gdh'de ara...

Türkiye-AB İlişkilerinde sonun başlangıcı mı?

💢 Türkiye'nin AB üyeliğini engelleyen aktörler kimler?

💢 AB'nin mi Türkiye'ye yoksa Türkiye'nin mi AB'ye daha fazla ihtiyacı var?

1. resim

13 Eylül’de Avrupa Birliği’nin (AB) kabul ettiği 2022 Türkiye raporu, Ankara-Brüksel hattındaki normalleşme çabalarını akamete uğratacak cinsten. Zira raporda Ankara’nın gıda güvenliğinin küresel düzeyde sağlanmasına yönelik katkıları övülüp Orta Asya, Kafkasya ve Orta Doğu’da kilit bir ortak olduğu vurgulanmasına rağmen “mevcut koşullarda” Türkiye’nin birliğe katılımının mümkün olmadığı ifade ediliyor. Elbette bu durum, son dönemde ortaya çıkan işbirliği arayışına gölge düşürür nitelikte.

Türkiye’nin tepkisini çeken bu karar nedeniyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 16 Eylül’de Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’na katılmak için yola çıkarken yaptığı açıklamalar sırasında şunları söyledi:

AB, Türkiye’den kopmanın gayreti içerisinde. AB’nin Türkiye’den kopuş hamlelerini yaptığı bir dönemde, biz de bu gelişmeler karşısında değerlendirmelerimizi yaparız ve bu değerlendirmelerden sonra gerekirse AB ile yollarımızı ayırırız.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarından anlaşılacağı gibi, Türkiye’nn AB’nin kapısında yattığı bir durum söz konusu değil. Taraflar, ortak çıkar çerçevesinde eşitler arası bir ilişki biçimi geliştirebilirse ne ala. İmtiyazlı ortaklık gibi absürt statüler ise tartışmaya açılamaz. Zira Türkiye seçeneksiz değil ama AB ile ilişkilerde son derece sağduyulu. Esasen Erdoğan’ın AB’ye tepki gösterirken Ankara’nın önce bir değerlendirme yapacağını belirtmesi de bu sağduyunun ve rasyonalitenin yansıması.

Türkiye’nin akl-ı selim tutumuna rağmen AB üyeliğinin önünde ciddi engellerin bulunduğu açık. Çünkü çeşitli engeller bulunsa da Türkiye’nin birliğe üye olma hedefinin uzun yıllardır Türk demokrasisine ve hukuk sistemine olumlu katkılar sağladığı ortada. Ankara, hazır bir normlar paketini kullanarak vesayet düzeninin aşılması ve demokrasinin kurumsallaşması konusunda önemli bir yol aldı.

Kuşkusuz bunda AK Parti hükümtelerinin hayata geçirdiği reformlar ve ortaya koyduğu Türkiye vizyonu belirleyici rol oynadı. Elbette bu reformlara rağmen Türkiye’nin AB üyeliğinin önünde engeller varsa, bu engellerin neler olduğunu tartışmak gerekir. Zira önem arz eden soru şu: Türkiye’nin üyeliği gerçekten engellenmeyi hak ediyor mu?

Esasen Türkiye’nin önünde iki temel engel var: Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY). Üyelik sürecinin işlemesi için fasılların açılması ve çeşitli müzakerelerin yapılması gerekiyor. Fakat bu iki aktör, Türkiye ile yaşadıkları ihtilafları bu konuda kullanmakta ve çeşitli fasılların açılmasının önünü kapatmakta. Yani Dışişleri Bakanlığı’nın AB raporuna tepki gösterdiği bildiride vurguladığı gibi, Türkiye’nin AB üyeliğnin önü az sayıda aktörün çıkarları ve hırsları için kurban edilmek isteniyor. Bu noktada sorulması gereken soru ise Türkiye’nin mi AB’ye yoksa AB’nin mi Türkiye’ye daha fazla ihtiyaç duyduğu.

Uluslararası ilişkilerin doğası gereği, küreselleşmeyle birlike devletlerin gerek birbirleriyle gerekse de uluslararası örgütlerle ilişkileri, karşılıklı bağımlılık olgusu üzerinden şekilleniyor. Yani işbirliği, iki tarafın da çıkarlarına hizmet etmekte. Türkiye’nin ekonomik atılımlarını sürdürmek ve içinde bulunduğu birtakım zorlukları aşabilmek için AB vizyonunun mühim olduğu söylenebilir. Bilhassa Avrupalı yatırımcıların Türkiye’ye yönelmesi, önemli iktisadi fırsatlar sunabilir. Ancak meselenin bu boyutunda bile kazan-kazan temelli bir ilişki biçimi var. Çünkü Türkiye, jeopolitik avantajları sebebiyle ürettiği ürünleri Avrupa pazarına daha düşük maliyetle sunabilir. Yani böylesi bir işbirliğinden Avrupalı yatırımcılar da önemli kazanımlar elde eder.

