Ukrayna’daki savaş Rusya topraklarına mı sıçrıyor?
💢 Ukrayna, Rus vatandaşlarına güvende olmadıkları mesajını veriyor.
💢 Kiev, Rusya’nın imajının sarsılması suretiyle Batı’nın verdiği desteğin sürekliliğinin sağlanmasını amaçlıyor.
💢 Rusya'nın karşı hamlesi ne olacak?
24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı vesilesiyle Moskova yönetimi, Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne ve egemenliğine saygı duymadığını dünyaya göstermiştir. Şüphesiz bu durum, BM Şartı çerçevesinde belirlenen temel prensiplerin ihlal edilmesi anlamına geliyor. Zira Rusya, sınırları uluslararası hukuk nezdinde tanınan egemen ve bağımsız bir devlete askeri müdahalede bulundu ve bu müdahale devam ediyor.
Rus karar alıcıların uluslararası hukuku ayaklar altına almakta herhangi bir beis görmemelerinin sebebi ise savaşın başında kısa süre içerisinde Kiev’de iktidar değişikliği yaşanacağını ve zafer elde edeceklerini düşünmeleriydi. Buna Ağustos 2008’de Gürcistan’da 2014’te Kırım’ın ilhakında yaşanan gelişmelerin verdiği özgüven de denilebilir. Fakat Rusya-Ukrayna Savaşı’nda işler, planlandığı gibi gitmemiş ve sahadaki realite, Kremlin’i hayal kırıklığına uğratmıştır.
Tahmin edileceği gibi, Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar ve Ukrayna’ya yaptığı yardımlar, Kiev’in direncini arttırdı ve savaşın uzamasını sağladı. Dolayısıyla Rusya, artık bir yıpatma savaşının içerisinde. Bahse konu olan durumun Rus askeri ve siyasi bürokrasisinde birtakım sorgulamaları beraberinde getirdiği de aşikar.
Bu anlamda Wagner’in isyan girişiminin Rusya’daki çatlağı daha da derinleştirdiğini öne sürmek mümkün. Zira bu isyan, yalnızca paralı savaşçılardan oluşan bir vekil aktörün orduyla yaşadığı ihtilafı göstermedi; aynı zamanda kendisi de bir oligark olan Yevgeni Prigojin özelinde oligarkların rahatsızlığını gün yüzüne çıkardı.
Tüm bu zorluklara rağmen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in toplumsal düzeyde ciddi bir muhalefetle karşı karşıya kalmadığı ifade edilebilir. Bunun başlıca gerekçesi ise Rus halkının savaştan doğrudan etkilenmemesi. Bir diğer ifadeyle çatışmaların Ukrayna topraklarında cereyan etmesi. Fakat son dönemde savaşın akıbetinin değişeceği ve Rus vatandaşlarının da kendilerini güvende hissetmeyeceği yeni bir gerçekliğe geçişin ayak sesleri yankılanıyor. Bunun en güncel örneği de 30 Temmuz’da Moskova’nın en büyük alışveriş merkezi olan Moskow City’ye insansız hava araçlarıyla (İHA) düzenlenen kamikaze saldırısı.
Rusya'nın başkenti Moskova'daki en büyük alışveriş merkezi olan Moscow City'ye, dün gece kamikaze İHA'lar ile saldırı düzenlendi. pic.twitter.com/9XMWu4BFio
— gdh (@gundemedairhs) July 30, 2023
Mevzubahis saldırının ardından Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelenski’nin savaşın yavaş yavaş Rusya topraklarına doğru ilerlediğini dile getirmesi de bu yeni gerçekliğe işaret ediyor. Aslında 3 Mayıs’ta Rusya’nın başkanlık sarayı olan Kremlin’e iki İHA aracılığıyla saldırı düzenlenmesi de mevcut gelişmelerin habercisiydi.
Gelinen nokta itibarıyla Ukrayna, Rus vatandaşlarına güvende olmadıkları mesajını verirken; hem Rus devletine hem de uluslararası kamuoyuna Rusya’nın vurulabilirliğini de göstererek özgüven tazeliyor. Öyleyse sorulması gereken soru şu: savaşın Rusya topraklarına sıçramasının neticesi ne olur?
