The New York Times: Avrupa’ya hoşgeldiniz ama toplu ölümler normal
Toplu ölümler, uzun süredir Avrupa sınırlarında normalleşti. 2014’ten bu yana Akdeniz’de 27.800’den fazla kişi öldü. Bu yıl ise durum çok daha trajik bir seyre sahip.
Avrupa’da göçmen krizi derinleşirken; devletlerin aldığı katı önlemlerin yarattığı insani kriz göz ardı ediliyor. İç savaşlar, kıtlık ve iklim değişikliği gibi çeşitli göç eden insanlar, büyük dramlarla karşı karşıya kalıyor.
The New York Times, göçmen politikaları konusunda Batı’nın iki yüzlü bir tavır içerisinde olduğunu öne süren bir analiz yayınladı. Sally Hayden’ın kaleme aldığı “Avrupa’ya hoşgeldiniz ama kitlesel ölümler normal” başlığını taşıyan çarpıcı yazı, Hayden’ın Tunus’un liman kenti olan Sfax’taki göçmenlerle olan anılarına dayanıyor.
Söz konusu analizde, “Toplu ölümler, uzun süredir Avrupa sınırlarında normalleşti. 2014’ten bu yana Akdeniz’de 27.800’den fazla kişi öldü veya kayboldu. Bu yıl ise durum çok daha trajik bir seyre sahip.” cümleleri yer alıyor.
İşte The New York Times’ta yayınlanan o analiz:
Bu ay, Tunus’un liman kendi Sfax’ta rüzgarın savurduğu kumlu bir parkta bir grup adamla oturdum. Güneş batarken, biri şişesinin kapağını yerlere koydu ve ona yaklaşan bir sokak kedisi için bir miktar su döktü. Bu adamlar Darfur kökenliydiler ve Sudan’da yeni bir soykırımın yaşanması kaygısıyla kaçmışlardı. Silahlı militanların evleri ve bazen tüm köyleri yaktığını görmüşlerdi. Haliyle hayatlarını kurtarmak için kaçmışlardı.
Sfax’taki bu parkta, şu anda onlarca ve belki de yüzlerce Sudanlı bulunuyor. Sudanlılar şehrin her yerine binlerce dağılmış durumda. Karton kutularda veya şanslılarsa yatakların üzerinde uyuyorlar. Kaderlerini düşünüyorlar, deneyimleri hakkında sessizce konuşuyorlar ve nereden yiyecek bulabileceklerini merak ediyorlar. ,Çoğunlukla bekliyorlar: akraba veya arkadaşlardan para gelmesini veya 2,000 Tunus dinarı (647 dolar) toplayarak bir tekne biletini ve kaçma şansını satın alabilecek bir işi bulabilmeyi.
İtalya’nın Lampedusa Adası’na yaklaşık 130 kilometre uzaklıkta olan Sfax’ta tanıştığım herkes, Akdeniz’i geçmek ve Avrupa’ya gitmek istiyordu. Hepsi, bu girişim esnasında ölebileceğini biliyordu.
Yine de her gün insanlar ayrılıyor. Kimileri İtalya’dan sevinç dolu mesajlar gönderirken; bazıları da sahile vurmuş şekilde ölü bulunuyor. Benim parkta oturduğum hafta sonunda, üç geminin battığı ve 80’den fazla kişinin öldüğü ya da kaybolduğu tahmin ediliyor. Yakındaki plajlarda on ceset bulundu. Geçen hafta, İtalyan sahili açıklarında bir gemi kazasında 41 kişinin öldüğü açıklandı.
Kitlesel ölüm, uzun süredir Avrupa sınırlarında normalleşti. 2014’ten bu yana Akdeniz’de 27.800’den fazla kişi öldü veya kayboldu. Bu yıl ise durum çok daha trajik bir seyre sahip. Şimdiden 2.000’den fazla insan, Avrupa’ya ulaşmaya çalışırken hayatını kaybetti. Haziran ayında Yunanistan açıklarında bir gemi alabora olduğunda, 600’den fazla kişi öldü. Bu, insan hakları, etik ve en önemlisi küresel eşitsizlik krizi.
Tunus’ta Burkina Faso, Gambiya, Senegal, Nijerya, Somali, Eritre ve Liberya gibi ülkelerden insanlarla tanıştım. Muhtemelen onlar da Darfur kökenliler gibi, güvenli bir ülkeye ulaşırlarsa uluslararası koruma ve mülteci statüsü kazanacaklar. Oysa kazanmayacaklar da var ve bu kişiler, yolsuzluk ve yoksulluktan kaçıyor. Sağlık hizmetinin zayıf olduğu ve çocukların önlenebilir hastalıklardan öldüğü yerlerden kaçıyor. Fırsat ve istikrarlı bir yaşamın herhangi bir versiyonunu arıyorlar. Neredeyse tamamen eski Avrupa veya Britanya sömürgelerinden geliyorlar. AB ise Tunus ile göçü sınırlamak için bir anlaşma arayışında: “Sınır yönetimi” karşılığında Tunus’a 118 milyon dolar sağlayacak ve ek yardım sağlama taahhüdünde bulunacak.
Sfax’ta bir zeytin ağacının altında minderlerin üzerine otururken, 30 yaşındaki Sierra Leoneli Aisha Bangura, bir arkadaşının saçından bit ayıklıyordu. Genç kızını gösterdi, boş yiyecek kutularını oyuncak olarak kullanarak kumda oynayan diğer beş çocukla birlikte. Bangura kocasının Libya çölünde öldüğünü söyledi.
Son yıllarda, Afrika’nın çoğunda ekonomik durum daha da kötüleşti. Bunun yanı sıra pandemi ve Ukrayna Savaşı da durumu kötüleştirdi. İlk kapanmalarda Kuzey Uganda’daydım ve insanların kısa sürede zor durumda kaldıklarını gördüm. Geçen yıl Sierra Leone’de geçim sıkıntısının ölümcül protestolara yol açmasını izledim. İklim değişikliği ise her şeyi daha da kötüleştiriyor. Nijer’de yetersiz beslenme arttı. Somali’de neredeyse kıtlığa katkıda bulundu.
Buna karşılık süreç, zengin dünya sınırlarını sertleştiriyor. İngiltere’de hükümet, mültecilerin uluslararası koruma haklarını iddia etmelerini engelleyen sert bir yasa çıkardı ve sığınmacıları barajlarda ve denizlerde planları yapıyor.
Göç etrafındaki tartışma genellikle ayrıcalıksız insanları dışarıda tutmanın nasıl yapılacağına odaklanıyor. Daha geniş, belki de daha varoluşsal sorular sormak yerine, Batı olarak sınırlarımızda işlenen suçları etkili bir şekilde onaylarken; hala insan haklarına inanabiliyor muyuz? Topraklarımıza ulaşmalarını engellemek için suç işlemeye razı mıyız? Ve bizim devletlerimizin uzun süre sömürdüğü ülkelerden gelen insanlar da bizden faydalanma hakkına sahip olmalı mı?
Göç ve Batı’nın buna tepkisi, çağımızın belirleyici hikayelerinden biri. Şu anda felaket ve ölüm, zalimlik ve işbirliğinin hikayesi olarak görünüyor. Acilen daha iyi bir yaklaşım bulmamız gerekiyor.