ABD’nin İran’a yönelik misilleme planları: Olası senaryolar

ABD’nin İran'a nasıl bir yanıt vereceği henüz bilinmese de en gerçekdışı senaryo, İran’ın vurulması.

1. resim

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları devam ederken, 28 Ocak’ta İran destekli Şii milis grup olan Irak İslami Direniş Hareketi’nin Suriye – Ürdün sınırındaki Amerikan unsurlarını vurması, tüm dünyanın ABD – İran gerilimine odaklanmasına neden oldu. Washington yönetiminden İran’ı eleştiren çok sayıda açıklama geldi. Hatta Lindsey Graham gibi senatörler, İran’ın vurulması çağrısında bulundu.

Saldırının İran ile doğrudan ilişkisi var mı?

Öncelikle Şii milis grupların hangi koşullarda ve ne zaman oluştuğuna değinmek gerek. Bu gruplar, genellikle ABD’nin Orta Doğu’ya yönelik saldırıları karşısında İran’ın ABD ve İsrail karşıtlığına dayanan söylemlerinden etkilenen ve dini – ideolojik saiklerle Tahran yönetimine aidiyet hisseden gruplardır.

Dolayısıyla Washington yönetiminin bölgedeki varlığının tetiklediği Amerikan karşıtlığı, İran’ın da bölgesel etkisini artırmasına kapı araladı. Örneğin ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında Irak’ta artan İran etkisini gösteren ve mevzubahis saldırıyı gerçekleştiren Irak İslami Direniş Hareketi, benzer yapıya sahip çok sayıda örgütten yalnızca biri.

Şii milis grupların karar alma noktasında bir özerkliklerinin bulunduğunu söylemek mümkün olsa da Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) bu grupların kurulmasında belirleyici rol oynadığı bilinmekte.

İran, hala DMO komutanları aracılığıyla söz konusu gruplara danışmanlık desteği veriyor. Dahası bu grupların birçok eylemi, DMO tarafından belirlenen hedeflere DMO’nun istediği yöntemlerle gerçekleştiriliyor. Yani 3 Amerikan askerinin öldüğü ve onlarcasının yaralandığı saldırının İran ile ilişkilendirilmesi kadar normal bir şey yok.

Saldırının mahiyeti, İran’ın istihbarat desteği olmaksızın gerçekleştirilemeyecek bir eyleme işaret ediyor. Nitekim Şii milis grupların Irak’ta ABD üslerini onlarca kez vurduğu ama bu boyutta yıkıcı bir saldırı gerçekleştiremediği herkesin malumu.

İran böyle bir saldırıyı neden planladı? 

Bu noktada ifade edilmesi gereken ilk husus, İsrail’in Gazze’deki katliamlarıyla birlikte İran’ın Şii milis gruplar üzerindeki etkisinin tartışılmaya başlanması. Zira Irak’taki Amerikan unsurlarına yapılan saldırılarda kayda değer bir etki söz konusu değil.

Husi Ensarullah Hareketi ise Kızıldeniz’de İsrail’e giden gemileri hedef alırken, yalnız bırakıldığını düşünmeye başladı. Bu yüzden de İran’ın Husilere “Yalnız değilsiniz” mesajını vermesi gerekiyordu.

Zamanlama manidar

Saldırının zamanlamasının manidar olduğu aşikar. Nasıl mı? Gelin İran – ABD ilişkilerine dair bir tespit yapalım. ABD’nin Ortadoğu’ya yaptığı her müdahalenin İran’a alan açtığını söylemek mümkün. Dolayısıyla taraflar arasında kazan – kazan temelli bir ilişkinin bulunduğu ifade edilebilir. Bu bir gizli anlaşmaya dayanmasa bile iki ülke de Ortadoğu’daki etkisini birbirinin bölgedeki faaliyetleri ile artırıyor ve meşrulaştırıyor.

İran, ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik müdahalelerinin kendisini kuşattığı iddiası ile “Şii Hilali” ve “Direniş Ekseni” gibi söylemlere sarılırken, “Pers yayılmacılığı” politikasını hayata geçiriyor.

