiyem’in imamları gelmişti. Şimdilerde cep telefonundan okuyorlar hutbeyi.
Rumeli’nde dine ve kültüre ait ne varsa bir mehabetinin olduğunu görmek, bol bulup da bunayanların diyarından gelen beni her seferinde hüzünle mutluluk karışımı bir hisse sevk ediyor.
Her neyse, çarşısında Türkçe bilmemenin ayıp sayıldığı, “Bu çuyli Türkçe bilmez” diye hakir görüldüğü bu şehirde yine mahzun oldum. Her gelişimde mahzun olurum buralara, yine oldum.
Gah bu illerin elimizden gittiğine üzüldüm gah elimizdeki cevherin kıymetini bilmeyişimizin nihayetsizliğine üzüldüm gah hem kel hem fodul insanımızın gurbette yaşayan insanımıza karşı takındığı burnu büyük tavrı düşündüm üzüldüm; ezcümle çok elem tattım bu mübarek zevkin içinde…
Türkünden ayrı, Arnavutundan ayrı, Boşnağından ayrı, Pomağından ayrı kokuyor tarihimiz. İngilizce bilmeyenlerin “çuyli” sayıldığı bir diyardan geldiğim ve Rumeli’nin mübarek insanı kadar bizden kokamadığım için içimde yürüttüğüm muhavereyi, bir parça mahcup, kapadım gitti.
Gelgelelim, bizi müteselli kılan vesileleri yok saymak gibi bir hataya da düşmedim. Raif Vırmiça abimiz boyu kadar kitap yazmış: Kosova tekkelerini yazmış, bölgenin türkülerini derlemiş, ilahilerini derlemiş, divanları derlemiş, gündelik hayata dair yitip gitmesi muhtemel değerleri derlemiş…
Tohum bankası gibi şey. Bir gün bir yerlerden ölmüş bedenimizi diriltmeye bir nefha arayacak olursak bu illerde, Raif abi gibi abilerde bulacağımızı görmek tesellisi kafi geldi. Allah’a emanet olsunlar. Vesselam