Altın Koza, yerli filmlerin coşkusuyla bitti

31. yılında sinemaseverlerle buluşan Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali, ulusal yarışma şovu yaşatarak sona erdi. Festivali takip eden gdh dijital kültür sanat editörü Deniz Ali Tatar, festivalden değerlendirmelerini paylaştı. Tatar, yarışma filmlerinden; 'Hakkı’, ’Su Yüzü’, ’Yeni Şafak Solarken’ ve ’On Saniye’ hakkında yazdı.

1. resim

Katılımcılarına sinema zevki yaşatan Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali, 31. yılında sinemaseverlerle buluştu. Dolu dolu salonlarda art arda filmlerin izlendiği Adana’da, yepyeni hikayeler hem yankılandı hem de sinemanın büyülü dünyasını yeniden hatırlattı. Bir önceki yazımda paylaştığım filmlerin ardından, festivalde takip ettiğim bir diğer 4 filmi de sizlerle paylaşmak istiyorum. Ulusal yarışma filmleri arasında yer alan ’Hakkı’, ’Su Yüzü’, ’Yeni Şafak Solarken’ ve ’On Saniye’ filmleri hakkında fikirlerimi paylaşacağım.

Paranın hırsı, olaysız dağılmayalım: Hakkı

Hikmet Kerem Özcan’ın ilk uzun metrajlı filmi olan Hakkı, evinin bahçesinde define bulan ve daha da fazlasını bulmak için çabalayan Hakkı’nın hikayesini anlatıyor. Kızı ve eşiyle beraber tarihi bir Ege köyünde yaşayan Hakkı, antik kente gelen turistlere bir şeyler satarak ya da yerel turlara rehberlik ederek geçimini sağlar. Bir gün evinin bahçesinde tarihi bir eser bulan Hakkı, aracıyla hak ettiğinden daha aza bir fiyata eseri satar. Büyük bir hırsa giren Hakkı, daha başka eser bulmak umuduyla evi kazmaya devam eder. Bu arada ailesini de kaybetme noktasına gelen Hakkı, hırslarına yenik düştüğü bir yolculuğu mu tercih edecektir?

Köyde yaşayan bir adamın sakin ve mütevazi bir hayatı varken, bu hayatın hırlar uğruna yok oluşu üzerine çok didaktik ilerleyen güzel bir senaryo ile karşı karşıyayız. Aile hayatının bir anda para hırsı yüzünden yıkılma noktasına gelmesi ve dış etkenlerden etkilenerek de bu yıkılmaya katkının sunulmasıi aslında çok hayattan katılmış güzel bir nokta olmuş. Filmin bu anlamda iyi bir senaryosu var, ama Hakkı’nın bu noktaya gelişi sanki çok hızlı gelişiyor ve bu hızlı gelişim karşısında biraz inanmakta zorlandığımı söyleyebilirim. Filmin bu noktada biraz daha izleyiciyi hazırlaması gerektiğini düşünüyorum. Görüntü ve sanat yönetimi oldukça başarılı ilerlerken, özellikle Bülent Emin Yarar’ın hayranlık uyandırıcı performansı ödülü hak eder cinsten. Hülya Gülşen ve Tuana Almacı da güzel performanslarla eşlik ediyor.

Bir tatil yolculuğu: Su Yüzü

Anneniz siz genç yaşınızdayken evlense ne hissederdiniz? Su Yüzü; ana karakterimiz Deniz’in, dul bir kadın olan annesinin düğünü için döndüğü memleketinde yaşadıklarını anlatıyor. Deniz’in tekrardan gün yüzüne çıkan öfke, korku ve suçluluk duygularıyla baş etmeye çalıştığı bu mücadelede; arkadaşlıkları, değişen hayatı ve aşkı arasında sıkışıp kaldığı anları izliyoruz. Ve bir sahil kasabası fonunda izlediğimiz hikaye, hayatın saf ve samimi yolculuğuna da bizi eşlik ettiriyor.

Bir tatil kasabasında geçen hikayesiyle, filmi izlerken sanki orada tatil yapıyorsunuz hissi oluşuyor. Sanki yıllar sonra ailenizde yazlığa gitmiş ve o kasabada yeni bir tatil yolculuğu yapıyor hissiyle filmi izliyorsunuz. O açıdan çok samimi ve tatlı bir hikaye izliyoruz. Hem bir büyüme hikayesi, hem de büyümüş ama tam olgunlaşamamış genç bir kızın büyümesine tanıklık ettiren tatlı bir büyüme yolcluğu da filmin içerisinde yer alıyor. İstemediğimiz karşılaşmalar, hayatın getirdiği olaylar ve mutlu olum olmadığımız bilemediğimiz anlar… Hem sıcak hem samimi bir hikaye… Cemre Ebüzziya’nın samimi ve tatlı oyunculuğu, Deniz’in yaşadıklarını odaklanmamızda önemli bir etken. Bu noktada yönetmen Zeynep Köprülü ile iyi bir çalışma oluşturmuşlar. Nazan Kesal ile Şamil Kafkas’ın filme kattığı renk ve Yasemin Szawlowski’yi ’Bana Karanlığını Anlat’ filminden sonra yeniden hatırladığımız neşeli performansı filmi zenginleştiriyor. Sadece Aytek Şayan’ı biraz daha izlemek isterdim, artistik sesini çok iyi kullanabilen ve umut vadeden bir oyuncu. Gelecekte bence çok daha filmde başrol olarak göreceğiz.

