Perdeler artık sadece bir aksesuar

Şimdilerde toplumun tamamı cep telefonunun ışıltılı ekranından içeri giriyor ve saatlerce vakit geçiriyor. Artık evlerimizdeki perdeler anlamını yitirdi. Çünkü perdenin içerisindeki tüm hayatlarımız büyük bir hokus pokusçuluk ile sosyal medyada.

1. resim

Bir kahve düşkünü olarak gittiğim kafelerden birsinde görmüştüm bu eşsiz uyarıyı:

Bu kafede internet servisi sağlanmamaktadır, birbiriniz ile konuşun.

İnsanların birbirlerine selam verip sohbet ettikleri zamanlar sanırım artık oldukça gerilerde kaldı. Herkes elindeki renkli ve parlak ekran ile saatler geçiriyor ve bu imkânı elinden alındığında madde bağımlısı insanlar kadar acı ve ızdırap duyuyor.

Türkiye’de Instagram isimli sosyal medya platformuna erişim kısıtlaması getirildiği günden bu yana son derece büyük ızdıraplar çeken insanlara sadece ben şahitlik etmiyorumdur. Tatilde gittiği ve gezdiği mekanları, yediği yemekleri ve yaşadıklarını paylaşamayacağı için tatil planlarını iptal edeninden daha önceden günü koyulmuş evlilik merasimlerini tehir edenine kadar oldukça geniş bir yelpazede buhranlar yaşanıyor.

Önce radyo, sonra televizyon hayatımıza girdi

Önce radyo sonra da televizyon evlerimize girdi ve televizyon saatleri başladığı andan bu yana akşamımız ona göre ayarlandı. Hatta misafir odalarımız bile televizyona göre şekli aldı. Bugün hangi mobilya mağazasına giderseniz gidin, standart bir oturma odasının en baş müştemilatı televizyon konsolu.

Eh, haliyle zaten az okuyan bir toplum olarak renkli cama hemen de müptela oluverdik.

Bu konu ne zaman aklıma gelse Ahmet Haşim’in ‘Gurebahane-i Laklakan’ isimli eserinde kaleme aldığı ‘Müslüman Saati’ yazısı yadıma düşer gelir. 

Haşim, bu eserinde modern hayatımızı oluşturan ‘yeni zaman’ kavramını ‘istilâların en gizlisi ve en tesirlisi’ diyerek dile getirir ve özetle şöyle der:

Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre, dinden, ırktan ve ananeden hayat alanı bir zevkimiz olduğu gibi, bu hayat üslûbuna göre de saatlerimiz ve günlerimiz vardı.

Müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltıları ve sonunu akşamın ışıkları tayin ederdi.

Işıkta başlayıp ışıkta biten, on iki saatlik, kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı. Müslümanın mesut olduğu günler, işte bu günlerdi; şerefli günlerin vakalarını bu saatlerle ölçtüler.

Alafranga saatin âdetlerimiz ve işlerimizde kabulü ve alaturka saatin geri safa düşüp camilere, türbelere ve muvakkithanelere bırakılmış battal bir “eski saat” hâline gelişi, hayata bakış tarzımız üzerinde korkunç bir tesire sahip olmamış değildir.

Yeni “ölçü” bir zelzele gibi, zaman manzaralarını etrafımızda altüst ederek, eski günün bütün sedlerini harap etti ve geceyi gündüze katarak saadeti az, meşakkati çok, uzun, bulanık renkte bir yeni “gün” meydana getirdi. Bu, Müslümanın eski mesut günü değil, sarhoşları, evsizleri, hırsızları ve katilleri çok ve yer altında mümkün olduğu kadar fazla çalıştırılacak köleleri sayısız olan büyük medeniyetlerin acı ve sonu gelmez günüydü.

Şimdi heyhat, eski “saat”le beraber akşam da fecir de bitti. Bir çoklarımız için fecir, artık gecedir. Ve bir çoklarımızı güneş, yeni ve acayip bir uykunun ateşlerinden, eller kilitli, ağız çarpılmış, bacaklar bozuk çarşaflara dolaşmış, kıvranırken buluyor. Artık fecri yalnız kümeslerimizdeki dargın ve mağrur horozlara bıraktık.”

Merhum Ahmet Haşim bu günleri görse ne dermiş?

Şimdilerde toplumun tamamı elindeki cep telefonunun ışıltılı ekranından içeri giriyor ve saatlerce burada vakit geçiriyor. Artık evlerimizdeki perdeler anlamını yitirdi. Oysa çocukluğumda bir çocuk olarak evde bana düşen en temel vazifelerden biri, hava kararmaya yüz tuttuğunda perdeyi çekerek evin mahremiyetini korumaktı. Şayet bu konuda bir aksamaya mahal verirsem anacığım yanan ev ışıkları ile odanın içi herkese ayan beyan gözüktüğünden ikazını kendi şivesi ile ivedilikle yapardı: ‘Kapat perdeyi, ev endam aynası gibi olmuş’

Konuyla ne alakası mı var?