Buna karşılık ABD’de “İran tehdidinin” varlığını hem bölgedeki askeri varlığını meşrulaştıracak bir argüman olarak kullanıyor hem de İran ile husumet halinde olan Körfez’deki Arap ülkelerini yanına çekmeyi başarıyor. Elbette bu sürece Körfez ülkeleri ile yapılan silah anlaşmaları eşlik ediyor. Gelelim zamanlamayı manidar kılan şeye.,

Bilindiği gibi ABD’nin Irak’tan çekilmesi gündemde. Irak Başbakanı Ebu Şiya es-Sudani bir süredir ABD başta olmak üzere uluslararası koalisyon güçlerinin Irak’tan çekilmesini savunuyor. Böylesi bir ortamda ABD’nin Irak merkezli bir direniş grubunun hedefi haline gelmesi, Irak’ta terör tehdidinin devam ettiği argümanını Washington’a sundu. Dolayısıyla Beyaz Saray’ın Bağdat’a Irak’taki Amerikan askerlerinin hedeflerine ulaşamadığı ve bu yüzden de henüz misyonunu tamamlamadığı dönüşünü yapması olası. Olamaz mı?

Belki de İran, ABD’nin Irak’tan çekilmemesi için Amerikan askerlerinin öldürüldüğü operasyonu planladı. Zira ABD’nin Irak’taki varlığı, İran’ın da söz konusu ülkedeki nüfuzunu artırmakta.

Ürdün’deki saldırı bir misilleme miydi?

Yakın geçmişte İran, iki önemli saldırı ile sarsıldı. Bunlardan ilki, 3 Ocak 2024’te terör örgütü DEAŞ’ın DMO Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin mezarı başında düzenlenen anma töreninde iki farklı bomba patlatması. Yerel kaynaklara göre 100’ün üzerinde İranlının hayatını kaybettiği saldırıdan sonra Tahran yönetimi ABD ve İsrail’i sorumlu tutmuş ama cevap hakkını saklı tutacaklarını açıklamıştı.

İkinci olay ise İsrail’in 20 Ocak’ta tüm angajman kurallarının değiştiğini gösterircesine Şam’da DMO karargahı olarak kullanılan bir binayı bombalaması ve DMO Kudüs Gücü’nün Suriye Komutanı Rıza Musavi de dahil üst düzey İranlı askerleri öldürmesi.

Tahran, bu saldırı karşısında da yanıt hakkını saklı tuttuklarını duyurmuştu. Esasen Husilerin tepkisini çeken de bu açıklama olmuştu. Tüm bu bilgiler göz önünde bulundurulduğunda, İran’ın İslami Direniş Hareketi’ni kullanarak yanıt hakkına başvurduğu söylenebilir.

İsrail’in Seyide Zeyneb Türbesi yakınındaki Şii milisleri vurması İran’a misilleme miydi? 

Ürdün’deki Amerikan askerlerinin vurulmasından bir gün sonra İsrail, Seyide Zeyneb Türbesi yakınlarındaki Şii milis grupları vurdu. Bu saldırı da pek çok kesim tarafından Ürdün’ün rövanşı olarak yorumlandı. Ancak buradaki grup, İslami Direniş Hareketi değil, Zeyenbiyyun Tugayı. Haliyle bu saldırıda Ürdün’ün faillerine yanıt verilmedi. Dahası ölen İranlı da olmadı. Ölenler İran’ın Pakistan’dan Suriye’ye savaştırmak için getirdiği lejyonerler.

Zaten aynı gün Beyaz Saray’dan yapılan açıklamalar ABD’nin henüz nasıl bir misilleme yapacağına karar vermediği şeklindeydi. Dolayısıyla Seyide Zeyneb Türbesi yakınlarındaki Şii milis grupları vurması bir misilleme değil, İsrail – İran hattındaki uzun soluklu yıpratma savaşının bir parçasıydı. Ancak ABD’nin nasıl bir misilleme yapacağı sorusuna dair ipuçları da barındırıyordu.

ABD İran’a nasıl bir misilleme yapacak?

ABD Başkanı Joe Biden, 30 Ocak’ta yaptığı açıklamada İran’a nasıl bir misilleme yapılacağına karar verdiğini ve bölgesel bir savaşa yol açacak adımlardan sakınacağını açıkladı.

Bu noktada ilk olarak şu tespiti yapmak gerekir: İran, vekil unsurlar aracılığıyla gerçekleştirdiği saldırılar ile ABD’ye İran’ı hedef alacak bir operasyonda savaşın İran topraklarıyla sınırlı kalmayacağı mesajını verdi. Biden’ın bölgesel bir savaş istemediklerini söylemesi ise Beyaz Saray’ın bu mesajı aldığını gösteriyor. Peki ABD, nasıl bir yanıt verecek?

