ABD ve AB'nin Türkiye karşıtlığı

💢 ABD, Türkiye’ye vermediği Javelin ve Stringer’leri terör örgütü YPG’ye veriyor.

💢 Avrupa, FETÖ ve PKK firarileri için güvenli liman haline dönüşmüş durumda.

💢 ABD ve AB, Yunanistan'ı niçin Türkiye'ye karşı silahlandırıyor?

1. resim

Soğuk Savaş boyunca Batı Bloku’nun bir parçası olan ve bu bağlamda üyesi olduğu NATO’nun hiçbir yükümlülüğünü yerine getirmekten kaçınmayan Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerinde bilhassa 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden bu yana ciddi sorunlar yaşanıyor.

Kuşkusuz bu sorunların temelinde Türkiye’nin “Eski Türkiye” olmaması yatmakta. Ankara, çok kutupluluğa evrilen dünyada güç merkezi; yani bir kutup olarak konumlanma arayışı içerisinde. Dolayısıyla Türkiye’nin stratejik özerklik arayışları, Batı’da ciddi bir rahatsızlık yaratıyor. Bu rahatsızlıktan dolayı ABD ve AB, Türkiye’ye diz çöktürmek istiyor. Bu yüzden de çeşitli araçların kullanılması suretiyle Türkiye’nin baskı altına alınmak istendiği görülüyor.

Bu baskı unsurlarının en medyatik olanı da Halkbank Davası. Hatırlanacağı üzere ABD, FETÖ argümanları doğrultusunda İran’a uygulanan yaptırımların delindiği gerekçesiyle Türkiye’yi mahkum etmek istemişti. Son olarak Mayıs 2023’te Halkbank’ın “Yabancı Devlet Dokunulmazlık Yasası”nın işletilmesi hususundaki talebini reddeden ABD Yüksek Mahkemesi, bir anlamda Halkbank Davası’nın Türkiye’nin üzerinde “Demokles’in Kılıcı” gibi sallanmaya devam edeceği imasında bulunmayı sürdürüyor.

FETÖ iddialarıyla başlatılan Halkbank Davası tartışma konusu olmaya devam ederken; 15 Temmuz’un yedinci yılında Gazi Meclis’i bombalayan FETÖ üyesi teröristlerin ABD tarafından korunması da devam ediyor. Nitekim FETÖ elebaşı da halen Pensilvanya’da. Türkiye’yle müttefik olduğunu belirten Washington yönetimi, Ankara’nın tüm taleplerine rağmen FETÖ elebaşının iadesi noktasında herhangi bir adım atmış değil.

Zaten 15 Temmuz’un arkasında ABD’nin olduğu da sır değil. Bu noktada o gece darbenin yönetildiği dile getirilen Büyükada’daki otelde kalanların arasında CIA yöneticilerinden Graham Fuller’e yakınlığıyla bilinen Henry Barkey’in bulunduğu iddiasını hatırlatmakta yarar var. Yani 15 Temmuz’un faili olmasa da azmettiricisi Amerika! Zaten Amerikalı rahip Andrew Brunson’un suçüstü yakalanarak Türk mahkemeleri tarafından mahkum edilmesi de bunun göstergesi.

Peki; demokrasilerin savunucu olduğu iddiasıyla hareket eden ABD, demokratik yollarla seçilmiş bir iktidarın darbeyle devrilmesine niçin sıcak bakmıştı? Yanıt basit: Washington’daki karar alıcılar açısından çeşitli ülkelerde kimlerin iktidarda olduğu değil; o ülkeyi yönetenlerin ABD’nin çıkarlarını kendi ulusal çıkarlarının üstünde tutup tutmadığı mühim. Dolayısıyla demokrasi söylemi retorikten ibaret. ABD’nin rahatsızlık duyduğu şey de Türkiye’nin güç merkezi olarak konumlanma çabası.

Ankara’nın bir kutup olarak konumlanma çabası, elbette ki denge politikasına dayanıyor. Bu da çok yönlü diplomasi anlayışından geçiyor. Bu anlamda Ankara-Moskova hattındaki dostane münasebetler, ABD açısından huzursuz edici. Nitekim Türkiye, her bağımsız devlet gibi hava savunma ihtiyacının karşılanması noktasında ABD’den hava savunma sistemleri talep etmiş ve kendisine Patriotların verilmemesi vesilesiyle müttefiklik hukukunun gerçek yüzüyle karşılaşmıştı. Bu nedenle de Türkiye, Rusya’dan S-400 satın alma yoluna gitmişti.

Bu süreç de adeta egemen bir devletin karar alma yetisinin gasp edilmek istendiği bir durum yaratmış ve Türkiye’ye Patirot vermeyen Washington yönetimi, Ankara’nın Moskova’dan S-400’leri almasını yaptırım sopasıyla yanıtlamıştı. Bunun yanı sıra ABD, Türkiye’yi F-35 programından çıkarmış, F-16’ların modernizasyonu noktasındaki ihtiyaçların tedarik edilmesini engellemişti. Henüz F-16 anlaşması onaylanmış değil.

