Mises Institute: Dünyadaki çatışmalar Avrupa'daki güvenlik korkusunu artırdı!
Bölünmeler ve iki katmanlı bir Avrupa savunması, Avrupa'nın güvenliği için Rusya'dan daha büyük bir tehdit. Dünyadaki çatışmalar sonrası ortaya çıkan yeni gerçeklikte, Avrupa güvenliğini nasıl sağlayacak?
Avusturya merkezli Mises Institute'de, Avrupa ülkelerinin gerek Rusya-Ukrayna savaşı gerekse de dünyadaki çok sayıda noktada yaşanan çatışmalardan kaynaklı olarak, güvenlik başlığında nasıl etkilendiğinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Avrupa içerisindeki bölünmelerin ve iki katmanlı bir Avrupa savunmasının, Avrupa'nın güvenliği için Rusya'dan daha büyük bir tehdit oluşturduğu belirtilen analizde, yaşanan gelişmelerin Avrupa'nın güvenlik alanında ABD'ye nasıl muhtaç bir konumda olduğunu ortaya çıkardığı da belirtildi.
İşte Mises Institute'de yayınlanan analiz:
Çekya, Polonya, Macaristan ve Slovakya cumhurbaşkanları, askeri yardım konusundaki farklı görüşlerine rağmen Ukrayna'yı destekleme konusunda ortak bir zemin bulmayı şimdiye kadar zor da olsa başardılar.
Çekya ve Polonya Ukrayna'nın güçlü destekçileri olurken, Macaristan silah sağlamayı reddetti ve Kiev'i etnik Macar azınlığın haklarını ihlal etmekle suçladı. Slovakya ise askeri yardımını sona erdirmekle birlikte insani yardım sunmaya devam ediyor. Liderler, Rusya'nın Ukrayna'daki savaşta galip gelmesine izin verilmemesi konusunda görüş birliği içinde.
Topluca Visegrad Grubu olarak bilinen bu ülkeler, askeri, ekonomik, kültürel ve enerji ile ilgili alanlarda işbirliğini teşvik ederken AB ile entegrasyonlarını ilerletmeyi amaçlamaktadır.
Bu dört ülkenin hepsi Bükreş Dokuzlusu, AB ve NATO üyesidir. Ukrayna'daki savaş bu grubun daha geniş bir alana yayılmasını sağlamış ve üyelerinin farklı görüşlerine rağmen, özellikle NATO sayesinde askeri alanda geniş ölçüde uyum sağlamıştır.
Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, kıtanın savunmasının geleceğini etkileme konusunda giderek daha sesli ve iddialı hale geliyor. Zira, eğer Avrupalılar Rusya'yı en büyük askeri tehdit olarak görüyorlarsa, o zaman bu ülkeler ilk savunma hattıdır.
Bu nedenle bu yılın başlarında Polonya ve Estonya'nın başını çektiği Doğu Avrupa ülkelerinden oluşan bir koalisyon NATO üyelerini savunma harcamalarını gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 2'sinden yüzde 2,5'ine hatta yüzde 3'üne çıkarmaya çağırdı.
Özellikle Polonya'nın önceki hükümeti bu artışın sağlanması için bastırmış ve GSYİH'sinin yüzde 4'ünü orduya harcamayı taahhüt ederek GSYİH yüzdesi bakımından NATO'nun en büyük harcama yapan ülkesi olmuştur.
Ayrıca Macaristan, Romanya ve Slovakya da GSYİH'nin yüzde 2'si olarak tavsiye edilen asgari oranı karşılamakta ya da aşmaktadır.Savunma harcamalarındaki bu artış Ukrayna'daki savaşa bir yanıt niteliğindedir ve Avrupa'daki güvenlik gücünün merkezinin doğuya doğru kaydığını göstermektedir.
