Almanya'nın tarihsel utancı: Yahudi Soykırımı

II. Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından toplama ve imha kamplarında işlenen ve insanlık tarihine kara bir leke olarak geçen Yahudi Soykırımı'nın (Holokost) tanıkları anlatıyor.

1. resim

Almanya'nın, 1 Eylül 1939'da Polonya'yı işgal etmesiyle başlayan II. Dünya Savaşı'nın üzerinden 79 yıl geçmesine rağmen, bu büyük yıkımın hayatta kalan mağdurları ve ölenlerin yakınları, yaşanan insani krizlerin acısını hala taşıyor.

II. Dünya Savaşı'nın zihinlere kazınan en acı yanlarından biri de toplama ve imha kamplarında özellikle Yahudilere karşı işlenen katliamlar. Naziler, toplu katliam işlemek için çeşitli ülkelerde imha kampları kurdu.

Polonya’daki Auschwitz-Birkenau Kampı, bu kampların en büyüğüydü. Kampa gönderilen 1,3 milyon kişiden 1,1 milyonu katledildi.

İnsanlık tarihinin en büyük dramlarından biri olarak kayıtlara geçen Nazi kamplarında insanlar üzerinde deneyler yapıldı. Ölenlerin cesetleri, krematoryumlarda yakıldı.

Başta Yahudiler olmak üzere farklı ırklardan milyonlarca insan, Nazilerin üstün Alman ırkını yaratmak için yürüttüğü politikalar çerçevesinde öldürüldü.

İkinci Dünya Savaşı sırasında 6 milyondan fazla Yahudi katledildi. Bu katliamlar, daha sonra Birleşmiş Milletler tarafından Yahudi Soykırımı (Holokost) olarak kabul edildi. Her yıl Auschwitz toplama kampının kurtarıldığı 27 Ocak'ta Holokost kurbanlarını anma törenleri düzenleniyor.

Holokost sonrası İsrail'e göç hızlandı

Nazilerin yaptığı soykırımın ardından Avrupa genelinden Yahudilerin İsrail'e göçü hızlandı. Siyonizm, Avrupa nezdinde daha çok taraftar toplamaya başladı. İsrail'de Yahudiler, İngilizler ve Arap nüfusa karşı silahlanmaya, silahlı örgütler kurmaya hız verdi.

İsrail, 1948 yılında İngiliz mandasından Filistinlileri topraklarından sürerek kurulunca, Yahudi soykırımına atıfla ulus inşasında "Bir daha asla" sözleri İsrail devletinin ve ulusunun mottosu oldu.

İsrail makamlarının paylaştığı rakamlara göre, bugün İsrail'de 165 bin 800 kadar Holokost'ta hayatta kalanlar yaşıyor ve bunlardan yüzde 90'ı seksen yaşının üzerinde.

10 bin çocuk başka ülkeye gönderildi

Almanya'da Nazi dönemi başladıktan sonra kurtulmaları için aileleri tarafından trenlerle başka ülkelere gönderilen çocuklar arasında yer alan ve o dönem 15 yaşında İngiltere'ye giden Walter Bingham, yaşadıklarını AA muhabirine anlattı.

Almanya doğumlu Walter Bingham, bugün 98 yaşında. Naziler iktidara gelmeden önce Weimar Cumhuriyeti döneminde okula giden Bingham, İngiltere'de orduya katıldığını, Normandy çıkarmasında ambulans şoförü olarak görev yaptığını, başarıları nedeniyle Fransa'dan ve İngiltere Kralından üstün hizmet madalyaları kazandığını paylaştı.

Bingham, uzun yıllardır gazetecilik mesleğiyle uğraştığını belirtti ve evinin duvarındaki "en yaşlı gazeteci" ve "en yaşlı radyo şovu sunucusu" dünya rekorlarını gururla gösterdi.

Yahudilerin çocuklarını trenlere bindirip başka ülkelere göndermesinin Nazilerin darbesi olarak sayılan Kristal Gece'den sonra başladığına işaret eden Bingham,

"10 bin çocuk savaş başlamadan yaklaşık 8 ay içinde başka ülkelere gönderildi. Ebeveynler bizzat kendileri gönderiyorlardı çünkü savaş sırasında Yahudiler için durumun iyiye gitmeyeceği açıkça ortadaydı. 

Bu trenlere binip giden çocukların yüzde 99'u ailelerini bir daha göremedi. Ben geri dönüp annemle buluşabildim. Ama tabi babam çoktan öldürülmüştü." dedi.

