ABD’nin Hint – Pasifik mesaisi

Beyaz Saray, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne karşı uyguladığı ve başarılı sonuç aldığı çevreleme stratejisini şimdi de Çin’e karşı hayata geçirmeye çalışıyor.

1. resim

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Dışişleri Bakanı Antony Blinken, bir yandan 1 ay içerisinde 3 kez İsrail’i ve İsrail’in yakın çevresindeki devletleri ziyaret ederken, diğer taraftan da Hint – Pasifik bölgesine odaklandı.

Bu durum, ABD’nin Orta Doğu politikasındaki temel önceliği olan İsrail’in güvenliğinin sağlanmasına yoğunlaştığı dönemde dahi, makro düşünerek küresel jeopolitikteki ana hedefi olan Çin’in çevrelenmesi stratejisini arka plana itmediği anlamına geliyor.

Bilindiği üzere, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve Irak’taki kuvvetlerini azaltması, Washington yönetiminin Hint – Pasifik jeopolitiğine olan ilgisiyle ilişkilendirilmişti. Zira ABD’ye göre, küresel güç mücadelesindeki temel rakip Çin. Dolayısıyla Beyaz Saray, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne karşı uyguladığı ve başarılı netice elde ettiği çevreleme stratejisini Çin’e karşı hayata geçirmeye çalışıyor.

Bu kapsamda ABD’nin bölgedeki devletlerle, bilhassa Çin ve Kuzey Kore’den tehdit algılayan aktörlerle olan münasebetlerini geliştirme çabası içerisinde olduğu görülmekte. Ayrıca Beyaz Saray yönetimi; ANZUS, QUAD ve AUKUS gibi bölgesel paktlar aracılığıyla müttefikleri ile olan ilişkilerini kurumsallaştırma çabası içerisinde.

Söz konusu çabaların detaylarını anlamak için Blinken’in yakın zamanda Hint – Pasifik devletleri ile olan temaslarına bakmak gerekir. Öncelikle Blinken’in Güney Kore’yi ziyaret ettiğini hatırlatmakta yarar var.

ABD, bir yandan Güney Kore’yi QUAD’a üye olmaya ikna ve QUAD’ı “QUAD+” olarak formüle etme arayışında; diğer taraftan da bölgedeki müttefiklerinin kendi aralarındaki sorunların giderilmesi için çaba harcamakta. Bu çerçevede Beyaz Saray’ın Seul ile Tokyo arasındaki yakınlaşma sürecini hızlandırmaya çalıştığı söylenebilir.

Blinken’in bir diğer ziyareti ise Savunma Bakanı Lloyd Austin ile birlikte “2+2” formatında gerçekleşecek görüşmeler için Yeni Delhi’ye oldu. Kuşkusuz Hindistan, ABD’nin “Özgür ve Açık Hint – Pasifik” söylemi üzerinden yürüttüğü stratejinin en kilit aktörlerinden biri. Ancak Hindistan’ın bazı şeylere ikna edilmesi gerekiyor.

Öncelikle Hindistan, bağlantısızlık geleneğinin de etkisiyle çok kutuplu dünyayı savunan, yani Amerikan hegemonyasını tenkit eden bir aktör. Bunu BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) bir parçası olarak ortaya koymaktan da çekinmiyor.

Halihazırda Hindistan, Batı’nın baskılarına rağmen Rusya ile enerji alanındaki ilişkilerini de sürdürüyor. Tüm bunları ise stratejik özerklik kavramı üzerinden temellendiriyor. Dahası Hindistan’ın S-400 alımı yaptığı ama yaptırımlara maruz kalmadığı da bilinmekte. Peki, ABD neden Hindistan’a diğer partnerlerine göstermediği toleransı gösteriyor?

ABD açısından Çin’in küresel hırslarını dizginlemek için iki hamlenin yapılması gerekiyor. Bunlardan ilki, Çin’in yumuşak karnı olarak nitelendirilebilecek etnik sorunlarının kaşınması. Buna Doğu Türkistan meselesi, Hong Kong sorunu, Tibet meselesi ve Tayvan sorunu örnek verilebilir. Zaten Washington, tüm bu konularda Pekin’i provoke edecek adımlar atarak Çin’e sınırlarını ve sınırlılıklarını göstermeye çalışıyor.

İkinci adım ise Çin’i bölgesindeki sorunlarla oyalarak küresel vizyonunu baltalamak. Bu anlamda Çin ile Hindistan arasındaki sınır sorunlarının ABD açısından son derece kullanışlı olduğu aşikar. Bu yüzden de Washington, Yeni Delhi’nin stratejik özerklik arayışlarına dahi tahammül ederek Hindistan’ı Çin’e karşı konumlandırma çabası içerisinde.

Esasen Washington yönetiminin terminolojik bir farklılığa giderek Asya – Pasifik bölgesini Hindistan’ı da içerecek biçime Hint – Pasifik şeklinde tanımlama çabasına yoğunlaşması da bundan kaynaklanıyor.

Anlaşılacağı üzere ABD’nin küresel liderliğini sürdürebilmek için hayata geçirmeye çalıştığı politikalarda Hindistan, kilit bir partner olarak değerlendiriliyor. Bu noktada Blinken’in Yeni Delhi ziyaretinde Austin’in de katıldığını vurgulamak gerek.

Söz konusu gelişme, Hindistan’ın her ne kadar QUAD’daki varlığını bile savunma ittifakından bağımsız ele almasına rağmen ABD’nin bölgedeki ittifaklarını savunma temelli işbirlikleri ile taçlandırma arayışında olduğunu gösteriyor. Washington yönetiminin öncülüğünde bölge devletleri ile gerçekleştirilen Malabar tatbikatları da bunun göstergesi.

Öte yandan ABD, yalnızca Hindistan, Japonya ve Güney Kore ile değil, aynı zamanda Çin’in bölgedeki revizyonist politikalarından rahatsız olan diğer bölge ülkeleri ile de ilişkilerini geliştirme arayışında. Burada da ekonomiyi itici güç olarak kullanmaya çalışan bir Beyaz Saray var. Burada da ABD, Asya – Pasifik Ekonomik İşbirliği Topluluğu’nu (APEC) etkin bir platform olarak kullanma çabasında. Zaten Blinken de 13 Kasım itibarıyla San Francisco’da APEC ülkelerinin dışişleri bakanlarının katıldığı zirveye ev sahipliği yapıyor.

Sonuç olarak ABD, İsrail’in güvenliğine odaklandığı günümüz konjonktüründe bile Hint – Pasifik’te cepheyi sağlam tutma arzusunda. Bunun için de Blinken, yoğun bir mesai harcıyor. Bu mesainin ABD Başkanı Joe Biden ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in 15 Kasım’da gerçekleşecek görüşmesinden önce yoğunlaşması ise tesadüf olmasa gerek. Muhtemelen Biden yönetimi, Şi’ye müzakere masasında yalnız olduğunu ve kuşatıldığını, bu yüzden de taviz vermesi gerektiğini hatırlatmaya çalışıyor.

Tartışma