gdh'de ara...

Yukarı bakacak cesareti Don’t Look Up filminden mi alacağız?

2021 yılını kapattığımız ama 2022’nin ilk günlerinde de hakkında konuşmaya devam ettiğimiz “Don’t Look Up!” filmi, çevrelerde merak uyandırmayı sürdürüyor. Netflix’te yayına girdiği günden beri özellikle iklim krizini savunanların haykırışlarının karşılığının bulduğu kanısına varılan film, hem konusu hem de Oscar ödüllü yıldız oyuncu kadrosuyla da dikkat çekiyor. Dünya çapında milyon izlenme yakalayan film, aslında sosyal medyada herkesi ikiye böldü. Kimileri filme aşırı bayıldı ve gerçekleri yüze çarpmasıyla gurur duydu. Kimileri ise hiç beğenmedi, zaten yaşadığımız şeyler olduğunu belirterek, farklı bir şey anlatmadığını savundu.

1. resim
04.01.2022
1. resim

Yönetmenliğini ve senaristliğini “Büyük Açık” ve “Vice” gibi filmleriyle bilinen Adam McKay’in üstlendiği film, gökbilimcilerin keşfettiği kuyrukluyıldız çevresinde gelişiyor. Henüz öğrenci olan Kate Dibiasky’nin keşfettiği yıldızın, öğretmeni Dr. Randall Mindy tarafından bir göktaşı olduğu belirlenir. Tüm dünyanın bir tehlikede olduğunu anlayan ikili, konuyu yüksek mercilere taşımaya karar verir. Medyada dikkat çekmeye çalışan ikili kimselere kendilerini inandıramaz, hatta alay konusu haline gelirler. Kendilerini hiç tahmin bile edemeyecekleri olaylar silsilesi içerisinde bulan ikili, bir süre sonra hayatın garip yanını keşfedeceklerdir.

Sosyal medyayı neden ikiye böldü?

Dünya kıyameti, alameti ve bunun bilim-kurgu ögeleri üzerine yapıldığı pek çok film örneği gördük. Hiçbiri belki de bu kadar absürt, duvarları yumruklama hissi ya da koltuktan koltuğa atlama heyecanı yaşatmamıştı. Sürükleyici hikayesi ve 2 saat boyunca izleyicisini sıkmayan bir dinamiklik içeren Don’t Look Up, oldukça mesaj içeren ve günümüze de göndermeleri bol bir yapım olma özelliği taşıyor. Peki, aslında bu noktada merak edilen sorular şunlar: Bu film neden milyon izlenmeler yakaladı ve herkes beğeni açısından ikiye bölündü? Çünkü evrensel ve hayati önem taşıyan bir konuyu umursamazlıkla harmanlaması, filmin en büyük izleyici kazancı aslında. Kadın ama bir yandan kendi çıkarlarını düşünen bir ABD Başkanı tasviri, onun oğlu olan ama ekürisi haline gelmiş bir Beyaz Saray Özel Kalem Müdürü ve teknoloji devinin sahibi bir yönetici üçlüsünün yüksek merci olarak tasarlayan film, aslında onların vereceği kararlarla konuların yönetilebileceğini ve insanların da bu inanca göre hareket edebileceğini söylüyor. Yani ABD Başkanı panik yaparsa herkes panik olur, ama başkan umursamaz davranırsa herkes bu konuyu dalgaya vurur diyor. Hatta bu özellikle Meryl Streep’in muazzam bir performansla hayat verdiği ABD Başkanı Janie Orlean, yer yer eski ABD Başkanı Donald Trump’ı bile andırmıyor değil. Ayrıca Meryl Streep ve özel kalemini canlandıran Jonah Hill’in filmde muhteşem bir uyum yakaladıklarını da öne çıkarmak gerek.

Uyutuluyor muyuz?

Film bir yandan da; sosyal medya fenomenlerinin, sosyal medya uygulamaların ve teknoloji şirketlerinin hayatımızı git gide ele geçirdiğine de işaret ediyor. Aslında dünyayı büyük bir felaketin beklediği gerçeği bir kenara itiliyor, ama herkesin merak ettiği konu ünlü bir sosyal medya fenomeni kadın ve DJ sevgilisinin ayrılığı oluyor. Hükümet ise felaketi değil, seçimleri ve en başta olma garantisini en ön gündemine koymayı tercih ediyor. Hayati konuda bir sessiz çığlık attığında bile, sosyal medyada dalga konusu haline geliveriyorsun. Ve tabi kutuplaşmanın devreye girmesi de önemli bir sivri nokta. ‘Yukarı Bak’ ve ‘Yukarı Bakma’cıların oluşması, bin nevi felaketin habercisi gibi sanki… Tam da bu noktada aklımıza tek bir soru geliyor: ‘Tüm insanlık uyutuluyor mu?’! Yoksa hayat bu kadar önemli şeyleri, göz ardı ettirilebilecek kadar değersiz mi? Tıpkı aslında günümüzde yaşadığımız salgına bir işaret sanki, aşı karşıtlarının varlığı, mesafeye ve maskeye dikkat etmeyenlerin var olması gibi sanırım… Dünyanın ikliminin de git gide değişmeye başladığına ve küresel ısınmanın ülkemizde ciddi bir etki yaratmaya başladığına da işaret ediyor film. Tam bu noktada aslında iklim aktivistlerinden de filme olumlu yorumlar geldi. Global sorunlara karşı verilen mücadeleler ve özellikle güçlü bir yer olan medyanın konudaki ‘eylemsizliği’ne dikkat çekiyorlar bir bakıma…

Ağlanacak halimize gülmek mi, anskiyete mi?

Leonardo Di Caprio, iletişimi problemli ama bunu Xanax kullanarak gidermeye çalışan profesör tiplemesinde çok başarılı. İdealist genç bir öğrenci portresi çizen Jennifer Lawrence’ı da unutmamak gerek. Ama en çok güldüğüm ve eğlendiğim performans, seksi program sunucusuna hayat veren Cate Blanchett’e ait. Ve tabi filmin finalinde ortaya çıkan ve yüzde tebessüm bırakan bir performansla Timothee Chalamet’in varlığı…

Teknik başarısının göz ardı bile edilemeyeceği filmin final sahnesi ise, yapaylığa yakın ama umursamaz insanlığa absürt bir gönderme olarak nitelendirilebilir. Yapay mı, evet yapay. Ama kahkaha attırıyor mu, doğal olarak attırıyor. Filmi beğenmekle ya da beğenmemekle ilgilenmek yerine, aslında anlattıklarının doğruluna bakmak gerekli. İnsanlık nereye gidiyor, bir kriz içerisinde miyiz? Ağlanacak halimize gülüyor muyuz yoksa? Kim bilir, ufacık bir anksiyetedir belki…