Her ne kadar ABD’de yaklaşan Başkanlık seçimlerinin de etkisi ile Biden’ı suçlayarak halk desteğini artıracak çıkışlar yapan Cumhuriyetçi Parti üyesi senatörler İran’ın vurulması çağrısında bulunsa da ABD’nin İran’ı vurması uluslararası hukuk açısından çok rasyonel değil. Zira saldırıyı doğrudan İran gerçekleştirmedi. İran ile iltisakı bilinse de kanıtlanması zor. Böylesi bir ortamda İran’a yapılacak her saldırı ABD’nin imajına zarar verecektir.

Bu adım, ABD’nin işgalci devlet olduğu algısını güçlendirerek çok kutuplu dünya arayışlarını güçlendirmekten başka bir şeye hizmet etmez, tıpkı Irak ve Afganistan örneklerinde olduğu gibi. Öyleyse ABD’nin misillemesi nasıl gerçekleşebilir?

Washington yönetiminin elinde 3 farklı senaryonun bulunduğu iddia edilebilir. Bunlardan ilki, ABD’nin İran’a karşı yürüttüğü yıpratma savaşının dozunu artırması. Bu çerçevede Tahran yönetimini hedef alan yeni yaptırımların açıklanması muhtemel. Ancak birilerinin Biden’den “kelle” isteyeceği de aşikar. ABD, kan dökmek zorunda. İsrail’in Seyide Zeyneb Türbesi yakınlarındaki Pakistanlıları vurmasının verdiği işaret de bu. Muhtemelen ABD, İran’ın vekil unsur olarak kullandığı Iraklıları, Yemenlileri, Pakistanlıları veya başka milletlere mensup milis grupları hedef alacak. Dolayısıyla ABD’nin misilleme yönteminin Şii milis güçleri hedef alma üzerinden şekillenmesi güçlü olasılık.

İkinci ihtimal ise doğrudan bir savaşı gerektirmeyen ancak İran’a sert bir yanıt verildiğini gösteren bir hamle yapılması. Burada da Donald Trump döneminde DMO Kudüs Gücü Komutanı Süleymani’nin öldürülmesi senaryosu akıllara geliyor. Biden yönetimi, zaten ABD’nin terör örgütü olarak kabul ettiği DMO unsurlarını hedef alırsa, hukuki anlamda saldırısını uluslararası hukuka olmasa da en azından kendi iç hukukuna dayandırabilir. Bu yüzden de ABD’nin üst düzey bir DMO komutanını öldürerek Ürdün saldırısına yanıt vermesi şaşırtıcı olmaz. Hatta yaklaşan seçimler öncesi Biden, en az Trump kadar güçlü ve caydırıcı olduğunu kanıtlama güdüsüyle bu senaryoya öncelik verebilir.

Üçüncü seçenek ise ABD’nin İran’a “Uslu dur, zayıf noktalarına hakimim” mesajını vermesi. Bu da aslında Trump döneminde uygulanan azami baskı politikasının çıktısı olması beklenen strateji, yani İran rejimini içerden yıkabilecek güçte olunduğunun gösterilmesi. Nihayetinde bir rejim değişikliği gerçekleşmese bile ABD’nin Halkın Mücahitleri Örgütü (HMÖ) gibi grupların uyuyan hücrelerini harekete geçirmek suretiyle İran’da bir toplumsal hareketi tetiklemesi ve söz konusu ülkede sokak olaylarının ön plana çıkması göz ardı edilemeyecek bir ihtimal.

Sonuç olarak İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları devam ederken, gündemdeki konulardan biri de ABD – İran hattında tırmanan gerilim. 3 Amerikan askerinin öldüğü Ürdün saldırısı, bu gerilimde yeni bir aşamaya geçileceğinin habercisi. ABD’nin nasıl bir yanıt vereceği ise henüz bilinmiyor. Ancak en gerçekdışı senaryo ABD’nin İran’ı vurması. Bu taraflar arasında gizli anlaşmaya dayanmasa bile kazan kazan mantığı ile işleyen işbirliğine de zarar verir.

Tartışma