- Walter Bingham

Ailesinin kalanlarının çoğunu kaybettiklerini, eşinin anne-baba ve yakın ailesinin katledildiğini aktaran Bingham, savaştan önce kaçmayı başaranların hayatta kalabildiğine dikkati çekti.

Almanya'da istihbarat elemanı olarak çalıştı

Nazi döneminde Yahudilere karşı ayrımcılığın erken dönemde başladığını, Yahudi olduğu için sınıfın arkasına atıldığını belirten Bingham, Yahudilerin diğer çocuklardan ayrılarak harabe bir okula gitmek zorunda kaldığını söyledi.

Bingham, İngiltere'ye giden çocukların, bazılarının bakıcı ailelere verildiğini, bazılarının evlat edinildiğini anlatarak 20 yaşında da orduya yazıldığını kaydetti.

Orduda ambulans şoförü olarak görev yaptığı sırada Normandy çıkarmasına katıldığını, buradan Belçika ile Hollanda'ya gittiğini ve son olarak da İngiliz Kuvvetleri saflarında Almanya'da istihbarat elemanı olarak görev yaptığını paylaştı.

Savaş sırasında esir düşmesi halinde Alman ismiyle sıkıntı yaşaması nedeniyle başındaki subaya başvurarak ismini değiştirdiğini anlatan Bingham, ismini seçmek için akşam telefon rehberine baktığını ve Almanca adı "Wolfgang Billig"in ilk harflerini taşıyan Walter Bingham'ı seçtiğini söyledi.

"Hepimizin barış içinde yaşamasını istiyorum"

Annesiyle İsveç'te buluşmasını anlatan Bingham, "Annem beni 15,5 yaşımdayken naif bir erkek çocuğu olarak bıraktı ve beni 22 yaşında gördüğünde savaşlara katılmış bir genç adam olarak karşısına çıktım. Onunla tekrar buluştuğumda bambaşka biriydim." dedi.

Holokost'un bugünkü etkilerini değerlendiren Bingham, şunları söyledi:

"Beethoven bir senfonisinde insanların kardeş olduğunu söyler. Bizlerin bazı insanları renklerinden dolayı, inançlarından dolayı ayırmamız kabul edilemez. 

Benim görüşüme göre bir tanrı var ve bizler; Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar, hepimiz ayrı merdivenlerden, ona ulaşmaya çalışıyoruz. 

Tanrı hepimizi yarattı. İnsanlar neden bir birinden neden nefret eder bu benim için bir bilmece. Hepimizin barış içinde yaşamasını istiyorum."

- Walter Bingham

"Altı tane farklı annem oldu ve her biri bana başka bir isim verdi"

Rena Quint, "Friedel Lichtenstein" ismiyle Polonya'nın Piotrkow Tribunalski kentinde 1935 yılında dünyaya geldi.

AA muhabirine Nazilerin Yahudi soykırımında yaşadıklarını anlatan Quint, "Benim adım Rena Quint, bu benim altıncı adım. Altı tane farklı annem oldu ve her biri bana başka bir isim verdi. İki tane doğum günüm var. Birini 1945'te edindim, gerçeğini de 1985'te öğrendim. Bir zamanlar kız çocuğuydum, bir süre erkek çocuğuydum. Uzunca bir dönem 'Polonya'da mı doğdum Almanya'da mı doğdum' bundan emin olmadan geçti." diye konuştu.

Quint, ilerleyen yıllarda, doğum belgesini, anne-babasının evlilik kaydını, abilerinin gönderildiği kampı, Polonya'da yaşadığı evi bulduğunu anlattı.

Nazilerin 1 Eylül 1939'da kendisi 3,5 yaşındayken Polonya'ya geldikleri ilk şehrin Piotrokow olduğunu ve burada ilk Yahudi gettosunu kurduklarını dile getiren Quint, şehirdeki ve kırsaldaki Yahudilerin bu mahalleye toplanıp etraflarının dikenli telle çevrildiğini paylaştı.

İnsanların evlere, okullara, sinagoglara tıkıştırıldığını, yeterli yemek, ilaç olmadığını ve bazılarının açlıktan öldüğünü söyleyen Quint, babasının bir cam fabrikasında çalışma kampına alındığını, iki büyük erkek kardeşi ve annesiyle evde kaldığını anlattı.