Tüm şeytanlar bu dünyada: Yeni Şafak Solarken

Gerçeklik ve hayal arasında gidip geldiğinizi hissettiğiniz bir zinle izlediğimiz ’Yeni Şafak Solarken’, deneysel ve dünya üstü kurgusuyla dikkat çekiyor. Gürcan Keltek’in yönettiği filmde baş karakterimiz Akın; gerçek benliğiyle bağını kaybettikçe, zihni başka bir gerçekliğe kayar. Kötülüğün sıradanlaştığı ve merhametin yok olduğu yığılmış semtlerin sokakları artık şeytanların ve iblislerin yuvasıdır.

Filmde İstanbul’a başka bir bakışı, bu dünyadan olmayanların bakışı üzerinden bir yolculuk yapıyoruz. Bu benzersizliği açısından ve teknik kullanımının kusursuzluğu açısından filmi tebrik etmek gerek. Ama ’Yeni Şafak Solarken’ tam bomboş bir zihinle ve tamamen fokus olmanız gereken bir film. Din motini de ustalıkla kullanan, bol okuma somrası oluşturulmuş senaryosuyla dikkat çeken yönü kuvvetli. Cem Yiğit Üzümoğlu, Suzan Kardeş ve Erol Babaoğlu’nun başarılı performansları da filmi adeta yükselten de dikkat çeken yönü.

Bir düello yap, bin ah işit: On Saniye

İlk filmi ’Kaygı’ ile izleyicisini dehşete düşüren ve unutmak üzerine okuma yapmamıza vesile olan Ceylan Özgün Özçelik, ikinci uzun metrajı ’On Saniye’ de izleyicisini iki kadının düellosuna tanık ediyor. Erdi Işık’ın yazdığı film; çocuğu okuldan atılan zengin bir kadın olan Yasemin ve okulun rehber öğretmeni İpek’İn iletişimine bizi seyre daldırıyor. Ülkenin en prestijli lisesi William College’da son sınıfta okuyan bir öğrenci, çektiği “kedi öldürme” videosu nedeniyle okuldan atılır. Bu durum üzerine öğrencinin annesi Yasemin, okulun rehber öğretmeni İpek’i ziyaret eder. Diyalog kurmaya çalışan iki kadın, zamanla birbirini tüketir. Hayatlarındaki sırlar ortaya saçıldıkta rehberlik odası bir satranç tahtası haline gelir.

Film; tek mekanda hiyerarşik bir çatışmaya dalan iki kadının, birbirlerine karşı hamlelerini ve çatışmalarını ustalıklı bir dille ele alıyor. Hem bir güç hem de haklılık savaşı tam bir tiyatro didaktiğinde ilerliyor. Tiyatro metinlerinin sinemaya uyarlanışında en önem verdiğim şey, sinemanın büyüsünü kullanabilen ve hem tiyatro hem sinema duygusunu yaşatabilen filmlerdir. On Saniye, bu durumu iyi kamera açıları ve kullanımlarıyla başarmış, duygusunu en yüksekte tutup zirveden düşmeyen bir yolla aktarmış izleyicisine. Ceylan Özgün Özçelik, sinemanın tüm matematiğini kavrayan ’auteur’ tarzını bu filme yakalamış, gelecekte neler yapacağını merak etmeye başladım bile. Filmin cast ve oyunculuk başarısı da , büyük bir artıyla filmi renklendiriyor. Bergüzar Korel, ilk bağımsız film oyunculuğunda o kadar olağanüstü ki… Hem karakterin burnu havada halini, ama haklı olduğunda verdiği mücadelesini aynı anda yaşatabiliyor. Sanki bin bir karakter canlandırıyor gibi sahnede ve inanılmaz bir performans sergiliyor. Oyunculuğuna her zaman hayran olduğum Bige Önal, rehber öğretmenin duygu değişimlerini ve arazlarını çok iyi çözmüş. Önal da bin bir karakter canlandırıyor gibi adeta. Özellikle kostüm tasarımı konusunda da karakterin sunumu da çok başarılıydı. Karşılıklı iki iyi oyunculuk şovu izlemek, ruhuma da kalbime de çok iyi geldi. Harikasınız!

Tartışma