Lowy Institute for International Policy: Artan jeopolitik riskler ve Avrupa'nın bölünmüşlüğü
Gazze, Dağlık Karabağ, Libya ya da Ukrayna konusunda AB ülkeleri neden beraber hareket edemiyor? Mevcut jeopolitik riskler, Avrupa ülkeleri için bir "Avrupa Birleşik Devletleri" yapısını zorunlu hale mi getirecek?
Avustralya merkezli düşünce kuruluşu Lowy Institute for International Policy'de, dünyanın çeşitli bölgelerinde devam eden çatışmalar karşısında AB ülkelerini bölünmüşlüğünün değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Avrupa ülkelerinin Gazze'den Dağlık Karabağ'a Libya'dan Ukrayna'ya kadar devam eden çatışmaların hiç birisinde ortak ahre demediğine dikkat çekilen analizde, bu durumun Avrupa'nın birliğini ve geleceğini tehlikeye attığı belirtildi.
Analizde ayrıca, Avrupa'daki ülkelerin küçük hükümetler yerine “Avrupa Birleşik Devletleri” gibi bir yapıya bürünerek, özellikle dış politika ve güvenlik konularında beraber hareket etme zorunluluğunun giderek arttığı tespiti yapıldı.
İşte Lowy Institute for International Policy'de yayınlanan analiz:
Gazze'deki savaş konusunda AB nerede duruyor? Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki çatışmalar söz konusu olduğunda AB nerede duruyor? Libya'daki durum söz konusu olduğunda AB nerede duruyor? Aynı soru bugün Ukrayna'daki savaşla ilgili olarak da sorulabilir.
Üzücü gerçek şu ki bu sorunun tek bir cevabı yok.
AB kurumları içinde en az iki cevap olabilirken, üye devletlerden gelen ise üç ya da dört cevap daha olabilir.
Bu durum hem AB'yi hem de üye devletleri savunmasız ve kararsız göstermektedir.
Avrupa içerisindeki çeşitli eğilimleri analiz edecek olursak, aynı tartışmaların son 20 yıldır devam ettiğini fark edebiliriz. AB içerisinde genel anlamda üç farklı bakış açısı bulunmaktadır.
Birincisi, AB'nin bir konfederasyon ya da federasyon modeline doğru ilerlemesi gerektiğini savunuyor. İkincisi her şeyin yolunda olduğunu söylüyor. Üçüncüsü ise güçlü ulus devletlere geri dönüşü teşvik ediyor.
Peki AB varlığını, her ülkenin çıkarlarını ayrı ayrı gözeterek devam ettirebilir mi? Bu aynı zamanda AB'nin kime karşı sorumlu olduğu sorusunu da gündeme getiriyor. AB yapısı, üye devletlere mi yoksa vatandaşlarınna karşı sorumlu?
AB hakkında çalışan uzmanlar, Avrupa'nın dış politika ve askeri konularda özerkliğe kavuşması gerektiğine inanıyor.
Artan jeopolitik istikrarsızlık bağlamında AB'nin mevcut yapısı, büyük bir karmaşıklığı da ortaya çıkarabilir. Zira; güçlü bir Avrupa özerkliğinin ve egemenliğinin olmaması, ülkelerin kendi başlarının çaresine bakmalarının ve kendi çıkarlarını gözetmelerinin daha iyi olacağını göstermektedir.
Birleşik ve özerk bir AB dışişleri organı, Avrupa'nın sesinin üye devletlerin tüm dışişleri bakanlıklarının yerine geçmesi anlamına gelecektir. Aslında bu, tüm dışişleri ofislerinin tek bir Avrupa ofisinde birleşmesi ve ulusal ofislerin varlığının sona ermesi anlamına gelecektir. Bu imkansız olmasa da zor bir geçiş olacaktır.
Bu durum, aynı zamanda askeri ve savunma için de geçerlidir. Savunma alanında endüstriyel işbirliğinin olmaması AB için çok maliyetlidir. Avrupa savunması 27 küçük ulusal orduyu bir araya getirmektedir. Ancak bu ordular arasındaki eşitsizlik verimliliğe zarar vermekte ve Avrupa savunma sanayisini desteklememektedir.
Bu durum da, her biri kendi ülkesinin ordusuna tedarik sağlayan ulusal oyuncular arasında rekabet olmaması nedeniyle bu sektörde ölçek ekonomilerine ulaşmanın imkansızlığı ile açıklanabilecek israfa yol açmaktadır.
Örnek olarak, savunma ihtiyaçlarına ortak bir yanıt vermek üzere çalışması beklenen hükümetler arası bir ajans olan Avrupa Savunma Ajansı'nın varlığına rağmen, kamu savunma sözleşmelerinin yaklaşık yüzde 80'i ulusal programlara tahsis edilmektedir.
Mevcut jeopolitik riskler ve sınırındaki savaş ışığında, AB'nin endüstriyel kapasitesini arttırması ve tedarik zincirleri üzerindeki kontrolünü sürdürmesi aciliyet arz etmektedir.
Aynı hastalık AB'nin hem dış politikasını hem de savunma birliğini etkilemektedir. AB ülkeleri dünyadaki sorunlar konusunda da ortak hareket edememektedir.
Örnek olarak Libya'daki durum analiz edilirken, Avrupa ülkelerinin farklı görüşlere sahip olduğu birçok soru ortaya çıkmaktadır. Bu durum, her türlü siyasi ve askeri stratejinin temel odağı olması gereken Atlantik ötesi ittifakı zayıflatmaktadır. Hiç şüphe yok ki AB'nin tek ses olamaması tüm vatandaşlarının güvenliğini ve refahını da tehlikeye atmaktadır.
Bir diğer önemli nokta ise mevcut durumun vergi mükelleflerinin parasını boşa harcayan gereksiz idari katmanların gelişimini teşvik etmesidir.AB'nin operasyonlarını düzene koyması ve her üye ülke için kotalar yerine verimliliğe odaklanması önemlidir.
Avrupa'nın ve vatandaşlarının kaderi ve istikrarı, bir fark yaratacak karar alma gücüne sahip olmayan orta düzey yönetim katmanlarının ellerine bırakılmıştır ve bu durum giderek sürdürülebilir olmaktan çıkmaktadır.
Bu noktada Brexit'e rağmen, Winston Churchill'in 1946 yılında Zürih Üniversitesi'nde "Avrupa Birleşik Devletleri" kurulması çağrısında bulunduğu ve kıta halklarını geçmişin trajedilerini geride bırakıp geleceğe odaklanmaya teşvik ettiği ünlü konuşması akıllara getirilmelidir.
Churchill bu konuşmasında; bir tür Avrupa Birleşik Devletleri inşa etmenin adalet, nezaket ve özgürlükten oluşan "Avrupa ailesini" yeniden yaratmanın ilk adımı olduğunu belirtmiştir.
Ancak böyle bir dönüşüm ancak dünya savaşlarında olduğu gibi yıkıcı bir yıkım yaşadıktan sonra gerçekleşebilir.
Burada ise Avrupa ülkelerinin sorması gereken daha büyük bir soru gündeme geliyor. Olası yeni bir dünya savaşını bu sefer kim kazanacak?