Almanya’da aşırı sağın hedefi: Parçalanmış bir Avrupa
💢 AP vekillerinde AfD’nin elde edeceği pay, AB’nin bölünmüşlüğüne dair tartışmaların ne ölçüde artacağı sorusunun yanıtı olacak.
💢 Keskin ulus-devletçi anlayış yükselirken AB entegrasyonu da ağır bir yara alıyor.
Son dönemde Avrupa’da aşırı sağın yükseliş trendinde olduğu görülüyor. Bu durumda göçmen karşıtlığının tetikleyici unsur olduğu bilinmekte. 11 Eylül 2001 tarihli terör saldırılarıyla birlikte uygulamaya konulan “Medeniyetler Çatışması” yaratma ya da bir diğer ifadeyle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan “öteki ihtiyacını giderme” çabasının da İslam karşıtlığını tetiklediği söylenebilir. Özellikle de Suriye İç Savaşı’nın akabinde Müslüman ve göçmen karşıtlığının zirve noktasına ulaştığı aşikar.
Bahse konu olan durumun yansıması olarak İtalya’da Georgia Meloni’nin liderliğindeki İtalya’nın Kardeşleri Partisi’nin iktidara geldiği, İsveç’te hükümetin aşırı sağcı İsveç Demokratları’nın desteğiyle kurulduğu, Fransa’da sağ-popülist hareket olan Ulusal Cephe’nin yükselişe geçtiği ve İspanya’da Vox’a olan ilginin arttığı görülmektedir. Aşırı sağın neo-Nazi argümanlar çerçevesinde iktidara yürüdüğü düşünülen ülkelerden biri de Almanya.
Almanya, PEGIDA gibi neo-Nazi hareketleri de barındıran bir ülke. Yakın geçmişte aşırı sağcı grupların Frankfurt’ta emlakçılık yapan 13. Henrich’i imparator ilan etmek maksadıyla darbe yapmaya hazırlanırken ifşa olası hadisesi de hafızalardaki yerini koruyor. Böylesi bir ortamda Almanya için Alternatif Partisi (AfD) gibi legal zeminde siyaset yapan radikal hareketlere olan ilgi de artıyor.
Anımsatmak gerekirse AfD, 2021 yılında düzenlenen seçimlerde %10,3 oy almıştır. Ancak Haziran 2023 verilerine dayandırılan anketler, AfD’nin seçmen desteğinin %18 seviyesine geldiğine işaret ediyor. Elbette bu oranlar, Almanya’da bir sonraki seçimde AfD’nin iktidara gelebileceği anlamını taşımakta. Bu yüzden de AfD’nin oylarının niçin arttığı sorusunu tartışmaya açmak gerekiyor.
Avrupa’nın diğer ülkelerinde olduğu gibi Almanya’da da aşırı sağa olan ilginin artmasında göçmen karşıtlığı üzerinden yürütülen güvenlikleştirme politikaları ve kullanılan sağ-popülist söylemler etkili oluyor. Lakin mesele bununla sınırlı değil. Zira 2021 seçimlerinden 2023 yılının Haziran ayına kadar geçen süreçte yaşanan değişimi açıklamak için 11 Eylül 2001 tarihli terör saldırıları ya da Suriye İç Savaşı sonrasındaki göçmen hareketliliği yeterli değil.
Tahmin edileceği gibi, iki yılda yaşanan farklılığın nedeni Rusya-Ukrayna Savaşı. Berlin yönetimi, savaşın ardından kolektif Batı’nın bir parçası olarak Rusya’ya yönelik yaptırımları hayata geçirmişse de kıta Avrupası’nın yekpare bir biçimde uyguladığı politikalar, en çok Almanların sırtına yük bindirmiştir. Örneğin Moskova’nın yaptırımlara yanıt olarak enerji kartına başvurması, Avrupa’da ciddi bir enerji krizinin yaşanmasına sebebiyet vermiştir. AB’nin ekonomik devi olan Almanya da ağır sanayisinde ihtiyaç duyduğu doğalgazın da etkisiyle ciddi sorunlarla yüzleşiyor. Bu durum, Alman halkının ekonomik anlamda çeşitli problerle karşı karşıya kalmasını beraberinde getiriyor.
Böylesi bir atmosferde sıradan Alman vatandaşalarının dile getirdikleri soru şu: Ukrayna’dan bize ne? Ukrayna’daki savaşın niçin kendilerine yük oluşturduğunu sorgulayan insanlar ise Batı’nın kolektif davranmaması gerektiğini savunan partilere yöneliyor. AfD de bu anlamda önceliğin Almanya’nın ulusal çıkarlarının korunmasına verilmesi gerektiğini dile getiren bir parti. AfD’ye göre Almanya, Avrupa’nın yekpare bir tavır takınmasına mesai harcamamalı ve çıkarları gereği Rusya’yla işbirliği yapmalı.
Kuşkusuz AfD gibi partilerin çeşitli Avrupa ülkelerinde yükselişe geçmesi, Rusya’nın beklentileriyle örtüşüyor. Keskin ulus-devletçi anlayış yükselirken AB entegrasyonu da ağır bir yara alıyor. Zaten Moskova’nın en önemli hedefi de parçalanmış bir Batı ve parçalanmış bir Avrupa. Dolayısıyla aşırı sağın yükselişi, Rusya’nın çıkarlarına uygun. Bu yüzden de aşırı sağcı grupların Kremlin tarafından finanse edildiği yönündeki iddiaları göz artı etmemekte yarar var.
Son günlerde Almanya’da yaşanan tartışmalar da parçalanmış bir Avrupa senaryosuna hizmet eder nitelikte. Zira 6 Ağustos 2023’te AfD, Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri için hazırladığı beyannameyi de oyladığı kongresini gerçekleştirmiş ve söz konusu beyanname kabul edilmiştir. Seçim beyannamesinde AB’nin başarısız bir proje olduğu ve Avro bölgesinden çıkılması gerektiği savunuluyor. Dolayısıyla AfD adayları, seçilmeleri halinde Avrupa Parlamentosu’nda AB’yi istikrarsızlaştırmak için çalışacak. Zaten yakın geçmişte AfD’nin üst düzey yöneticileri de AB’nin kontrollü bir biçimde dağıtılması gerektiğine inandıklarını dile getirmişlerdi.
Bu noktada AfD’nin yalnızca bir sonraki Almanya seçimlerinde iktidara gelme ihtimalinin değil; yaklaşan AP seçimlerinde göstereceği performansın da mühim olduğu vurgulanmalı. Çünkü yapısı itibarıyla AP içerisinde her ülke kendi nüfusu kadar temsil oranına sahip oluyor. Haliyle AP’ye en fazla vekil de Almanya’dan geliyor. Yani Almanya’dan gelecek AP vekillerinde AfD’nin elde edeceği pay, AB’nin bölünmüşlüğüne dair tartışmaların ne ölçüde artacağı sorusunun da yanıtı olacak.
Neticede Rusya-Ukrayna Savaşı’nın Avrupa’daki etkilerinin en derinden hissedildiği ülkelerin başında gelen Almanya, AfD’nin oylarındaki hızlı artışa tanıklık ediyor. AfD’nin yükselişi ise Rusya’nın “parçalanmış ve kendi içerisindeki ihtilaflarla boğuşan Avrupa” beklentisine hizmet ediyor.