The Center for European Policy Analysis: Türkiye, Suriye'deki etkisini nasıl kullanacak?
Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan, belki de kendisinden beklenenden daha soğukkanlı ve gücünün farkında. Türkiye, Suriye'de SDG başta olmak üzere sorun gördüğü başlıkları kendi lehine çözmeye kararlı!
ABD merkezli düşünce kuruluşlarından The Center for European Policy Analysis'de, Suriye'de Esad rejiminin devrilmesinin ardından Türkiye'nin rolünün değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
2020'den bu yana adeta donmuş bir çatışma bölgesi haline gelen Suriye'deki olayların ilerleme hızının hemen herkesi şaşırttığı belirtilen analizde, yenş Suriye gerçekliğinde Türkiye'nin en önemli aktör haline geldiği tespiti yapıldı.
Analizde ayrıca; Ankara'nın başta Suriye'de faaliyet gösteren terör örgütü PKK uzantıları olmak üzere, bölgedeki sorunları kendi lehine çözmeye kararlı olduğu tespiti yapıldı.
İşte The Center for European Policy Analysis'de yayınlanan analiz:
2020'den bu yana donmuş bir çatışmaya sürüklenen Suriye'deki olayların ilerleme hızı hemen herkesi şaşırttı. Esad rejiminin düşmesinin sadece bölgesel değil uluslararası düzeyde de muazzam etkileri olacağına şüphe yok ve bunların daha net anlaşılması zaman alacak.
Ancak Rusya ve İran'ın en büyük kaybedenler olarak ortaya çıktıkları şüphe götürmez bir gerçek.
Ortaya çıkan Suriye krizi, Ukrayna'daki savaşın Rusya'nın kapasitesini ne kadar zorladığını ve tükettiğini açıkça ortaya koydu. ABD'ye karşı bir denge unsuru ve küresel ölçekte nüfuz sahibi büyük bir güç olarak kendi kendine ilan ettiği statüsü büyük bir darbe aldı. Bu arada İran da bölgesel vekalet sisteminin çöktüğünü gördü.
Uzmanlar şimdi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'sini en büyük kazananlardan biri olarak ilan ediyor.
Erdoğan'ın da kendi ifadesiyle “Suriye halkının muhteşem devriminden” memnun. Ne de olsa Türkiye iç savaşın başlangıcından bu yana Beşar Esad'ı deviren grupların desteklenmesinde kilit bir rol oynadı.
Yine de Erdoğan, belki de kendisinden beklenenden daha soğukkanlı ve gücünün farkında. Bunun nedeni muhtemelen, Türk egemenliğinden ancak bir asır önce kurtulmuş bir ülkede olayları etkileme gücünün ne ölçüde olduğunun farkında olması.
Son yıllarda, ülke içinde 3 milyondan fazla Suriyeli mültecinin varlığının kamuoyunda yarattığı hoşnutsuzluk nedeniyle zor anlar yaşayan Erdoğan, mültecilerin geri dönüşünü sağlamak için istemeyerek de olsa Esad ile normalleşme arayışına girmişti.
Ancak Esad, Türkiye'nin bu girişimlerini reddetti ve bu da Ankara'daki politika yapıcılar için Suriye ile herhangi bir yakınlaşmayı ulaşılamaz hale getirdi.
Bu çerçevede pek çok kişi Türkiye'nin muhalif grupların yıldırım harekatına yeşil ışık yakmış olabileceğini düşünüyor. Hemen ardından ise bu grupların büyük başarısı geldi.
Bu gelişmelerin ardından Türkiye'nin Suriye'de bir karşılık araması mantıksız değil.
Erdoğan'ın ifadesiyle;
“Türkiye, Suriye'yi bugünkü durumuna getirmek için büyük fedakârlıklar yaptı ve büyük çaba sarf etti.”
Erdoğan'ın en iyi senaryosu, Arap Baharı'nın ilk aşamalarında Mısır ve Tunus'ta olduğu gibi Şam'da da terör örgütü olarak gördüğü YPG'yi dışlayan ve Suriye'nin toprak bütünlüğünü ve üniter yapısını koruyan bir hükümetin kurulmasıdır.
Böylece Erdoğan, hükümetinin karşı karşıya olduğu iki kritik sorunu çözmeyi umabilir. Bunlar; Türkiye'nin kendi sınınırında yapılanan grupları yok etmek ve Türkiye'deki Suriyeli mültecileri göndermek.
Ancak ABD'nin YPG'yi desteklemesiyle birlikte önümüzde açık sorunlar var. YPG, ülkedeki silahlı gruplar arasındaki Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) bel kemiğini oluşturuyor.
Türkiye, bu grubun Türkiye-Suriye sınırını boyunca uzanan özerk bir bölge kurmasını engellemek istiyor.
ABD'de yeni bir yönetimin işbaşına gelmesiyle birlikte gelecekteki politika belirsizliğini koruyor ancak şimdilik Washington'un Türkiye'nin herhangi bir askeri eylemini engellemeye çalışması beklenebilir.
Ancak Ankara'nın sorunu kendi lehine çözmeye kararlı olduğuna şüphe yok.
Suriye'de ise şu anki en büyük risk, bir şemsiye grup olarak birleşen muhalif hareketlerin, ortak düşman ortadan kalktıktan sonra birbirlerine karşı cephe almasıdır. Muhalif grupların heterojen karakteri ve ülke kaynakları üzerinde rekabet olasılığı da bu ihtimali yüksek kılmaktadır.