ABD'nin eskimeyen silahı: "Seyir özgürlüğü" ile saldırı
Kızıldeniz’de artan saldırılar, ABD'nin stratejik deniz geçitlerinde hakimiyet kurmak için yeni girişimlere yöneleceğine işaret ediyor.
Üçte ikisi sularla kaplı yer küreye hakim olmak için tarihte nice cihangirler ortaya çıktı. Büyük İskender, Cengiz Han, Sezar, Napolyon… Adını tarihe nakşetmiş bu fatihlerin karşılarına çıkan en büyük engel, hasım ordulardan ziyade, fetihlerini karadan gerçekleştirmek mecburiyetleriydi. Oysa cihana hakim olmanın yolunun denizlere hakimiyetten geçtiği gerçeği önce 16’ıncı yüzyılda Barbaros Hayrettin Paşa, ardından 1890 yılında ortaya koyduğu eseri ile ABD’li askeri tarihçi Alfred Thayer Mahan tarafından tespit edildi.
ABD donanması bu teoriyi İkinci Dünya Savaşı’nda Pasifik Donanması Komutanı Amiral Chester W. Nimitz eliyle de pratiğe taşıdı. Bu makalenin devamını okurken Amiral Nimitz’in küresel hakimiyet kadar, ABD’yi savunmak için de denizlere hakimiyetin önemine işaret eden şu sözünü aklınızda tutmanızı rica ederim:
ABD donanmasının işlevi, savaşı düşmana taşımak, Birleşik Devletler topraklarında muharebe edilmesini önlemektir.
Anglo - Sakson donanmasının doğuşu
ABD , İkinci Dünya Savaşı’ndaki deneyimini de kullanarak önce İngiltere’nin elinden denizlerdeki hakimiyet silahını devraldı. Ardından nükleer silah ve füze teknolojilerini donanma unsurlarına uyarlamadaki başarısıyla hem Soğuk Savaş’taki hasmı SSCB’ye fark attı hem de NATO müttefiklerinin ulaşamayacağı bir uçak gemisi ve denizaltı filosuna sahip oldu.
Yeni bir Soğuk Savaş’ın başlayıp başlamadığının tartışıldığı günler geldiğinde ise 2018 yılının Haziran ayında ABD, küresel kuvvet aktarma kabiliyeti açısından kritik bir adım attı. ABD Pasifik Komutanlığı’nın ismi Hint - Pasifik Komutanlığı olarak değiştirildi.
ABD’nin 2012 yılından itibaren Çin'i tehdit sıralamasında ilk sıraya yerleştirmesiyle beraber doğan bu ülkeyi çevreleme ihtiyacı, İngiltere ile yollarını yeniden birleştirmesini gerektirdi. Brexit ile Avrupa Birliği’ne (AB) veda eden İngiltere’nin de, eşzamanlı olarak Queen Elizabeth sınıfı yeni uçak gemilerini donamaya dahil etmesi 2020’li yıllarda yaşanacakların işaretiydi.
Dünya, Covid-19 kriziyle meşgul olurken Anglo - Sakson donanması, dünya denizlerine yetecek miktarda uçak gemisini sefere çıkarıyor, bir yandan da 2021 yılında bu donanma gücüne AUKUS İttifakı ile Avustralya’yı ekliyordu.
Çin'in Güney Çin Denizi’nde çevrelenmesi için bölgede yeni üslere ve üçüncü bir ülkenin nükleer denizaltılardan oluşan etkili bir vurucu güç desteğine ihtiyaç kaçınılmazdı. Avustralya ile bu boşluk doldurulurken, Rusya istilasına karşı Ukrayna’nın desteklenmesi sürecinde olduğu gibi, Fransa bölgeden dışlandı.
Seyir özgürlüğünün başdüşmanı Çin mi?
Ukrayna’yı Rusya’nın üzerine salarak Rus donanmasını ve tüm stratejik kuvvetlerini meşgul eden ABD, 2022 yılının ikinci yarısından itibaren Tayvan Adası’nın etrafında daha hareketli hale geldi.
ABD, topraklarına binlerce deniz mili uzaklıktaki Tayvan Geçidi’nde savaş gemileriyle cirit atarken, Pekin yönetimini de sistematik olarak “ticaret gemilerinin seyir haklarını” tehdit etmekle suçlamayı oyunun parçası haline getirdi.
Nitekim Washington’un artan suçlamalarına karşılık olarak Çin Savunma Bakanı Li Shangfu’nun “ABD’yi seyrüsefer hegemonyası kurmaya çalışmakla” itham etmesi tesadüf değildi. Li, ABD donanmasının artan Tayvan Geçidi seferleri ve tacizlerini değerlendirirken “Neden bu hadiselerin hepsi Çin’e yakın bölgelerde oluyor? Neden diğer ülkelerin yakınında olmuyor?” sorusunu da gündeme getirme ihtiyacı duydu.
1805'ten günümüze ABD'nin Akdeniz seferleri
Çin Savunma Bakanı Li’nin bu sözlerinin çok da haklı olmadığını vurgulamak zorundayım. “Seyrüsefer hegemonyası” ya da “Seyir hakkı özgürlüğünü” bahane ederek ABD’nin gözüne kestirdiği ülkelere saldırması ya da hegemonya kurmak istediği alanlara girmek için bu gerekçeleri öne sürmesi ne yeni, ne de Hint-Pasifik bölgesine özgü bir yöntem.
Nitekim, ABD donanmasının Akdeniz’e ilk girişi de “seyir hakkı özgürlüğü” gerekçesine dayanarak 19’uncu yüzyılın hemen başında gerçekleşti.
