Suriye’deki protestolar ne anlama geliyor?
Türkiye’nin Suriye’de keskin politika değişiklerinin iması dahi sadece Suriye’de değil, Libya’da, Körfez’de, Balkanlar’da, Kafkaslar’da ve Afrika’da Türkiye’nin güvenilirliğinin sorgulanmasına yol açacaktır.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun dün yaptığı açıklamada Esed rejimi ile Suriye muhalefeti arasında bir barışın sağlaması gerektiği ve Rejimin Dışişleri Bakanı ile yaptığı görüşmede Türkiye’nin buna destek olabileceğini ifade ettiği aktarıldı. Yapılan bu açıklama sonrasında, Suriye’de protestolar düzenlendi ve protestoları gerçekleştiren gruplar Esed rejimi ile barışmayacaklarına dair tepki gösterdi.
Ani gelişen gösterilerde Türk bayrağının yakıldığı görüntüler medyaya yansıdı. Her ne kadar Suriyeliler Türk bayrağına hakaretin kabul edilemez olduğunu ve Suriye Milli Ordusu sorumlulardan hesap sorulacağını beyan etse de görüntüler Türk kamuoyunda infiale yol açtı.
Dışişleri Bakanı’nın açıklamalarının Suriye’deki belli toplumsal kesimlerce neden tepkiyle karşılandığını ele almadan önce; mevcut durumda Suriye’de YPG kontrolündeki bölgelerde 3 milyon, Esed Rejimi kontrolündeki bölgelerde 8,5 milyon ve Türkiye’nin Suriye’de ve kendi toprakları içerisinde 9 milyon Suriyelinin yaşadığı bilgisini göz önünde bulundurmak gerekir.
Çavuşoğlu’nun açıklamalarının Suriye’de tepkiyle karşılanmasının temelinde dört ana sebep yatmaktadır;
Zamanlama
Dışişleri Bakanı’nın yaptığı açıklama aslında bu yönde yapılan ilk açıklama değildir. Nitekim geçtiğimiz aylarda Dışişleri Bakanı, YPG terör örgütüne karşı Esed rejimi ile beraber çalışılabileceğini ifade etmiş, daha sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan bu ifadeyi düzeltmiştir. Geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirilen Tahran Zirvesi sonrası, Suriye’deki harekatın rafa kaldırılmış olduğu algısı ve Soçi Zirvesi sonrasında basında yer alan Erdoğan’ın Esed ile telefonda görüşeceği yönünde haberler Suriyeliler arasında endişe yaratmıştır. Buna ilaveten Türkiye’de yerel seçimlerin yaklaşıyor olması ve Türkiye’deki muhalefetin Esed ile barışıp tüm Suriyeli sığınmacıları geri göndereceğiz yönünde gelişen söylemleri de zamanlama açısından önem arz etmektedir. Son olarak Esed rejimine yakın kaynaklarca son aylarda ifade edilen, Türkiye’nin Esed rejimi ile anlaşıp Suriyeli muhalifleri terk edeceği yönünde propaganda söylemleri de önemli bir etkendir. Tüm olaylar bir araya getirildiğinde, Çavuşoğlu’nun açıklamasının zamanlaması, Türkiye’nin bir politika değişikliğine gideceğini ima ettiği yönünde anlaşılmıştır. Bu husus yalnız Suriyelilerce değil, yabancı uzmanlarca da öyle okunmuştur.
İçerik
Yapılan açıklamada Türk diplomasisinin kullandığı siyasi çözüm ve BM 2254 kararına atıf yerine, Çavuşoğlu’nun iki taraf arasında bir barışın sağlanması gerektiğini ve YPG terör örgütünün Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit ettiği söylemini beraber dile getirilmesi, Türkiye’nin YPG’ye karşı Esed rejimi ile ortak hareket etmesi karşılığında Suriye’deki siyasal çözümden vazgeçtiği ve Suriyeli muhalifleri terk edeceği algısını oluşturmuştur. Dışişleri Bakanlığı’nın ertesi gün yaptığı açıklamada hem siyasi süreç bağlamındaki anayasa komitesine ve BM 2254 sayılı kararına açıktan atıf yapılması ile Çavuşoğlu’nun ifadeleri tamamlanmıştır.
