AB’de “stratejik özerklik” tartışmaları

💢 ABD’nin Çin’e karşı Avrupa’yı yanına çekmesi pek mümkün gözükmüyor.
💢 Avrupa’da stratejik özerklik tartışmaları hız kazanıyor.

1. resim

Kıta Avrupası’nın Amerikan hegemonyasına karşı arayış içerisinde olması yeni bir durum değil. Zira İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyet tehdidi nedeniyle ABD’nin küresel liderliğine rıza gösteren Avrupalı devletlerin AB’yi bilhassa Soğuk Savaş’ın sona ermesinin; yani Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından çok kutuplu dünyada bir güç merkezi-kutup olarak konumlandırma çabası içerisinde olduğu bilinmekte.

Esasen Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik müdahalesi esnasında güvendiği şey de buydu. Batı içerisindeki bölünmüşlük nedeniyle Moskova yönetimi, ciddi bir müeyyideyle karşılaşmayacağını düşünmüştü. Fakat savaş, büyük ölçüde trans-Atlantik ilişkileri onarmış ve Kıta Avrupası’nın geleneksel tehdit algılamalarını canlandırmıştır. Fakat Rus tehdidi nedeniyle ortaya çıkan Atlantik dayanışmasının konjonktürel olduğunu ifade etmek mümkün.

Esasen savaşın seyri noktasında dahi ABD-İngiltere ikilisinden oluşan Anglosakson ittifakı ile AB arasında ayrışma yaşanıyor. Zira Anglosaksonlar savaşın uzamasını ve yıpratma savaşı olarak tezahür etmesini isterken; AB, enerji faktörü başta olmak üzere çeşitli etkenlerden mütevellit en kısa sürede ateşkesin sağlanmasını arzulamakta.

Anglosaksonların savaşın uzaması talebinin arkasında ise Rus tehdidinin Amerikan hegemonyasının varlığını meşrulaştırması yatıyor. Fakat Amerikan liderliğine yönelik asıl meydan okuma Rusya’dan değil; Çin’den gelmekte. Zaten ABD’de “Özgür ve Açık Hint-Pasifik” stratejisi çerçevesinde Çin’i çevrelemeye çalışırken; AB’nin de Pekin yönetimine karşı Washington’un yanında yer almasını arzuluyor.

Tam da bu noktada Pekin’in Rusya-Ukrayna Savaşı’na ilişkin yaklaşımı, AB’nin tavrında belirleyici rol oynamakta. Çünkü Çin Dışişleri Bakanlığı’nın Pekin’in savaşa ilişkin tutumunu ortaya koyduğu 24 Şubat 2023 tarihli belge, Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne ve egemenliğine yaptığı vurgu ve Rusya’ya uygulanan yaptırımlar noktasındaki eleştiriler nedeniyle Çin’in savaşın sona erdirilebilmesi için arabuluculuk diplomasisi yürütebileceğini göstermekte.

Zaten Çin Dışişleri Bakanlığı tarafından bahsi geçen belgenin yayınlanmasından kısa bir süre sonra Avrupalı yetkililerin Çin’e yönelik ziyaretleri yoğunluk kazanmıştır. Bu anlamda Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un Kasım 2022’deki Pekin ziyaretinde talep ettiği üzere Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in Rus mevkidaşı Vladimir Putin üzerindeki nüfuzunu kullanmasına dönük bir beklenti söz konusudur.

Bu noktada Şi’nin 20-22 Mart 2023 tarihli Moskova ziyaretine değinilmesi gerekmekte. Her ne kadar söz konusu ziyaret, Çin’in Rusya’ya desteği olarak Anglosaksonlar tarafından sunulmuşsa da Şi’nin Putin’le olan görüşmesinin ardından Avrupa’dan Pekin’e düzenlenen ziyaretler çok daha farklı bir noktaya işaret etmekte. Zira en temelde ziyaret, NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini düşünen Avrupalıların da arzuladığı çok kutupluluğa yapılan bir vurguyu içermekteydi.