Bu ülkeler aynı zamanda ordularını modernize etmeye çalışmakta ve askeri yığınakları için yabancı tedarikçilere bağımlı durumdadırlar. Bu ülkelerin artan harcamalarının NATO'nun stratejik odağı üzerinde etkileri vardır ve Doğu Avrupa ülkelerinin NATO ve AB içinde savunma konularında daha güçlü bir söz hakkı kazanmalarına yol açabilir.
Ancak, bu genişleyen savunma bütçelerinin nasıl harcanacağı ve Avrupa'nın güvenlik kaygılarının sadece kıtasal hale gelip gelmeyeceği, öncelikle Rusya'dan gelen tehditlere karşı koymaya odaklanıp odaklanmayacağı konusunda endişeler mevcut.
Avrupa'nın savunma alanında kendine daha fazla güvenmesi yönündeki çabalara rağmen, ABD gücüne duyulan ihtiyaç devam etmekte ve Doğu Avrupa ülkeleri Washington'un güvenlik garantörü rolünü genel olarak daha fazla kabul etmektedir.
Özellikle Polonya, topraklarında kalıcı bir Amerikan askeri varlığı istiyor.
Avrupa'nın tehditleri nasıl analiz ettiğinin altında yatan sorunlar var ve bu ülkelerin Batı Avrupalı komşularının kendilerini dinlediğini ya da belirledikleri tehditlerle ilgilendiğini düşünmedikleri çok açık.
Bu da iki katmanlı bir Avrupa savunma hiyerarşisini göstermektedir. Yani; kendi yollarını izleyen Fransa ve Almanya'nın yer aldığı batı ve gerçek bir destek almadan ilk savunma hattı olarak bırakıldıklarını hisseden orta ve doğu ülkeleri.
Eylemden çok konuşma var
Ukrayna'daki savaşın açık kanıtlarından biri de Avrupalıların askeri kapasitelerine az harcama ve az yatırım yapıyor olduğu gerçeğini ortaya çıkarmış olmasıdır.
Şimdilik yapılan açıklamalar, tanklar ve ağır toplarla daha geleneksel bir savaş pozisyonuna geri dönme isteğini gösteriyor. Ancak kilit noktalardan biri tedarik zinciri ve askeri sanayi kapasitesidir.
Bu nedenle bu ülkeler, anlaşılır bir şekilde kendilerini Avrupa Savunma Ajansı'ndan ziyade transatlantik ittifakla daha tatmin olmuş hissediyorlar. Bir perspektife oturtmak gerekirse, Avrupa Savunma Ajansı'nın bütçesi sadece 47.5 milyon Dolar ve bu yıl yüzde 15 oranında arttırıldı. Bu da kapasite gelişimini ve yeni girişimleri desteklemek için yeterli değil.
AB'nin transatlantik ittifaka güçlü bir şekilde bağlı kalması gerektiğine şüphe yok.Ancak aynı zamanda tüm üyelerini daha güçlü askeri kapasite geliştirmeleri ve korunmalarını sağlamaları konusunda destekleyen net ve tutarlı bir uzun vadeli vizyon ortaya koymalı.
Avrupa çapında ve ulusal düzeydeki bu ikili egemenliğin gelecekteki bu gelişmenin önünde büyük bir engel olduğu çok açık Bu durum, AB göç ve sınır kontrolü gibi kilit konularda farklı görüşlerle karşı karşıya kaldıkça daha da belirginleşmektedir.
Ukrayna'daki savaş, AB'nin Rusya riskiyle nasıl yüzleşileceği ya da bu riskin nasıl azaltılacağı konusunda farklı görüşlere sahip olduğunu ve uyum içerisinde olmadıklarını ortaya koymuştur.
Bu arada, AB'nin ABD'ye savunma konusunda ne kadar bağımı olduğunu da net bir şekilde göstermiştir.
Açık olan bir şey var: bölünmeler ve iki katmanlı bir Avrupa savunması, Avrupa'nın güvenliği için Rusya'dan daha büyük bir tehdit.