Yönetimsel sorunlar
Bölgede gerçekleşen eylemleri, yalnız Çavuşolu’nun açıklamalarından kaynaklı okumak, yapacağımız değerlendirmeleri eksik kılacaktır. Zira gösterilerin çoğunluğu Afrin, Azez, Marea, Cerablus, El-Bab, Tel Abyad ve Rasulayn hattında gerçekleşmiş, İdlib bölgesinde daha az sayıda gösteri gerçekleştirilmiştir. Bölgedeki halkın hızlı bir şekilde sokağa çıkması ve yüksek sesle dile getirilen öfke, provokasyonlarla tetiklenen bir sinir patlamasının sonucudur.
TSK ve SMO tarafından özgürleştirilen bölgelerde idari anlamda önemli eksiklikler mevcuttur. Bölgede merkezi bir otorite oluşturulamamış, Suriye Geçici Hükümeti ile Türk makamların yetki alanları ve yerel meclisler üzerinden devam eden idari yapı melez bir yönetim mimarisini ortaya çıkarmıştır. Bu melez yapı ise bölgedeki insanların hayatını gereksiz yere zorlaştırmakta, bölgeye yapılan yatırım ve yardımları gölgelemektedir. Bölgedeki halk ise yönetimsel sorunların, kasıtlı bir politika olduğunu düşündüğünden, bu tarz gösterilerde öfke gereğinden yüksek olabilmektedir.
Propaganda faaliyetleri
Türkiye iletişim noktasında, Suriye halkının maruz kaldığı propagandaya karşı koymakta yetersiz kalmaktadır. Bir yandan Esed rejimi, İran ve Rusya’nın yaptığı propaganda, diğer yandan YPG, ABD, AB ve bazı Arap devletlerin propagandası ile Batı’da yaşayan Suriyelilerin algı operasyonları bölgedeki Suriyelileri ciddi olarak etkilemektedir. Örneğin Türk medyasında hiçbir şekilde yer almayan bazı olaylar, Suriyelilerin takip ettiği haber kaynaklarında detaylıca ve Türkiye aleyhinde yer alabilmektedir.
Türkiye, Suriye Krizi’nin başından itibaren, demokratik ve insan haklarına saygılı bir Suriye inşa edilmesi yönünde kararlı adımlar ortaya koymuştur. Ancak gelinen noktada toplumsal reaksiyon iki toplum arasında duygusal kopuşu tetikleme potansiyeline sahiptir. Her ne kadar Suriye Milli Ordusu ve Suriye Geçici Hükümeti sorumlulardan hesap sorulacağını ve Türk bayrağın mukaddes olduğunu ifade etmiş olsa da söz konusu görüntülerin Türk toplumunda duygusal yaralar açtığı aşikardır. Bunu önlemek için üç soru sorulmalıdır: Türk bayrağını yakan kişiler nasıl hesap verebilir? Bir daha Türk bayrağın yakılmaması için ne tür politika düzeltmeleri yapılabilir, hangi hatalar telafi edilebilir? Türk bayrağı nereye asılır?
Üç soru arasında en önemlisi ise son soru olduğunu düşünüyorum. Türk bayrağı bir noktaya asıldığında, Türkiye’nin orada tam hakimiyeti bulunmalıdır. Örneğin Türkiye hudutları içerisinde Türk bayrağına saldırı olsaydı, gerekli makamlar gerekli tepkiyi kolaylıkla gösterirdi. Ancak Suriye gibi melez bir yönetim yapısının olduğu noktada bu yönde karar almak daha zor ve karmaşık olmaktadır. Bu sebeple eğer Suriye’de harekât alanların tamamında Türk bayrağı asılıyorsa, Türkiye işgalci konumuna düşmek pahasına bölgede hakimiyet tesis etmeli yahut bölgede yerel merkezi otorite oluşturulup, Türk bayrakları askeri üsler ve bazı belirli mekanlar ile sınırlı tutulmalıdır.
Son olarak, Suriye’ye ilişkin yapılacak resmi açıklamalar ile ilgili olarak bir farkındalık oluşturulmalıdır. Keza Türkiye’nin Suriye’deki varlığının meşruiyet kaynağı, Suriye halkı ve bu halkın temsili hususunda uluslararası meşruiyete sahip Suriye muhalefetidir. Türkiye’nin politikası ne olursa olsun, müttefikleri ile iletişim ve istişare bu tarz olayların yaşanmasını engellemek noktasında kilit ehemmiyete sahiptir.
Türkiye Suriye’de garantör ülkedir. Bu itibarla Türkiye bu yönde politika ve söylem inşa etmelidir. Türkiye’nin Suriye’de keskin politika değişiklerinin iması dahi sadece Suriye’de değil, Libya’da, Körfez’de, Balkanlar’da, Kafkaslar’da ve Afrika’da Türkiye’nin güvenilirliğinin sorgulanmasına yol açacaktır.