Ekonominin dışındaki hususlar ise AB’nin Türkiye’ye olan ihtiyacının daha fazla olduğunu gösterir nitelikte. Örneğin göç mevzusu. Eğer Ankara’nın insani diplomasi anlayışı olmasaydı, Avrupa çok daha sıkıntılı süreçlerle karşılaşabilirdi.

AB’nin Türkiye’ye ihtiyaç duyduğu en kritik mesele ise çok kutupluluk arayışları. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un “Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) beyin ölümü gerçekleşti.” şeklindeki sözleri hafızalardaki yerini korurken, AB’nin stratejij özerklik arayışları da bilinen bir gerçeklik. Fakat bu arayışlara rağmen AB’nin son derece ürkek davrandığını ifade etmek mümkün.

Özellikle de Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması, AB’nin Washington’un yönlendirmelerini merkeze alan bir stratejiyi içselleştirdiğin gözler önüne serdi. Ancak ABD ve İngiltere gibi Anglosaksonlar, savaşın uzamasından memnuniyet duyarken; AB, bir kutup haline dönüşme idealine sekte vuran savaşun en kısa sürede son bulması arzusunda.

Tam da bu noktada birliğin iki boyutlu şekilde Türkiye’ye ihtiyaç duyduğu söylenebilir. Bunlardan ilki, Ukrayna’daki savaşın sonlandırılması. Halihazırda Türkiye, savaşın başından itibaren Rusya ile Ukrayna’yı aynı masa etrafında toplamayı başaran tek ülke. Bu konudaki başarısını Tahıl Koridoru; yani Karadeniz Tahıl İnisiyatifi aracılığıyla tüm dünyanın gözleri önüne serdi. Dolayısıyla savaşın sona ermesi noktasında şimdilik somut bir işaretten bahsetmek mümkün olmasa da AB’nin Ankara’nın arabuluculuk diplomasisine ihtiyaç duyduğu açık.

İkincisi ve daha önemlisi ise çok kutupluluk arayışları. Türkiye, 16 Ekim 2001 tarihli Avrasya’da İşbirliği Eylem Planı’ndan beri çok kutuplu dünyayı savunuyor. Özellikle de son yıllarda Ankara’nın bu yönelimi çok daha somut bir mahiyete büründü. Esasen ABD ile ilişkilerde yaşanan sorunlar da bu jeopolitik tercihlerden bağımsız değil.

İronik olan ise çok kutuplu dünyanın bir kutbu olmayı isteyen AB’nin ABD ile yaşadığı ihtilaflara paralel olarak Türkiye ile ilişkilerine mesafe koyması. Aslında karar vermesi gereken aktör, AB. Washington’un Kıta Avrupası üzerindeki hegemonyasının devamını mı istiyorlar yoksa yeni bir yol mu arıyorlar? Eğer ikincisi ise Türkiye ile çalışmak zorundalar. İlki ise Ankara, zaten seçeneksiz değil.

Türkiye, güç merkezleri arasındaki dengeleri gözeten çok yönlü ve çok boyutlu bir diplomasi anlayışına sahip. Bir yandan Çin ile Kuşak-Yol Projesi’nde Orta Koridor’u merkeze alan işbirliklerine yönelen Ankara; diğer taraftan da enerji bağımsızlığının sağlanması, enerji merkezine dönüşmesi, hava savunma sistemleri ihtiyacının karşılanması ve çeşitli krizlerin yönetilmesi gibi hususlarda Rusya ile çalışıyor. Bunu yaparken de bir NATO müttefiki olarak üzerine düşen sorumlulukları yerine getiriyor. Ankara, çok yönlü dış politikasının bir yönünün de AB olması arzusunda. Fakat bu arzu, bir zorunluluk ve bağımlılık durumunu barındırmıyor. Dolayısıyla AB’nin Türkiye’yi kaybetme anlamına gelebilecek her adımının somut bir karşılığı olacak.

Tartışma