Öncelikle ifade etmek gerekir ki; Zelenski yönetiminin en önemli beklentisi, Rusya’nın imajının sarsılması suretiyle Batı’nın verdiği desteğin sürekliliğinin sağlanması. Bu anlamda Ukrayna’nın karşı taarruzunun istenilen hızda gitmediği yönünde eleştirilerde bulunan Batılı aktörlerin güveninin kazanılması arzulanıyor.
Ayrıca Kiev, bu tarz saldırılar vesilesiyle Rusya’nın güvenliksizleştiğini vurgulamak; böylece Rus halkındaki rahatsızlıkları belirginleştirmek istiyor. Bunun nihai aşamasında da bir toplumsal hareketin patlak vermesi bekleniyor olabilir. Bu beklentinin toplumda somut bir karşılığının bulunup bulunmadığı ise tartışmaya açık.
Zelenski yönetiminin bir diğer önemli hedefi de Putin’i iktidarda tutan güç merkezleri arasındaki ittifakın tartışmaya açılması ve böylece Rusya’yı savaştan çekilmeye zorlayacak gelişmelerin yaşanmasının sağlanması.
Esasen Sovyetler Birliği’nin dağılması kararının dahi Rus devlet aklının rasyonel bir şekilde Soğuk Savaş’taki başarısızlığı kabullenmesi neticesinde ortaya çıktığı düşünüldüğünde, Putin’i iktidara getiren güç merkezlerinin gerektiğinde ondan vazgeçebileceği de iddia edilebilir. Zaten Wagner’in isyan girişimi de bir noktada Rusya Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov’a kendi adıyla anılan ve sahada asaleten savaşan askerlerin paralı savaşçılardan oluşan vekil unsurlar ve propaganda aygıtlarıyla desteklenmesini öngören Gerasimov Doktrini’nin iflas ettiğinin gösterilmesiydi.
Bu doktrinin iflas ettiğinin Wagner tarafından Putin’e ve Gerasimov’a iletilmesinde ise halihazırda Kremlin tarafından uygulanan politikalardan rahatsızlık duyan askeri bürokrasideki bazı güç merkezlerinin payının bulunduğu yadsınamaz. Dolayısıyla Zelenski yönetimi, Moskova’nın vurulabilirliğini ortaya koyarak Rusya’daki güç merkezleri arasındaki farklılıkları belirginleştirmeyi amaçlıyor olabilir. Elbette Moskova’nın bu sürece seyirci kalmayacağı da aşikar. Peki, Rusya’nın karşı hamlesi/hamleleri ne ya da neler olabilir?
Rusya’nın ön alma stratejisi çerçevesinde Ukrayna’yı baskılamak için şiddetin dozunu arttırması şaşırtıcı olmaz. Halihazırda Ukrayna’daki savaşın daha ziyade söz konusu ülkenin doğusunda ve güneyinde yoğunlaştığı düşünüldüğünde, Zelenski yönetimini zor durumda bırakmak isteyen Moskova’nın Kiev’i de hava operasyonlarıyla hedef alacak biçimde kuzeyden Belarus üzerinden yeni bir cephe açması ihtimal dahilinde.
Böylesi bir cephenin açılması için Putin’in Belarus Cumhurbaşkanı Alexander Lukaşenko’ya baskı yaptığı; fakat Moskova’ya olan tüm yakınlığına rağmen Minsk yönetiminin savaşın doğrudan tarafı olma noktasında temkinli davrandığı biliniyor. Lakin Wagner Grubu’nun isyan girişiminin ardından Belarus’a sığındığı düşünüldüğünde, her krizin aynı zamanda birtakım fırsatlar barındırdığı tespiti yapılabilir. Yani Wagner savaşçılarının Belarus’taki varlığı Rusya’nın çıkarlarına hizmet edebilir. Nasıl mı?
İsyan girişiminin geritdiği kriz, bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’nın kuzeyine savaşçı kaydırmasına kapı aralamış gözüküyor. Wagner’den isyan girişiminin bedeli olarak Ukrayna’nın kuzeyinde yeni bir cephe açması talep edilebilir.