Dahası Şi’nin Pekin’e dönmesinin ardından Ukrayna Cumhurbaşkanı Valdimir Zelenski’nin Çinli lideri Kiev’e davet edebileceği de öne sürülmüştür. Bu da Avrupa’nın kutup olma isteğinin önündeki savaşı sona erdirmeye dönük bir arabuluculuk diplomasisinin habercisiydi. Dolayısıyla Çin Devlet Başkanı’nın Moskova ziyareti, sanılanın aksine Avrupa’nın çıkarları ve beklentileriyle örtüşen bir gelişmeydi.

Tüm bu nedenlerden ötürü 30 Mart 2023’te AB Dönem Başkanı olan İspanya’nın Başbakanı Pedro Sanchez, Pekin’i ziyaret etmiştir. Gerek Sanchez’in ziyaretinde gerekse de 5-7 Nisan 2023 tarihinde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile AB Komisyonu Ursula von der Leyen’in Pekin ziyaretlerinde ele alınan meseleler arasında iki konunun ön plana çıktığı görülmüştür. Bunlar ise Rusya-Ukrayna Savaşı’nın sona ermesine ilişkin çabalar ve Fransa ile Avrupa arasındaki iktisadi münasebetlerdir.

Anlaşılacağı üzere, Avrupa’nın temel önceliği stratejik özerkliğin önünde engel teşkil eden Ukrayna’daki savaşın sona ermesi. Ayrıca Çin-AB ilişkilerinin ekonomik hacmi göz önünde bulundurulduğunda, ABD’nin Çin’e karşı Avrupa’yı yanına çekmesi pek mümkün değil.

Üstelik bu konuda Macron’un AUKUS’un rövanşını almak istediği de öne sürülebilir. Zira ABD, Çin’e yönelik çevreleme stratejisinde İngiltere’yle birlikte Avustralya’yla nükleer denizaltılara ilişkin bir pakt oluşturmuş ve bu pakt nedeniyle Kanberra yönetimi, Fransa’yla imzaladığı Asya-Pasifik’te işbirliğini öngören anlaşmadan çekilmişti. Söz konusu dönemde Fransız yetkililer, AUKUS’a ilişkin tepkilerini “Sırtımızdan bıçaklandık.” diyerek dile getirmişti.

Tam bu noktada Macron’un 9 Nisan’da verdiği röportaj esnasında Tayvan konusunda Avrupa’nın taraf olmak zorunda olmadığını belirtmesi ve Avrupa’nın stratejik özerkliğinin sağlanması ihtiyacını vurgulaması, AUKUS’un rövanşı olarak nitelendirilebilir. Elbette bu durum, Avrupa’nın çok kutuplu dünyadaki bir güç merkezi olma yönündeki iradesini de ortaya koyar nitelikte. Aynı zamanda Macron’un üstlendiği rol, Angela Merkel’in emekli olmasının ardından Avrupa’da yaşanan liderlik sorununun çözülmesi noktasında da Macron’un inisiyatif almak istediğini gözler önüne seriyor.

Dahası Macron’un ardından Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock da 13 Nisan’da Çin’i ziyaret etti. Bu ziyaretin ilginç yanı ise tam da stratejik özerklik tartışmaları. Çünkü Baerbock, Pekin’e gitmeden önce Macron’un röportajındaki ifadelerin Fransız liderin şahsi görüşü olduğunu belirtirken; Pekin’de AB’nin geleneksel politikası olduğunu ifade etmiştir. Bu da Berlin’in de Paris’in istediği çizgiyi kabullendiğini göstermekte.

Neticede Avrupa’da stratejik özerklik tartışmaları hız kazanmakta ve Kıta Avrupası, Çin’in küresel ekonomideki rolü ve arabuluculuk diplomasisini fırsata çevirmeye çalışmaktadır. Tüm bu gelişmeler ise Avrupa’nın çok kutuplu dünyada bir kutup olarak konumlanma arzusunu ortaya koymakta.

Tartışma