Wang Yi ilk yurtdışı ziyaretini niçin Türkiye’ye yaptı?

💢 Türkiye, Çin'in yatırım üssüne dönüşebilir mi?

💢  Orta Koridor'un Ankara-Pekin hattındaki münasebetlerdeki rolü ne?

💢  Türkiye-Çin ilişkilerindeki zorluklar neler?

1. resim

25 Temmuz’da yeniden Çin Dışişleri Bakanı olarak görevlendirilen Wang Yi, ilk yurtdışı ziyaretini Türkye’ye gerçekleştirdi. Kuşkusuz Wang’ın yeni görev dönemindeki temaslarına Ankara’dan başlaması sembolik öneme haiz. Dolayısıyla Pekin’in Ankara’yla münasebetleri önemsediğini ifade etmek mümkün.

Çin açısından Türkiye, çeşitli alanlarda işbirliği yapılabilecek mühim bir partner. Zira Çin, dünyanın “üretim atölyesi” konumunda. Fakat Şubat 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ardından Pekin, ürünlerini ihraç etmek konusunda birtakım sıkıntılar yaşıyor. Bilhassa savaş nedeniyle Kuzey Koridor’un tıkanması, Çin’i farklı güzergahlara yönlendiriyor. Burada ön plana çıkan rota ise Kuşak-Yol Girişimi’nin de tamamlayıcı bir parçası olan Orta Koridor.

Bilindiği üzere Orta Koridor, Çin-Orta Asya-Hazar Denizi-Kafkasya-Türkiye-Avrupa bağlantısını sağlıyor. Bu da Çin’in Avrupa’ya en kısa, en düşük maliyetli ve en güvenli güzergahtan ulaşmasını mümkün kılıyor. Bu anlamda Türkiye, söz konusu güzergahın en kritik ülkelerinden biri. Bu yüzden de Wang’ın Ankara ziyaretinde Orta Koridor’u merkeze alan işbirliği süreçlerinin ele alındığını ifade etmek mümkün. Buna bağlı olarak enerji ve transit koridorlar boyutunda Türkiye’nin altyapısına yönelik Çin yatırımlarının artacağı da öngörülebilir.

Öte yandan Wang’ın ilk ziyaretini Türkiye’ye yapmasının nedeni yalnızca koridorlarla sınırlı değil. Çünkü Türkiye, Çin’e yatırımlar boyutunda da çeşitli fırsatlar sunuyor. Dünyaya açılmak isteyen Çin’in muhtelif ülkelere yatırımlar yaptığı aşikar. Türkiye ise ekonomik beklentilerinin de etkisiyle yatırım üssüne dönüşebilecek bir cazibe merkezi olma özelliğine sahip.

Her şeyden önce Türkiye, AB’yle Gümrük Birliği Anlaşması’na taraf. Yani Çinli firmalar, Türkiye’ye doğrudan yatırım yaparak ya da Türk şirketleriyle ortak projelerde yer alarak ürünlerini yüksek gümrük kotalarına takılmaksızın Avrupa’ya pazarlayabilir. Bunun Ankara-Pekin hatında kazan-kazan temelli ilişki biçimi yaratacağı da çok açık. Zira bu şekilde Çin yatırımaları Türkiye’de istihdam yaratacak, üretime ve ihracata katkıda bulunacak ve enflasyonla mücadeleyi kolaylaştıracak. Buna karşılık Çin ise Avrupa pazarına daha kolay bir şekilde erişecek ve kârını maksimize edecek.

Türkiye-Çin ilişkilerinin bir diğer boyutunu da jeopolitik faktörler teşkil ediyor. Nitekim Çin, Ankara’nın Doğu ile Batı arasınadaki dengeleri gözeten çok yönlü ve çok boyutlu dış politika anlayışını önemsiyor.

Bahse konu olan duruşuyla Türkiye, Çin’in de Batı’yla temaslarında köprü vazifesi görebilir. Hatta birtakım ihtilaflı konularda arabuluculuk yapabilir. Çünkü Pekin, karşılıklı ekonomik bağımlılık ilişkisi tesis ettiği Avrupalı devletlerle olan münasebetlerini sürdürme arzusunda.

Tahmin edileceği gibi, Türkiye’nin çok kutuplu dünyayı savunmasına, Kuşak-Yol Projesi’ndeki altyapı yatırımlarından yararlanmasın ve Rusya’yla çeşitli kriz alanlarında yakın çalışmasına rağmen NATO üyesi olması, Ankara’nın Pekin tarafından bir denge unsuru olarak görülmesine kapı aralıyor.

