NATO Dışişleri Bakanları zirvesi: Ukrayna için gerçeklerle yüzleşme vakti
Ukrayna’daki savaş bir yıpratma savaşına dönüşmüş durumda. Ancak savaş, yalnızca Rusya'yı yıpratmıyor.
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) Dışişleri Bakanları zirvesi, 28-29 Kasım tarihlerinde Belçika’nın başkenti Brüksel’de gerçekleşiyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da katıldığı zirvenin iki önemli gündem maddesi bulunuyor. Bunlardan ilki, İsveç’in NATO üyeliği mevzusu.
Türkiye ve Macaristan’ın İsveç’in üyeliğine ilişkin prosedürü tamamlamamış olması, Stockholm yönetiminin ittifaka katılmak için biraz daha bekleyeceğini gösteriyor. İsveç’in akıbetini de aslında kendi eylemleri belirleyecek. Zirvede NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Dışişleri Bakanı Antony Blinken başta olmak üzere Batılı yetkililerin İsveç’in üyelik sürecinin hızlandırılması için Türkiye’ye baskı yapması muhtemel.
Olası baskılara rağmen bu konuda Ankara’nın baskılara boyun eğmeyerek duruşunu koruyacağı, süreci zamana yayacağı ve İsveç’in birtakım adımlar atmasını bekleyeceği öngörülebilir. Dolayısıyla İsveç’in NATO’ya katılması, kısa vadede pek mümkün gözükmüyor. Ancak uzun vadede imkansız da değil.
İsveç meselesini bir kenara bırakmak gerekirse, NATO Dışişleri Bakanları zirvesine damga vuracak asıl meselenin Ukrayna’nın NATO üyeliği konusundaki müzakereler olacağı öne sürülebilir.
Ukrayna’nın NATO hayalperestliği
Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba’nın Brüksel’deki temaslarından umutlu olduğu söylense de bu iyimserliğin gerçeklikten kopuk olduğuna dikkat çekilmeli. Zira Ukrayna, NATO’nun kışkırtması ile benimsediği jeopolitik duruş neticesinde Rusya’nın işgaline maruz kalmasına rağmen mevcut durum itibariyle NATO’nun genişleme kriterlerini karşılamıyor. Tam olarak özelde Kuleba’nın ve genelde ise Kiev’in yüzleşmesi gereken gerçek bu. Bu konunun biraz daha açılması, meselenin anlaşılabilmesi açısından yararlı olacaktır.
En temelde Ukrayna, gerek 2014’teki Euromeydan olayları ile başlayan ve Kırım’ın uluslararası hukuka aykırı bir biçimde Rusya tarafından ilhak edilmesi ile neticelenen sürece gerekse de 24 Şubat 2022’de başlayan ve hala devam eden Rusya – Ukrayna Savaşı’na NATO yönelimi sebebiyle maruz kaldı.
NATO Ukrayna’yı ateşe mi attı?
NATO ve Avrupa Birliği (AB) ama özellikle de NATO, Ukrayna’yı Batı yönelimi konusunda teşvik ederek söz konusu ülkenin Rusya karşıtı bir çizgide konumlanmasını sağladı. NATO’nun amacı, Rusya’nın kuşatılması ve Karadeniz’in bir “NATO Gölü”ne dönüştürülmesiydi.
Buna karşılık Rusya ise NATO’nun 2007 yılında Romanya ve Bulgaristan’ı üye olarak kabul ettiğinde eski Varşova Paktı ülkelerinde ulaşabileceği azami sınırlara ulaştığını düşünüyor ve NATO genişlemesinin Soğuk Savaş sonrası dönemde Moskova yönetimine verilen güvencelerin ihlal edilmesi anlamına geldiğini belirtiyor.
Söz konusu yaklaşım çerçevesinde NATO’nun genişlemesini savaş sebebi olarak gördüğünü ifad eden Moskova yönetimi, bu konudaki kırmızı çizgisini göstermek için 2008 yılında Gürcistan’a ve 2014 senesinde de Kırım ve Donbas üzerinden Ukrayna’ya müdahale etti. 2022 yılında ise Kremlin'deki karar alıcılar, Kiev’in NATO yönelimini Ukrayna’nın tam ölçekli işgalini amaçlayan savaş ile yanıtladı.
Savaş yalnızca Rusya’yı mı yıpratıyor?
Ukrayna’daki savaş bir yıpratma savaşına dönüşmüş durumda. 21 aydır devam eden çatışmalarda taraflar, birbirlerine üstünlük sağlayabilmiş değil. Mevcut veriler, tarafların böylesi bir üstünlük kurmalarının da kolay olmadığına işaret ediyor. Dolayısıyla uzun yıllar devam edecek bir yıpratma savaşı söz konusu.
Kuşkusuz bu savaşta Ukrayna, sahadaki direncini Batı’nın gönderdiği yardımlara ve Rusya’ya uygulanan yaptırımlara borçlu. Bu ortamda özellikle de Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İngiltere, Rusya’ya orta büyüklükte bir güç olduğunu kabul ettirebileceği yerin Ukrayna’daki savaş olduğunu düşünerek Kiev’in sonuna kadar destekleneceğini belirtiyor.
Batı Ukrayna’ya verdiği desteği sürdürebilir mi?
ABD’de hükümet bütçesinde yaşanan krizde ilk vazgeçilenin Ukrayna yardımları olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, akıllara Batı açısından Ukrayna’ya verilen desteğin sürdürülebilirliği sorusu geliyor. Öyle görünüyor ki hiç kimse Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodomyr Zeenskiy kadar zafere inanmıyor. Buna ABD de dahil.
