ABD Latin Amerika'da yükselen sol rüzgarına çare arıyor

ABD, 1823 yılında ilan edilen Monroe Doktrini sonrasında Amerika Birleşik Devletleri’nin arka bahçesi olarak görülmeye başlandı. 1945 yılından sonra, özellikle de ABD ile Sovyetler Birliği arasında yaşanan rekabet, Latin Amerika’da emarelerini gösterirken bölgedeki ABD karşıtlığı ve esen sol rüzgârın da etkisiyle, Küba’da Fidel Castro ve Che Guevara öncülüğünde bir devrim gerçekleşti.

1. resim
09.08.2022

Yaşanan bu devrimlerin etkisi son zamanlara kadar sürerken ABD ülkeleri darbeler ve suikastlar ile dizayn etmeye çalıştı.

New York Times gazetesi, artan yoksulluk ve pandemi nedeniyle Latin Amerika'da sağa kayan seçmenin tekrardan sola destek vermeye başladığını iddia etti. Brezilya ve Kolombiya'da yapılan seçimlerde sol kesimin kazanması Rusya ve Çin'in bölgedeki yükselişine hız verebileceğini belirtti.

NYT'ın makalesinde, 2021'in son günlerinde Şili ve Honduras'ta solcuların devlet başkanlığı seçimlerinde açık bir zafer kazandığı, bu sürecin Latin Amerika'daki değişimi ortaya koyduğu belirtildi.

New York Times, Meksika'da solcu Devlet Başkanı Andrés Manuel López Obrador'un 2018'deki zaferinin bir dönüm noktası olduğu, bu ülkeyi Panama ve Guetamala'nın izlediği belirtildi.

Arjantin'de Peronist aday Alberto Fernández, 2019'da devlet başkanı seçilmişti.

Bolivya'da 2019'daki darbe sonrasında iktidara gelen aşırı sağcılar, 2020 seçimlerinde büyük hezimet yaşamış ve solcu Luis Arce koltuğuna oturdu.

Peru'da da geçen nisandaki devlet başkanlığı seçimini sürpriz bir şekilde Pedro Castillo kazandı.

Honduras’ta 2009’da askeri darbeyle devrilen eski Devlet Başkanı Manuel Zelaya’nın eşi Xiomara Castro sandıktan zaferle çıkmıştı.

Son olarak da Şili’de 35 yaşındaki eski öğrenci hareketi lideri Gabriel Boric, devlet başkanlığı seçimini açık ara farkla kazanmıştı.

Yazıda ayrıca, bu sol değişimin ABD'nin Küba, Venezuela ve Nikaragua'daki sol iktidarları izole etmesini zorlaştırabileceği ve bölgede ABD'yle rekabet eden Çin'i memnun edeceği yorumuna da yer verildi.

Latin Amerika'nın genelinde yoksulluk son 20 yılın en yüksek seviyesine ulaşırken, bölgedeki birçok ülke son yıllarda büyük protesto gösterileriyle sarsıldı.

Washington yönetiminin en korktuğu başlıklardan birisi Latin Amerika'da kendi kontrolü dışında gelişen ve tamamen organik olarak büyüyen sola müdahale edememek.

Diğer konu da Çin'in Latin Amerika ülkeleri ile gelişen ekonomik ilişkilerine ABD'nin müdahil olamaması. Beyaz Saray'ın suikastlar ve ekonomik yaptırımlar ile elde tutmaya çalıştığı ülkeler Çin'i bir alternatif olarak değil bir kurtuluş reçetesi olarak görüyor.

Çin, 2005 ile 2019 yılları arasında Latin Amerika ülkelerine 137 milyar dolarlık kredi verdi. 2015 yılında yaptığı bir açıklamada Çin Devlet Başkanı Şi Jinping, Latin Amerika’ya 2025 yılına kadar 250 milyar dolarlık bir yatırım yapılacağı sözünü verdiğini ve bölge ülkeleriyle yapılan ticaretin 500 milyar dolara çıkmasını beklediğini söyledi.

Halihazırda Çin, ABD’den sonra bölgenin en önemli ikinci ticaret ortağı. Kurulan ekonomik ve kültürel ilişkiler aracılığıyla Pekin; bölge ülkelerinin ABD’ye olan bağımlılığı azaltmak, Çin’e olan bağımlılığı arttırmak, bölgede etkili bir aktör olmak ve ülkelerin politikalarına nüfuz etmek istiyor. Buna rağmen ABD’nin bölgedeki etkisinin kısa sürede yok olacağını söylemek de mümkün değil.