Şöyle, artık perde kapalı da olsa çok bir şey ifade etmiyor zira perdenin içerisindeki tüm hayatlarımız büyük bir hokus pokusçuluk ile sosyal medyada.

Oturma odalarımızdan yatak odamıza varana kadar her anımızı ve her halimizi sosyal medyada paylaşırken perde ile camlarımızı örtmenin ne anlamı kalmıştır dersiniz?

Neden hokus pokusculuk?

Çünkü sosyal medya denilen ortamda paylaşılan fotoğraflara bakıldığında mutsuz, çirkin ve fakir insan yok. Herkes son derece mutlu, güzel ve harika bir yaşam sürüyor.

Bu renkli cam, bu kadar gönüllülük içinde evde, otobüste, işte, sokakta hülasa hayatın her bir anında bizi içine çekiyorsa o zaman şu meşhur sloganı hatırlamakta fayda var:

Birileri tarafından bedavaya bir hizmet size sunuluyorsa, para eden ve satışa konulan aslında sensin

İşte tam bu noktada internet ve sosyal medya Türkiye’de bu kadar yoğun kullanıma rağmen en az konuşulan şeylerin başında gelmekte.

Bu yazılanlara bakarak internetin ve sosyal medyanın asla yanına bile yanaşılmaması gereken bir husus olduğunu iddia ettiğimi zannetmeyin. Bankacılıktan akademik metinlere, YouTube içeriklerinden gazetelere kadar hayatımın hemen her aşamasında interneti yoğun olarak kullanan biriyim, lakin yine de sosyal medyada yapılan paylaşımların bir ölçüsü ve adabının olması gerektiğine inananlardanım.

Aslında konum bu da değil.

Sizlere sunmak istediğim husus, içerisinden gönüllü olarak girdiğimiz bu renkli dünya bize ait her türden veriyi kaba tasnif 15 seneden bu yana istiflemekte. Tabii bu yığın bilgiler çöp olarak değerlendirilip bilinmezlik çukurlarına atılmıyor. Emek, zaman ve sermaye harcanarak çok değerli bir cevher gibi saklama kaplarında muhafaza ediliyor.

Dijital dünya

Dünya kurulduğundan 2000 yılına gelene kadar dijitalleşen tüm veri yaklaşık 5 milyar GB idi. 2011 yılına gelindiğinde 5 miyar GB civarındaki dijital veriyi dünya her iki günde bir üretmeye başladı. Bu 5 milyar GB civarındaki veriyi dünya 2015 yılında her 10 saniyede bir, 2019 yılında ise her iki saniyede bir üretmeye başladı. Bu kadar yoğun bir bilginin bir yerde depolanması hem kolaylık hem de bizi ürkütmesi gereken bir konu aslında.

Kaleme aldığım bu yazı dahil muhasebe kayıtlarımız, adres ve sağlık bilgilerimiz, tapu kayıtlarımız, arşivimiz, eğitim sistemi hülasa her şey ama her şeyimiz bulutlara yüklenmeye başladı. Yapay zekaya sahip sistemler buralara yüklenen veriler üzerinden hayatımızın birçok alanında bize kolaylıklar da sunmaya başladı. Artık aracınıza oturduğumuzda, en kısa ve hızlı güzergaha anlık olarak yönlendiriliyorsunuz.

Unutulmasın ki bu işler sadece basit bir depolama ve filtreleme işlemi değil. Buradan elde edilen bilgiler ile fertlerin ve toplumların davranışsal psikolojileri yönlendiriliyor.

Sosyal medya

Artık günde 500 milyon tweetin atıldığı, iki milyar insanın Whatsapp üzerinden 100 milyar mesaj gönderdiği, 2 milyar insanın Instagram kullandığı ve günde 100 milyon foto ya da video paylaştığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu verilerin tamamının ülke dışındaki sistemlerde depolandığını aklımızın bir kenarında tutarsak sanırım tehlikenin ne ölçüde büyük olduğunu daha iyi anlarız.

Gelinen noktada bu tehlikeyi bertaraf etmenin mesajlaşma programları istisna yerli ve milli yazılımlar üretmekten geçtiği fikrine katılmıyorum.

Neden?

X platformu ya da META gibi platformları cazip kılan en önemli faktörün küresel boyutta kullanılıyor olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Küresel çapta yazılımlar geliştirmediğimiz sürece Türkiye ile sınırlı kalacak platformlar bu denli geniş kullanıcı kitlesine sahip olamayacaklardır. Lakin özellikle kamu personelinin resmi bilgi ihtiva eden yazışmalarında, yerli yazılım platformlarını kullanmaları kanuni bir zorunluluk olmalıdır.

Bunun dışında da aileden sorumlu tüm resmi birimlerin sosyal medya kullanımında dikkat edilmesi gereken hususlara dair aileleri bilgilendirici faaliyetlerini daha geniş kapsamlı bir şekilde ele almasının vakti geldi ve geçmekte.

Tartışma