ABD, Akdeniz’deki ticaret gemilerini koruma gerekçesiyle 1801 yılından itibaren 16 savaş gemisini bölgeye gönderdi. Hedefleri Trablus’u merkez edinmiş Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı Türk denizcileri ile savaşmaktı.
Çarpışmalar, 1805 yılının Haziran ayında imzalanan anlaşmaya kadar devam etti. Fakat bu, Amerikan donanmasının seyir hakkı özgürlüğü gerekçesiyle Libya kıyılarına yaptığı son ziyaret olmayacaktı.
1973 yılında ABD’nin Mısır ve Suriye’ye karşı İsrail’e silah temin etmek için Akdeniz’de inşa ettiği tedarik zincirine karşı Libya lideri Kaddafi, Sirte Körfezi’ni ülkesine ait karasuları olarak ilan etti.
Kaddafi, Sirte Körfezi’ni İsrail’e destek verecek ülkeler için “Ölüm Hattı” olarak tanımladı. Bunun üzerine ABD donanması Sirte Körfezi’ni kapsayacak şekilde, bugün Tayvan Geçidi’nde olduğu gibi, “Seyir Hakkı Özgürlüğü Operasyonları” ( FON – Freedom of Navigation ) yürütmeye başladı.
Bu operasyonlar Ronald Reagan’ın başkanlığa seçilmesiyle beraber 1981’den itibaren sıklaştı. 1981 ve 1989’da taraflar iki defa çatışmaya girdi. 1981’deki ilk çatışma Libya’nın iki Su-22 uçağının düşürülmesiyle sonuçlandı. 1989’da Sirte Körfezi’ne giren Amerikan uçak gemilerinden havalanan avcı uçakları bu defa iki Libya MiG-23 uçağını düşürdü. ABD’nin Akdeniz, İtalya ve İngiltere’de konuşlu donanma ve hava gücü, Libya lideri Kaddafi’nin tepesinde 2011 yılındaki ölümüne kadar Damokles’in Kılıcı misali sallanmaya devam etti.
Arap Baharı’nı takiben ise ABD’nin Doğu Akdeniz, Ege ve Karadeniz’e olan ilgisinde hatırı sayılır bir artış yaşandı. 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhakı, ABD savaş gemilerinin Karadeniz’e sıkça giriş çıkışları için vesile oldu. Mike Pompeo’nun Dışişleri Bakanlığı döneminde ise 2018 yılından itibaren ABD donanması Girit Adası’ndaki konumunu sağlamlaştırırken, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile de işbirliğini artırdı.
Bu kapsamda ABD Savunma Bakanı Austin’in 2021 yılında Romanya’daki temasları sırasında “Karadeniz’in güvenliği ABD’nin ulusal güvenliği ile doğrudan bağlantılıdır” cümlesini de Washington’un geleceğe yönelik niyetleri açısından not etmek gerekli.
ABD Kızıldeniz'de yeni bir deniz gücü inşa etmenin peşinde
ABD, Güney Çin Denizi’nden Hint Okyanusu’na, Kızıldeniz’den İran Körfezi’ne, Karadeniz’den Baltık Denizi’ne kadar her stratejik deniz geçidini kendi tasarrufunda görüyor. Şimdi bunun son örneğini, İsrail’in Gazze saldırısı vesilesiyle izliyoruz.
ABD’nin bu krizle ilgili ilk adımı çatışmayı yatıştıracak diplomatik girişimler yerine, iki uçak gemisini Doğu Akdeniz’e göndermek oldu. Bu deniz gücünün bir kısmı yoluna devam ederek Süveyş Kanalını geçti, Arap Denizi’ne ulaşıp İran Körfezi’ne girdi.
Gazze’deki Filistin toplumuna destek olmak adına Yemen’deki İran destekli Husilerin, dünyanın en kritik deniz geçitlerinden biri olan Bab el Mendeb Boğazı çevresinde ticari gemi trafiğini ve İsrail’in Eilat Limanı’nı hedef almasıyla ABD donanması şimdi Yemen karasularına odaklanmış durumda.
ABD donanması, ticari gemilere ve Eilat’a yönelik saldırıları büyük ölçüde savuşturmayı başardı. Ancak, sıklığı ve şiddeti giderek artan saldırılar, bu defa İsrail’in tehdit çıtasını yükseltmesine neden oldu. İsrail Başbakanı Netanyahu, ABD’nin Yemen topraklarındaki tehditlere yanıt vermemesi halinde, kendilerinin harekete geçeceği uyarısında bulundu. Washington yönetimi şimdi Kızıldeniz’de uluslararası bir deniz görev gücü kurmanın arayışı içerisinde.
New York Times'ın manidar manşeti
Kızıldeniz’de gerilimin seviyesi her geçen gün yükselirken, 8 Aralık 2023 günü New York Times gazetesinin manşetinde alarm zincirlerini çaldıran bir makale yayınlandı. Halihazırda Filipinler ile Çin arasında gerilimin arttığı bölgede, Pekin yönetiminin silahlandırılmış balıkçı tekneleri ile Malezya kıyılarından Güney Çin Denizi’ne ve Tayvan Boğazı’ndan Japonya kıyılarına kadar kurduğu hegemonyaya dikkat çekildi.
Çin'in bir nevi hibrit milis gücü olarak tasarladığı silahlandırılmış binlerce balıkçı teknesi Filipinler kıyılarından Güney Amerika kıyılarına kadar, Pekin yönetiminin çıkarlarını savunmak için hareket halinde.
New York Times’ta yayınlanan makale ve Kızıldeniz’de artan saldırılar, ABD donanma gücünün stratejik deniz geçitlerinde hakimiyet kurmak için yeni girişimleri gündeme getireceğine işaret ediyor.