American Enterprise Institute: Dünya nükleer bir kaosun eşiğinde!
Dünyada çok sayıda ülke, nükleer silah sahibi olmak konusunda bir seçim yapmak zorunda kalabilir. Küresel düzen ve askeri dengeler değişirken, dünya nükleer bir kaosun eşiğinde!
ABD'nin önde gelen düşünce kuruluşlarından American Enterprise Institute'de, nükleer silahlara sahip olan ve dünyada yaşanan son çatışmaların ardından nükleer silaha sahip olmak isteyen ülkelerin çoğalmasından kaynaklanan gerilimin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Hiroşima'dan neredeyse 80 yıl sonra sadece 10 civarı ülke dünyanın nükleer güce sahip olduğu belirtilen analizde, Rusya, İran, Kuzey Kore ve İran gibi güçlerin nükleer güç haline dönüşmesi ile birlikte dünyadaki dengelerin tamamen değiştiğine dikkat çekildi.
Analizde ayrıca; Doğu Avrupa'dan Doğu Asya'ya kadar çok sayıda ülkenin, nükleer silah sahibi olmak konusunda bir seçim yapmak zorunda kalabiliceği tespiti yapıldı.
İşte American Enterprise Institute'de yayınlanan analiz:
İkinci dünya savaşı sonrasında, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi Amerika'nın en büyük ancak en az önemsenen stratejik başarılarından biridir.
Hiroşima'dan neredeyse 80 yıl sonra, sadece 10 civarı ülke dünyanın en ölümcül silahlarına sahip ve bu da uluslararası işbirliğinin ve ABD'nin gücünün bir kanıtı olarak kabul edilebilir.
Ancak nükleer silahlar bugünlerde dünyanın yeniden gündemine oturmuş durumda.
Geçen yıl Joe Biden ve Güney Kore lider Yoon Suk Yeol arasında yapılan Washington Deklarasyonu, ABD'nin Güney Kore'yi nükleer silahların olası savaş zamanı kullanımına yönelik planlamalarda daha yakın bir ortak haline getirdi.
Analistler ve politikacılar şimdi Seul'ün yaklaşık otuz yıl sonra ABD'nin taktik nükleer silahlarının Kore yarımadasına geri dönmesini isteyip istemeyeceğini tartışıyor.
Kamuoyu yoklamalarına göre Güney Korelilerin büyük bir çoğunluğu ülkenin kendi nükleer silahlarını inşa etmesini bile istiyor.
Kuzey Kore'nin nükleer ve füze cephanelikleri giderek daha korkutucu bir hal aldığı düşünüldüğünde bu yaklaşım Güney Kore için mormal karşılanabilir.
Güney Koreli analistler, Kuzey Kore lider Kim Jong Un'un yakında karada konuşlu füzeler, nükleer füzeli denizaltılar ve nükleer silahlı uçaklardan oluşan gerçek bir nükleer üçlüye sahip olabileceğinden korkuyor.
Ayrıca Kim'in Rusya ile kurduğu yeni ittifakın füzelerinin geliştirilmesi için teknolojik yardım getireceğinden de endişe ediyorlar.
Kuzey Kore'nin cephaneliği Amerika'nın anakara füze savunmasını aştığında, ABD'nin Seul'ü savunmak için savaşmayacağı, bunu yapmanın Amerika'ya nükleer saldırılar getireceği düşünülüyor.
Bir de Donald Trump faktörü var. Açıkça ifade edilmese de Trump'ın ikinci kez başkan olmasının Washington'la ittifakı bozacağı ve Güney Kore'yi yalnız ve savunmasız bırakacağı korkusu hakim.
Ancak tüm bu korkulara rağmen, Güney Kore'nin konvansiyonel güçlerini azaltmadan nükleer silahlar için ödeme yapması zor olacaktır.
Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması'ndan çıkmak, Güney Kore'yi dünyanın “haydut devletleri” arasına sokabilir. Nitekim Seul 1970'lerde nükleer silah edinmeyi ciddi olarak düşündüğünde ABD buna sert tepki göstermişti.
Nükleer konusundaki küresel düzen, neredeyse tüm dünya ülkeleri tarafından imzalanmış bir anlaşma olan Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması ile belirlenmiştir.
ABD on yıllardır potansiyel nükleer silah sahibi olmaya çalışan ülkelere karşı yaptırımlar, tecrit ve hatta askeri harekatla müdahale etmeye çalışıyor.
Diplomatik olarak ise; nükleer kulübü küçük ve elit tutmak için uluslararası normlar ve anlaşmalar geliştirdi. En önemlisi, Amerika müttefiklerine nükleer silah edinmelerini gereksiz kılan askeri koruma sağlamaya çalıştı.
Nükleer silah üretebilecek teknolojik kapasiteye ve diğer kaynaklara sahip onlarca ülkeden sadece dokuzunun nükleer silaha sahip olması bu stratejinin başarısının bir göstergesidir.
Ancak günümüz uluslararası ortamına bakıldığında bu nükleer ortamı eninde sonunda yıkabilecek üç faktör göze çarpmaktadır.
Bunlardan birincisi; değişen askeri dengelerdir. ABD ve müttefikleri Avrupa ve Orta Doğu'da hala düşmanlarına konvansiyonel olarak hükmediyor. Ancak Asya'da çığır açan bir değişim yaşanıyor.
Çin'in askeri yığınağı cephedeki devletleri giderek daha büyük bir baskı altına sokuyor. Pekin'in cephaneliğindeki bu genişleme bir on yıl daha devam ederse, kilit ülkeler, konvansiyonel direnişin umutsuz olduğu ve nükleer silahların hayati bir savunma aracı olduğu sonucuna varabilir.
İkinci bir faktör de nükleer silahlı avcıların nükleer olmayan avlara karşı saldırganlığıdır.
Örnek olarak Rusya, 1990'larda nükleer silahlarından vazgeçen Ukrayna'ya şu anda acımasızca saldırıyor. Moskova saldırının ardından da, ABD'yi doğrudan müdahaleden caydırmak için bu nükleer cephaneliğini kullanıyor.
Ukrayna'nın bu savaşta kendi ayakları üzerinde durması küresel etkiyi sınırladı. Ancak nükleere sahip ülkelerin nükleere sahip olmayan ülkelere sürekli olarak zulmettiği bir dünya hızla çok daha nükleerleşmiş bir dünyayı ortaya çıkaracak
Çin'in Tayvan'ı işgal etmesi ve ABD'nin bunu durduramaması ya da durdurmak istememesi halinde nükleer silahların yayılmasına yönelik baskılar dramatik bir şekilde artabilir.
Örneğin İran nükleer güce sahip olursa, ABD'nin Suudi Arabistan'a verdiği güçlü güvenlik garantileri bile Suudi Arabistan'ı tatmin etmeyebilir.
ABD geri planda kalırsa, Doğu Avrupa'dan Doğu Asya'ya kadar tüm ülkeler, nükleer silah sahibi olmak konusunda bir seçim yapmak zorunda kalabilir.
Trump döneminde bu silahların edinilmesine ilişkin tartışmaların daha yüksek sesle dile getirilmesinin nedeni de budur.
İkinci bir Trump başkanlığı nükleer endişe dönemi olacaktır. Ve eğer ABD, nükleer silahların yayılmasını önleme düzenini ayakta tutan kararlılığını ve gücünü kaybderse, dünya kendisini büyük bir nükleer kaosun içerisinde bulabilir.