Türkiye’nin savunma sanayisi de ABD’nin hedefinde. Nitekim Türkiye, ATAK helikopterlerinin ihracatında dahi sorunlar yaşıyor. Örneğin Pakistan’a yönelik ATAK helikopteri ihracatı, ABD’nin yaptırımları nedeniyle gerçekleşmemektedir. Ukrayna’nın savunulmasında Bayraktar TB2’lerin üstlendiği rolü öven aktörlerin Türkiye’nin savunma sanayisini hedef alması son derece tutarsız.

Biden yönetiminin sözde Ermeni Soykırımı hakkındaki kararı da Ermeni diasporasının etkinliğini gözler önüne seriyor. Elbette bu da Amerikan siyasetinde Türkiye karşıtı bir refleksin bulunduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla diaspora, karar alıcıları da etkileme kapasitesine sahip. Bu konuda bilhassa diaspora kuruluşu ANCA’nın ön plana çıktığı görülüyor.

Dahası ABD’nin Türkiye’ye vermediği Javelin ve Stringer’leri terör örgütü YPG’ye verdiğini de hatırlatmak gerek. Elbette bu PKK’nın desteklenmesinden başka bir şey değil. Tüm bunlara ek olarak ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde terör örgütü YPG’ye verdiği destek, Dedeağaç’a yaptığı askeri yığınakla birlikte düşünüldüğünde Washington yönetiminin Türkiye’yi güneyden kuşatmak istediği de öne sürülebilir. Buna ABD’nin GKRY’ye 35 yıl boyunca uyguladığı silah ambargosunu kaldırması da dahil edilebilir.

Kısacası Türk-Yunan ilişkilerine güvenlik ikilemi derinleşirken; çatışma riski artıyor ve Washington, Atina’yı saldırgan politikalarında teşvik ediyor. Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı cephe oluşturma çabaları da listeye eklenebilir. ABD, her ne kadar rasyonel olmadığı gerekçesiyle East-Med Projesi’nden çekilmişse de sürecin başlangıcında Türkiye ve KKTC’nin denizdeki haklarının gasp edilme girişimine açık destek vermişti.

Diğer taraftan Türkiye-Batı ilişkilerinde Ankara’ya yönelik baskıyı arttıran tek aktör ABD değil. AB de Geri Kabul Anlaşması çerçevesinde yükümlülüklerini yerine getirmemekte. Daha da mühimi Türk vatandaşlarının AB ülkelerine seyahat noktasında vize sorunu yaşadığı görülmekte. Oysa Geri Kabul Anlaşması’nın koşullarına bakıldığında birlik, serbest dolaşım hakkı konusunda taahhütte bulunmuştu.

AB’nin Türkiye karşıtı hamleleri, vize serbestisinde yan çiziyor olmasının çok daha ötesinde. Nitekim Avrupa ülkelerinin FETÖ ve PKK firarisi teröristler için güvenli liman haline geldiği ortada. Hatta bu örgütler, gelirlerinin büyük kısmını da Avrupa’daki faaliyetlerinden karşılıyor. Türkiye’nin iadesini talep ettiği kişilerin dosyaları hakkında da kayda değer bir ilerleme yok.

Dikkat çekici olan nokta ise AB üyesi devletlerin de tıpkı ABD gibi Yunanistan ve GKRY’nin silahlanmasına verdiği destek. Fransa’nın Yunanistan’a Naval Group tarafından üretilen gemileri ve Rafale tipi savaş uçaklarını satması ve Almanya’nın Leopard tanklarını vermesi gibi hadiseler, Yunanistan’ın kime karşı silahlandırıldığı sorusunu akıllara getiriyor.

Elbette ABD’nin Yunanistan’ı askeri üsse çevirdiği realitesi, Avrupalı devletlerin tutumuyla da yakından ilişkili. Bunun yanı sıra Fransa ve İtalya’nın Türkiye karşıtı cephe oluşturma planı çerçevesinde teşkil edilen Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na üye olduğu da vurgulanmalı. Fransa boyutunda Ermeni Diasporası’nın Türkiye karşıtı faaliyetleri de göz önünde bulundurulmalı.

Almanya ise hatırlanacağı gibi, Türkiye’nin terör örgütü YPG’ye yönelik operasyonları nedeniyle askeri ekipman tedarikini önce sınırlandırmış ve daha sonra da sınırlı seviyede tutmuştur. Zaten 15 Temmuz’u FETÖ’nün düzenlediğine ikna olmayan da Alman siyasi elitleriydi.

Genel anlamda ise Türkiye-AB ilişkilerinde 2016’dan beri yeni fasıl açılmıyor. Üstelik Avrupa Parlamentosu, 2021’de Türkiye’nin tam üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını içeren raporu kabul ederek Türkiye’nin üyeliğine ilişkin tavrını ortaya koymuştu.

Tüm bu gelişmeler, Soğuk Savaş’ın başlangıcından itibaren Batı’nın bir parçası olan Türkiye’nin ABD ve AB tarafından ötekileştirildiğine işaret ediyor. 2010’lı yıllarda başlayan Türkiye-Batı ilişkilerindeki konjonktürel krizlerin özellikle de 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında yapısal bir mahiyete büründüğü söylenebilir. Kuşkusuz bunun nedeni Türkiye’nin hizaya getirilmek istenmesi. Fakat S-400’lerin alımından sınır ötesindeki terörle mücadele operasyonlarına kadar Ankara’nın Batı’ya hatırlattığı gerçek şu: Türkiye, artık eski Türkiye değil!

Tartışma