Paşinyan'ın önündeki zorluklara rağmen Bakü-Erivan hattında kalıcı barış mümkün mü?

💢 Paşinyan, Azerbaycan'la normalleşmenin Ermenistan'ın çıkarına uygun olduğuna inanıyor.

💢 Karabağ'daki 30 yıllık işgal, diasporayı zenginleştirirken; Ermeni halkını fakirleştirdi ve Paşinyan da bunun farkında.

1. resim

9 Kasım 2020’de imzalanan Moskova Deklarasyonu’yla sona eren İkinci Karabağ Savaşı, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü teşkil ederken; Güney Kafkasya’daki normalleşme ve işbirliği süreçleri için de mühim bir eşiğin aşılmasını sağlamıştı.

Kuşkusuz Güney Kafkasya’da kalıcı barışın teşkil edilmesi, Türkiye ile Türk Dünyası arasındaki kesintisiz kara bağlantısnın oluşmasını mümkün kılacak, Hazar merkezli enerji projeleri üzerinden Azerbaycan ve Ermenistan’ın jeostratejik ve jeoekonomik önemini arttıracak, halihazırda var olan transit ve enerji güzergahlarının en stratejik konumunda bulunan Orta Koridor’un ticaret yollarındaki rolünü pekiştirecek ve Ermenistan’ın uluslararası toplumdan izole olmasına yol açan engelleri ortadan kaldıracak.

Elbette Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan da normalleşmenin Erivan’ın çıkarlarına uygun olduğunun farkında. Zira Ermenistan, 30 yıl boyunca Karabağ’ı işgal ederek uluslararası hukuku ihlal etmiş ve bunun neticesinde uluslararası toplum tarafından tecrit edilmiş bir ülke. Ancak işgal yanlısı politikalar, dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Ermeni diasporalarını zenginleştirirken; Ermeni halkına fakirlikten başka bir şey getirmemiştir. Bu yüzden de Ermenistan,  Rusya ve İran’a bağımlı hale gelmiş vaziyette. Aslında Paşinyan'ın değiştirmek istediği şey de tam olarak bu.

Anlaşılacağı üzere Erivan yönetimi, bölgedeki normalleşme süreçlerinin işlemesinden yana. Paşinyan'ın açıklamaları da bu yönde. Çünkü Batı yanlısı bir siyasetçi olan Ermenistan Başbakanı, ülkesinin Batı’ya açılmasının yolunun Azerbaycan ve Türkiye’yle normalleşmekten geçtiğini biliyor.

Bu bilinci son olarak Paşinyan’ın 25 Temmuz’daki açıklamalarında da gördük. Ermeni lider, bahsi geçen tarihte düzenlediği basın toplantısında Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne vurgu yapmış ve Karabağ Ermenileri mevzusunda da Bakü’nün tezlerini içselleştirdiği mesajını vermekte herhangi bir beis görmemiştir.

Belirtmek gerekir ki Karabağ Ermenileri hakkında Paşinyan'ın çıkışı mühim. Çünkü müzakere sürecini tıkayan iki konudan birinin Karabağ'daki Ermenilerin statüsüyle ilgili olduğu biliniyor. Ermenistan Başbakanı'nın açıklamaları, bu meselenin aşılabileceğinin habercisi.

İkinci konu ise Zengezur Koridoru. Bu meselenin de bir şekilde aşılabileceğini öne sürmek mümkün olsa da İran faktörünün meseleyi zorlaştırdığı ve Tahran yönetiminin bölgedeki normalleşme çabalarını sabote edebilecek hamleler yapabileceği çeşitli hadiselerde görülmüştür.

Öte yandan asıl dikkate alınması gereken aktör İran değil. Zira Erivan açısından Rusya faktörünü göz ardı etmek hiç de kolay değil. Buna rağmen Ermenistan Başbakanı, ülkesinin Batı’yla yakınlaşma idealini yansıtırcasına Moskova’nın Erivan üzerindeki etkisini ve Rus Barış Gücü’nün Karabağ’daki varlığını tenkit eden sözler söylemekten sakınmamıştır.

