The National Interest: Türk muhalefeti Erdoğan'ı yenmeden siyasi ganimetlerin paylaşımına odaklandı

Türkiye'de muhalefet bloğu demokrasi yerine, kendi aralarında siyasi ganimetlerin paylaşımına odaklanılmış durumda. Washington ve Avrupa muhtemelen seçimden sonra Erdoğan ile çalışmanın yeni yollarını bulacak.

1. resim

ABD merkezli The National Interest'de 14 Mayıs'da gerçekleşecek olan Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri ile ilgili, ağırlıklı olarak muhalefet bloğunun eleştirildiği bir analiz yayımlandı. 

Analizde muhalefet bloğunun, "demokrasi" ve "yönetimsel meseleler" yerine, kendi aralarında siyasi ganimetlerin paylaşımına odaklandığı, liderlik ve milletvekili adaylığı ile ilgili sorunlar yaşayarak Erdoğan'a yenmeye odaklanamadıkları belirtildi. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçimleri kazanması durumunda bunun nedeninin muhalefetin bu izlediği yanlış yaklaşım olduğu belirtilen analizde, ABD ve Avrupa'nın ise seçimlerden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan ile çalışmanın bir yolunu bulmaya çalışmaları gerektiği belirtildi. 

İşte The National Interest'de yayımlanan analizin tamamı: 

14 Mayıs'ta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonucu konusunda Türkiye gözlemcileri arasında yoğun ve çoğu zaman hararetli görüş ayrılıkları var.

Halk, arada çok az bir varken, tamamen kendi kamplarına çekilmiş durumdalar. Halkın bir kısmına göre Recep Tayyip Erdoğan'ın kesinlikle büyük bir farkla kazanacak, bir kısmına göre ise büyük bir farkla kaybedecek.

Her iki taraf da bekledikleri sonuç için sayısız açıklayıcı faktör ortaya koyuyor ve nispeten ikna edici anlatılar aktarıyor.

Ancak gerçek şu ki, bu anlatıların tamamı bir tahmin oyunu. Erdoğan'ın üçüncü bir beş yıllık dönem için iktidarda kalma şansının, muhalefet adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nun kazanma şansından daha fazla olduğunu tahmin edilebilir. Bu noktada, Erdoğan'ın görevde kalmasında kimlerin ya da hangi faktörlerin etkili olacağını düşünmekte fayda var.

Bunun en büyük nedeni Türk seçmenlerin kendileridir. Erdoğan'ın meşru bir zafer kazanması durumunda, bunun büyük bir kısmı seçmen taleplerine bağlanabilir. 14 Mayıs'ta sandık başına gidecek Türklerin çoğunluğu hukukun üstünlüğü, demokrasi ve diğer yönetişim konularını birinci önceliği olarak görmeyecek. Eğer öyle görseleerdi zaten Erdoğan'ı lu anda yüzde 40 oylarla sandıkta göremezdik.

Bunun yerine seçmenler öncelikle korunma arzularıyla motive oluyorlar. Oy verirken, ekonomik çıkarlarımı kimin koruyacağına bakıyorlar. Nitekim Erdoğan bu motivasyonu sağlamak için son haftalarda parasal muslukları açtı ve emeklilere ikramiye, hanelere bedava doğalgaz ve asgari ücrete zam yaptı.

Buna karşılık dünyada farklı örnekler yaşanıyor. Fransız ve İsrail vatandaşları son zamanlarda sokaklara döküldüler ve demokratik geleceklerinin uygulanabilirliğini tehdit ettiğini düşündükleri yönetişim meselelerini protesto ettiler. Fransa'da seçmenler, büyük ölçüde emeklilik yaşının müzakeresiz yükseltilmesi yoluyla hükümetin hesap vermesini talep ediyor. İsrail'de, hükümetin yargı bağımsızlığını kısıtlama girişimine meydan okuyan vatandaşlar, kitlesel protestolara katılıyor. Her iki durumda da, seçmenler demokratik yönetişim meseleleriyle motive oluyorlar.

Kemal Kılıçdaroğlu'nu aday gösterme kararı alan altı muhalefet partisi olan “Millet İttifakı”, seçmen talepleriyle bağlantılı olarak bu kararı aldığını açıkladı. Ancak ne yazık ki, bu muhalefet bloğunun başından beri hukukun üstünlüğü ve demokratik yönetişim konularını retoriğin ötesinde asla önceliklendirmediği gözlemlenebilir. Bunun yerine muhalefet ittifakı, siyasi ganimetlerin paylaşımına odaklanılmış durumda.

Örneğin ittifakın cumhurbaşkanı adayının kim olacağına karar verme süreci, işlevsiz bir ağız dalaşına dönüştü ve ittifakı adeta parçaladı. İttifakın ana kampanya vaadinin Türkiye'yi parlamenter bir yönetim sistemine geri döndürmek olduğu göz önüne alındığında, ittifak liderlerinin cumhurbaşkanı adayının kim olacağı konusunda neden bu kadar sıkı mücadele ettiği merak ediliyor.

Amaç Erdoğan'ı yenmek ve Türkiye'de hukukun üstünlüğünü ve demokratik yönetişimi yeniden tesis etmekse, rakamlar İstanbul belediye başkanı adayını gösteriyordu. Ekrem İmamoğlu en iyi seçim olabilirdi.

Kılıçdaroğlu'nun aday olma ısrarı ise muhalefetin demokratik önceliklerinin sınırlarını ortaya koydu. Cumhurbaşkanlığı adayı olmak için yaşanan yoğun rekabet, milletvekili aday listesinin belirlenmesi tartışmalarına da yansıdı. Bu konuda son tarih olan 12 Nisan'a kadar, ittifaktaki hangi partinin kaç güvenli koltuk tahsis edeceği konusunda yoğun pazarlık yaşanması da dikkatlerin odağındaydı.

Muhalefetin oylarını bölen iki bağımsız adayın olduğunu ve Erdoğan'ı ilk tur oylamada yenme şansını da bu yaşananlara ekleyin. Ancak daha da önemlisi, 2018'de Erdoğan'a karşı iç karartıcı bir şekilde yarışan ve başarısız olan Muharrem İnce ve Sinan Ogan'ın adaylıkları, Erdoğan tarafından muhalefet kampını lekelemek ve bölmek için teşvik edilerek, geniş çapta fırsatçı olarak algılanıyor.

Son tahlilde, Erdoğan'ın zafer kazandığını varsayarsak, seçmenler, Erdoğan'ı yenmemek için ellerinden gelenin en iyisini yapan muhalefetteki siyasi seçkinler tarafından ağır bir şekilde yüzüstü bırakılacaktır. Kılıçdaroğlu'nun kaybetmesi durumunda, suçun çoğu onun adaylığına atfedilecek.

Erdoğan'ın üçüncü kez iktidara gelmesi, Türkiye'nin sendeleyen demokrasisinden geriye kalanları muhtemelen azaltacaktır. Erdoğan muhtemelen bu fırsatı, bir yandan ülkenin Batı'daki müttefikleriyle yeni bir sayfa açmaya çalışarak, diğer yandan da ülkenin medyasında ve kamusal alanında kalan az sayıdaki eleştirel sesi bastırmak için kullanacak.

Erdoğan hangi yolla zafere ulaşırsa ulaşsın, hem Washington hem de Avrupa muhtemelen sessiz kalmayı seçecek ve kendi çıkarlarına göre onunla çalışmanın yeni yollarını bulacaktır. Erdoğan'ın yeni bir dönemi, büyük olasılıkla, ona uyum sağlamak için eski yolların bulunmasına yol açacaktır.

Tartışma