Çok kutupluluk meselesi ise ilişkilerin seyrine olan etkisi bakımından göz ardı edilemeyecek mahiyette. Vurgulamak gerekir ki; Türkiye, 16 Kasım 2001 tarihli Avrasya’da İşbirliği Eylem Planı’ndan beri tek bir gücün uluslararası sistemi tahakküm altına almasına itiraz ediyor ve çok kutuplu dünyayı savunuyor. Pekin yönetimi ise gerek ŞİÖ ve BRICS gibi uluslararası platformlardaki duruşuyla gerekse de yükselen ekonomisiyle çok kutupluluk arayışlarının doğal temsilcilisi konumunda.

Halihazırda Çin, ABD’nin ardından dünyanın en büyük ikinci ekonomisi konumunda. Ülkelerin iktisadi performanslarına ilişkin yapılan gelecek tahayyüllerinde Çin’in 2032 yılı itibarıyla dünyanın en büyük ekonomisi haline geleceği de öngörülüyor.

Böylesi bir ortamda ABD merkezli tek kutuplu dünyaya itiraz eden iki ülkenin yakınlaşması da kaçınılmaz. Çünkü ilişkilerin sadece ekonomik değil; aynı zamanda ortak stratejik hedefleri de var. İki ülke de daha adil bir dünyanın mümkün olabileceğine inanıyor ve buna ilişkin müşterek tahayyülleri paylaşıyor. Çin'in kurucularından olduğu ŞİÖ'de Türkiye'nin "Diyalog Ortağı" sıfatıyla yer alması da bunun göstergesi.

Tüm bu nedenler, Wang’ın yeniden Çin Dışişleri Bakanı olmasının ardından ilk yurtdışı ziyaretini Türkiye’ye yapmasına sebebiyet vermiştir. Üstelik Wang’ın ziyarete ilişkin açıklamaları, ikili münasebetlerin daha da gelişeceğinin habercisi.

Diğer taraftan ikili ilişkilerde çeşitli işbirliği fırsatlarının bulunmasına rağmen birtakım zorluklar da var. Öncelikle Türkiye, bilhassa Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın mazlumlarla dayanışmaya önem veren vizyonu hasebiyle dünyanın her yerinde insan hakları ihlallerinin karşısında. Bu da uluslararası toplumun Çin’e karşı eleştirilerinde zaman zaman Ankara’nın da birtakım çıkışlarda bulunmasını beraberinde getiriyor. Bilhassa Uygur Türkleri mevzusu, ikili ilişkilerde muhtelif sınamaların yaşanmasına yol açabilir.

Öte yandan Çin’in Dokuz Çizgi Hattı çerçevesinde Güney Çin Denizi’nde savunduğu tezlerin Yunanistan-GKRY ikilisinin Doğu Akdeniz’de benimsediği tezlere benzemesi nedeniyle Pekin yönetimi, bölge jeopolitiğinde Ankara’nın karşısında yer alıyor.

Daha da ilginci, ABD’nin Türkiye’yi güneyden kuşatma stratejisi çerçevesinde silah ambargosunu kaldırdığı GKRY’yi adanın tek temsilcisi olarak gören Çin realitesi var. Nedeni ise Pekin’in Tayvan Sorunu bağlamında savunduğu Tek Çin Prensibi. Buradaki paradoks, küresel düzeyde Amerikan hegemonyasına itiraz ettiğini öne süren Çin’in ABD’nin tezlerine uygun konumlanması.

Tüm bunlara ek olarak Çin’in Kuşak-Yol Projesi çerçevesinde yatırım yaptığı Pakistan, Sri Lanka ve Zambiya gibi ülkeleri borç tuzağıan sürüklediği yönündeki eleştiriler de ikili münasebetlerde Ankara’nın temkinli davranmasına yol açıyor. Çünkü işbirliği fırsatlarını değerlendirirken; tek yönlü bir bağımlılıkan kaçınmak gerek. Bu da Çin’le ilişkilerin hassas bir dengeyle yürütülmesini elzem kılıyor. Bununla birlikte belirtilmesinde yarar olan husus, Türk hariciyesinin bu konulardaki tecrübesinin hafife alınamayacak düzeyde olduğu.

Neticede Türkiye ile Çin arasındaki münasebetlerde aşılması kolay olmayan çeşitli anlaşmazlıklar bulunuyor. Buna rağmen ilişkilerde ekonomik işbirliğinden çok kutuplu dünya tahayyülüne kadar ciddi fırsatlar söz konusu. Ankara da Pekin de bu durumun farkında. Wang’ın ilk yurtdışı ziyaretini Türkiye’ye düzenlemesi de bundan kaynaklanıyor. Taraflar ilişkilerdeki konu başlıklarını kompartımanlaştırmayı başardıkça, ikili münasebetlerin potansiyeline ulaşması da o kadar kolaylaşacak gibi gözüküyor.

Tartışma