Üstelik Kıta Avrupası’ndaki durum çok daha kırılgan. Macaristan gibi savaşın başından itibaren Rusya ile ilişkilerin devam ettirilmesini savunan aktörler, zaten AB’nin politikasını sert bir biçimde eleştiriyor. Bu konuda Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın “AB’nin planı şuydu: Biz para vereceğiz ve Ukraynalılar ölecek.” şeklindeki çıkışı son derece dikkat çekici. Aynı konuşmasında Macar lider, Rusya’nın kaybetmeyeceğini de açıkça dile getirdi.
Elbette AB içerisindeki kırılganlık Orban’dan ibaret değil. Slovakya da benzer bir tavır içerisinde. Ancak çok daha mühim olan AB’nin başat güçlerinin yaklaşımı. Başta enerji bağımlılığı olmak üzere çeşitli nedenlerle Almanya, Ukrayna’ya yönelik askeri yardımlarda stratejik silahları göndermekten imtina etmekte ve süreçleri ağırdan alarak Ukrayna’nın desteklenmesine isteksiz olduğunu göstermekte.
Fransa ise ABD’ye rağmen Çin dahil arabulucuların çabalarını önemseyen bir yaklaşım içerisinde. Tüm bu gelişmeler ise zafere inanma noktasında Zelenskiy’nin her geçen gün daha da yalnızlaştığı anlamını taşımakta.
NATO Dışişleri Bakanları zirvesi açısından da durum farksız. NATO liderleri artık Ukrayna’ya yardımlar konusunda da Rusya’ya uygulanacak yaptırımlar konusunda da eskisi kadar istekli ve ciddi adımlar atmıyorlar. Adım atmadıkları gibi, üyelik konusunda cesaretlendirerek savaşın içine sürükledikleri Ukrayna’ya üyelik de vadetmiyorlar.
ABD NATO üyeliği konusunda Ukrayna’yı kandırdı mı?
Kiev’in isteğine rağmen NATO’nun Ukrayna’ya üyelik vadetmemesinin iki nedeni var. Bunlardan ilki, NATO’nun genişleme kriterleri. Aslında Ukrayna, 2022 yılının Şubat ayında başlayan savaştan önce de Kırım’ın ilhakı sebebiyle NATO’nun genişleme kriterlerini karşılamıyordu. Zira sınırlarında tartışmalı bir durum vardı ve dondurulmuş da olsa bir çatışmanın tarafıydı.
Kiev’deki karar alıcıların mevzubahis durumun farkında olmamaları mümkün değil. Ancak Ukraynalı yetkililer, istisnai üyelik alabileceklerini düşündüler. NATO ise emsal teşkil etmemesi ve ilerleyen dönemlerde başka krizlerde de kullanılmaması için böyle bir kapıyı açmış değil. Açacak gibi de gözükmüyor.
İkinci husus da ilki ile ilişkili. NATO Antlaşması’nın 5. maddesine göre, ittifak üyesi bir devlete yapılan saldırı, tüm müttefiklere yapılmış kabul edilmektedir. Bu çerçevede Ukrayna’nın NATO üyesi olması demek, Kiev’in çağrısı doğrultusunda müttefiklerin Rusya’ya savaş açmak zorunda kalması demek. Bu da Rusya – NATO Savaşı anlamına gelecektir. Buna Üçüncü Dünya Savaşı da denilebilir.
Batı’nın Rusya’ya karşı Ukrayna üzerinden vekalet savaşı yürütmesinin Üçüncü Dünya Savaşı’na evrilebilecek bir asaleten savaşa kıyasla çok daha tercih edilebilir bir senaryo olduğu aşikar.
Tüm bu nedenlerden ötürü NATO, Rus saldırganlığına karşı Ukrayna’nın destekleneceğini ve müttefiklerin Kiev’e yönelik yardımlarının sürekliliğinin önem arz ettiğini açıklasa da Ukrayna’nın NATO üyeliği hususunda somut adımlar atmaktan kaçınıyor. Daha ziyade uzun vadeli hedefleri ortaya koyarak Kiev’e kapıları açık tutan ama altından kalkılması hele ki savaş koşullarında son derece zor olan ev ödevleri vermeyi seçmekte.
İsveç’in olası Rus tehdidi sebebiyle üyeliğinin aceleye getirilmek istendiği bir dönemde, Rus tehdidini gerçek anlamda hisseden bir aktöre sergilenen bu tutum ise NATO’nun Ukrayna konusunda samimi olmadığının göstergesi. Kiev, ABD’nin liderliğindeki NATO eliyle ateşe sürüklendi. Binlerce Ukraynalı öldü ve NATO üyeliğine hiç de yakın değil.
Üstelik Ukrayna’nın desteklenmesine yönelik açıklamalara rağmen Batı’da Kiev’in Moskova ile anlaşmayı kabullenmesi için yapılan çağrılar artıyor. Bu yönde çeşitli görüşler ifade ediliyor. Bunun en önemli sebebi ise Ukrayna’nın yaz aylarında başlayan karşı taarruzunda istediği ilerlemeyi kat edememesi. Dolayısıyla Ukrayna’nın Rus işgaline direnişinde Batı’dan gelen destek her geçen gün daha da kırılganlaşıyor. NATO Dışişleri Bakanları zirvesi de bunu bir kez daha teyit ediyor.