Üstelik savaşın tırmanması, Avrupa’da Ukrayna’ya verilen desteğin çok daha güçlü bir biçimde sorgulanmasını da beraberinde getirebilir. Çünkü çatışmaların yaşandığı alanın genişlemesi, Avrupa’yı yeni bir göç hareketiyle karşı karşıya bırakabilir. Bu da Avrupa içerisindeki ayrışmanın derinleşmesine hizmet ederek Moskova’nın elini güçlendirebilir.
Rusya’nın bir diğer karşı hamlesi ise yine Avrupa’nın Ukrayna’ya olan desteğini sınırlandırma gayesi doğrultusunda enerji ve gıda krizinin derinleştirilmesi olabilir. Aslında Rusya’nın Tahıl Koridoru Anlaşması’ndan çekilmesi de buna yönelik bir girişim.
Tüm bunlara ek olarak Moskova; Sırbistan, Bosanlı Sırplar ve Kosovalı Sırplar üzerinden pan-Slavist politikalar vesilesiyle Balkanları ve dolayısıyla Avrupa’nın güneydoğusunu istikrarsızlaştırabilir. Bu da Avrupalı devletlerin yeni bir göç hareketi, yeni bir radikalleşme sorıunu ve yeni bir çatışma bölgesiyle yüzleşmesi demek. Böylece Moskova, Ukrayna’da kaybedeceği bir savaşın kazanının olmayacağı mesajını verme tercihinde bulunabilir.
Diğer taraftan Putin yönetiminin savaşta işlerin planlandığı gibi gitmediğini hissettiği andan itibaren nükleer güvenlik ortamını kırılganlaştıracak açıklamalarda bulunduğunu hatırlatmakta yarar var. Son olarak Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitri Medvedev, Ukrayna’nın taarruzunu durdurmak için gerekirse nükleer silaha başvurabileceklerini belirtti.
Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitri Medvedev:
— gdh (@gundemedairhs) July 31, 2023
Ukrayna'nın karşı saldırısının başarıya ulaşması durumunda nükleer silah kullanımına başvurabiliriz. pic.twitter.com/oIrukvaeth
Açıkçası Rusya’nın nükleer silah kullanması rasyonel değil. Ancak Putin yönetiminin Ukrayna’yı işgal etmeye dönük hamlede bulunması da rasyonel değildi. Esasen Rus lider, şayet bir gücü varsa, bu gücünü öngörülemezliğine borçlu. Bununla birlikte Rusya’nın nükleer doktrininde nükleer silahlara başvurulabilmesi için gereken koşullar son derece net. Bu yüzden de savaşın başından itibaren Moskova’dan nükleer silah kullanılabileceği hususunda gelen mesajlar, blöf olarak değerlendirildi. Fakat savaşın Rusya topraklarına sıçraması, bu konudaki tartışmaların her zamankinden daha fazla ciddiye alınmasını gerektirecek.
8 Haziran 2020 tarihli “Rusya Federasyonu’nun Nükleer Caydırıcılığına İlişkin Devlet Politikasının Temel Esasları” başlıklı belge, Rusya’nın stratejik devlet kurumlarına veya askeri tesislerine saldırıda bulunulması ya da Rusya’nın bekasını tehdit edecek konvansiyonel bir durumun oluşması halinde nükleer silah kullanma yetkisi veriyor. Dolayısıyla savaşın Rusya topraklarına sıçraması, Moskova’nın nükleer silah kullanma yönündeki tehditlerini arttırmasına yol açacak. Kremlin yönetiminin nükleer silaha başvurması rasyonel olmasa bile bu konudaki spekülasyonların küresel güvenlik ortamını daha da kırılganlaştıracağı öne sürülebilir.
Sonuç olarak Moskow City’ye düzenlenen İHA saldırısı ve ardından Zelenski’den gelen açıklamaları, Ukrayna’nın yeni hedefinin Rusya’nın vurulabilirliğini dünyaya göstermek ve bunu yaparken de Rus halkını savaş karşıtı duygulara yönlendirmek olduğu ortada. Ancak Moskova’nın da bu sürece seyirci kalmayacağı ve savaşın alanının genişletilmesinden Balkanların istikrarsızlaştırılmasına, gıda ve enerji krizinin derinleştirilmesinden nükleer silah kullanma tehditlerinin yoğunlaştırılmasına kadar çeşitli hamlelerde bulunacağı öngörülebilir.