Belki de Paşinyan, gücünü Ukrayna'daki savaşa yoğunlaştıran Moskova'nın Kafkasya'daki gelişmelere yeteri kadar odaklanamayacağını düşünüyor ve bunu fırsata çevirmek istiyor.

Anlaşılacağı üzere Ermeni lider, Azerbaycan’la yürütülen müzakerelerde kalıcı barış anlaşmasının imzalanması noktasında yapıcı bir tutuma sahip. Fakat savaşın üzerinden yaklaşık üç yıl geçtiği düşünüldüğünde, Paşinyan’ın tavrının yeterli olmadığı da aşikar. Yani Paşinyan yönetiminin önünde çeşitli engeller var. Hatta sürecin uzaması, müzakereleri ve ateşkesi de kırılganlaştırmakta.

Kırılganlığa yol açan etkenlerden ilki, hiç şüphesiz Ermeni Sorunu’nu endüstrileştirmiş  olan Ermeni diasporaları. Bir diğer ifadeyle diaspora Ermenileri açısından meselenin devam etmesi, bir varlık nedeni. İkinci husus ise Ermenistan’ın askeri bürokrasisinde ve siyasetinde etkili olan Rus yanlısı kesimler.

Nitekim Paşinyan’ın Karabağ Sorunu’ nda kalıcı barış anlaşmasının imzalananmasına ilişkin açıklamalar yaptığı dönemlerde ateşkesi kırılganlaştıran hadiselerin yaşanması da tam da bu nedenle sıradanlaşmış vaziyette.  Buna, barış sürecinde Erivan yönetiminin taviz alanını daraltmak isteyen ve Ermeni siyasetine yön verme kapasitesine sahip olan güç merkezlerinin Paşinyan üzerindeki baskıyı arttırması da denilebilir.

Bu çerçevede ateşkes ortamını ve müzakere süreçlerini sabote etmek isteyen aktörlerin iki yönteme başvurulduğu gözüküyor. Birincisi, Karabağ Klanı olarak bilinen ve eski Cumhurbaşkanları Serj Sarkisyan ile Robert Koçaryan gibi isimlerin liderlik ettiği grupların öncülüğünde gerçekleşen sokak hareketleri.

Bu kapsamda protesto gösterileri üzerinden Paşinyan yönetimini işgal yanlısı politikalara yönlendirmeye çalışan; bu konuda başarısız olunması halinde de Paşinyan’ın devrilmesi gerektiğini savunan bir grup söz konusu.

İkinci olarak da Ermeni Ordusu’ndaki radikal milliyetçi kesimlere ve özellikle de sınır ihlalleri bağlamında yaşanan provokasyonlara dikkat çekilmeli. Zaten genellikle Azerbaycanlı yetkililer ile Ermeni yetkililer arasındaki müzakerelerden önce sınır ihlalleri yaşanması da bundan kaynaklanıyor.

Maksadın süreci zorlaştırmak olduğu aşikar. Bu nedenle de Paşinyan'ın açıklamalarından yalnızca bir gün sonra, 26 Temmuz’da Azerbaycan Devlet Televizyonu’nun Laçın Koridoru kontrol noktasında çatışma riskinin belirginleştiğine vurgu yapması tesadüf değil. 

Neticede Paşinyan’ın 25 Temmuz’da yaptığı açıklamalar, Erivan yönetiminin Bakü’yle kalıcı barış anlaşması imzalamak istediğine işaret ediyor. Fakat 26 Temmuz itibarıyla gündeme gelen çatışma riski, barışın sanıldığı kadar kolay olmadığını da net bir şekilde gözler önüne seriyor. Zira Paşinyan’ın önünde Rusya’yı, İran'ı askeri bürokrasiyi ve Karabağ Klanı’nı destekleyen milliyetçileri ikna etmek ya da devre dışı bırakmak gibi ciddi zorluklar bulunuyor.

Tartışma