Quint, 1989'da eski evine gittiğinde evin kapısına Yahudi hanelerini işaretlemek için konulan işaretin hala orada durduğuna işaret etti.

"Annem ve abilerim infaz edildi"

Nazilerin bir gün iki bin kadar insanı gettodaki sinagoga doldurduğunu, dışarıda kalanların ormana götürülüp infaz edildiğini kaydeden Quint, "Savaş ben 3,5 yaşındayken başlamıştı. Ben o zamanlar 7 yaşındaydım. Sinagogun arka tarafında bir kapının yakınındaydım. Sanırım amcam bana koşmamı söyledi. Belki annem, belki de tanrı beni itti ve kaçtım. Annem ve abilerim Treblinka'ya götürüldü ve infaz edildi." diye konuştu.

Quint, arka kapıdan kaçtıktan sonra bir adamın kendisini babasının çalıştığı cam fabrikasına götürdüğünü aktararak, "Kızlar işe yaramazdı. Erkek çocukları 10 yaşında olduğunda işe başlayabiliyordu. Babam benim ismimi değiştirdi ve 'Bugünden sonra erkek çocuğusun' dedi. Buna göre konuşmam, davranmam gerekiyordu. Dilimizde erkek ve kadın olarak konuşmak farklılığa yol açıyordu. Burada çalıştım. Çok kötü bir yerdi, kirliydi, köpekler vardı." diye konuştu.

"Anne-babamın neye benzediğini bilmiyorum"

İtilaf Devletleri, Polonya'ya doğru ilerledikleri sırada Nazilerin Yahudileri toplama kamplarından balık istifi gibi kamyonetlerle Almanya'ya götürüldüklerini belirten Quint, "Babam buradan ayrılırken bana bazı resimler verdi. 

'Merak etme savaş bitecek, seninle evimizde buluşacağım' dedi. Ama bu sözünü tutamadı. Beni bir okul öğretmenine emanet etti. Bergen'e soğukta, çıplak ayaklarla, karın üzerinde kıyafetler olmadan yürüdük. 

Burada bizi duşlara götürdüklerinde, elimde resimler vardı. Bir asker geldi elimdekinin para olduğunu düşündü belki de. Anne-babamın tüm resimlerini yırttı, attı. Onların neye benzediğini hiç bilmiyorum." dedi.

- Walter Bingham

Kendisine annelik eden kadınların sırayla öldüğünü, tifusa yakalandığı sırada konuştukları dili anlamadıkları başka askerlerin geldiğini anlatan Quint, Bergen kampında kadınların sevinç çığlıklarını fark ettiğini söyledi.

Quint, İngiliz askerlerinin önce soykırımda ölen 10 bin kadar ölü insanı gömmek ve Nazilerin kurduğu toplama kamplarındaki barakaları yakmakla meşgul olduğuna işaret etti.

"Onun ölümü benim şansımdı"

Başka yetimlerle beraber İsveç'e götürüldüğünü, burada bir merkeze yerleştirildiğini anlatan Quint, "Anna ismindeki Yahudi bir kadının oğlu, annesine göç için tüm gerekli evraklar ve biletini gönderdi. Bu kadının da 9,5 yaşındaki kızı ölmüştü.

Onun ölümü benim şansımdı. Bana onunla gelmemi kızı olmamı teklif etti. Ben de kabul ettim ve bu sayede ABD'ye göç ettim. Onun ismini, doğum gününü ve doğum yerini aldım." ifadesini kullandı.

ABD'de hayatın kendisi için güzel gittiğini ancak yine Holokost'tan kurtulan yeni annesi Anna'nın kısa sürede öldüğünü belirten Quint, cenazede herkesin ağladığını "ama toplama kamplarında ölenin arkasından ağlanmadığı için buna şaşırdığını" aktardı.

Brooklyn'de yaşayan ve çocukları olmayan bir Yahudi aileye evlatlık verildiğini paylaşan Quint, bu ailesiyle yeni bir hayat kurduğundan bahsetti.

Holokost'un bugüne etkilerini değerlendiren Quint, şunları söyledi:

"Benim açımdan savaş hep kötü şeyleri anımsatıyor. Birileriyle savaş neden yapılır ki? Ne istiyorsunuz, toprak mı, herkese yetecek kadar var. Yemek mi, herkese yetecek kadar yemek var. Tamam belki birilerinin daha fazla var ama paylaşabiliriz. Suyu paylaşabiliriz... Savaş herkes için berbat."

- Walter Bingham
Tartışma