Antik dünyada büyü ve büyü ritüelleri
Antik Çağ'da dünyaya hakim olan farklı kültür ve medeniyetlerde yer bulmuş büyü ve sihir ritüelleri ve bilinmeyen tarihi.
“…ve on üç bakır iğne al. İkisini kulaklara, ikisini gözlere, birini ağzına, ikisini göğüslerle karın arasındaki kısma ve birer tanesini ellere, iki tanesini cinsel organa, iki tanesini ayak tabanlarına batır. Her birini batırırken ‘onun vücudunu böyle iğneliyorum ki kimseyi değil de yalnız beni hatırlasın, beni düşünsün’ de.”
Bu alıntı, MS 3. yüzyılda yazıya geçirilmiş olan, uzun ve karmaşık bir aşk büyüsünden küçük ancak bir büyünün altında yatan yırtıcı tutkuyu açık şekilde gösteren bir parçadır. İnsan, kendisi dışında olan ve pek tanımadığı bir şeye karşı genel bir kaygı besler ve ardından o şeyi kontrol etme arzusunu içinde büyütür ki bu süreç, tarihin itici dinamiklerinden birini oluşturur.
Şeylerin düzenini anlamak, o düzeni kendi lehine çevirmeye çalışma çabası tarafından takip edilir. Bu noktada, büyünün tanımını kısaca “var olan somut bir gerçeği değiştirmek adına, belirli ritüeller aracılığıyla doğaüstü varlıkları zorlayarak ya da onlardan yardım isteyerek, bireyler ya da sınırlı gruplar tarafından gerçekleştirilen eylem ya da eylemler” şeklinde ortaya koymak uygun olur.
Roma Dünyası’nın uçsuz coğrafyasında, gece ve gündüz, evlerde, arenalarda, kavşaklarda ve mezarlıklarda, gerçeğin farklı bir hali için gökyüzüne ya da yeraltına yöneltilen yakarışları hâlâ duyarız.
Kavramlar ve Miras
Büyü, uygulama ve içerikte din ile bilim arasında bir yerdedir. Bununla birlikte, kendi temellerini olabildiğince eskiye dayandırmaya çalışırken dinden bile daha gelenekçi bir tavır sergiler, geçerliliğini de bu kökten alır.
Kadim bilginin kaynağının belirsizliği, ne kadar tanrısal olursa olsun, hemen her dönemde “çok eski zamanlarda, bazı insanların” doğanın, düzenin, yeryüzü ve gökyüzünün bilgeliğine ulaşmış olma ihtimali düşüncesiyle güdülenir.
Büyünün içeriği rastlantının sürekliliği ile kendini doğrular. Başarısız olmuş bir büyünün tekrar edilmesi, böyle bir eylemin içinde barındırdığı -ve dolayısıyla sonuca ulaşamamanın sorumluluğunun yükleneceği- kategorilerin fazlalığından ve geleneğe olan güvenden ileri gelir.
Büyünün değişimi kültürel dönüşümün gerisinde kalır ve bu da aynı amaca yönelen insan aklının “edimin ortaklığı” olgusunu yaratmasına neden olur.
Roma döneminin Akdeniz Havzası’nda, bazen izini MÖ 3. binyıla kadar takip edebildiğimiz, bazen de daha önce hiç karşılaşılmayan, birbirinden farklı bölgelere ait olsa bile içeriği açısından birbirlerine çok benzeyen büyü metinlerinin varlığının nedeni de budur.
Akdeniz Dünyası ve ilişkili olduğu etkin bölge, kültürel anlamda oldukça köklü bir yapıya sahiptir. Siyasi sınırlar değişse de gelişmiş ticaret bağlantıları, fiziki geçirgenliği ve göç dinamiği, söz konusu coğrafyada yaşamış olan halkların birbirini yoğun şekilde etkilemesine ve birbirleriyle kaynaşmasına neden olmuştur. Bu etki alanından nasibini alan olgulardan biri de büyüdür.
Akdeniz’de Roma egemenliği kurulduğu sırada, söz konusu coğrafyanın büyük kısmında, Hellen mirası, mevcut Ortadoğu kültürünün üzerine yerleşmiş, hatta onunla kaynaşmış durumdaydı.
Mısır, Mezopotamya, Anadolu, Suriye ve Levant bölgesi köklü bir büyü geleneğine sahipti. Büyü, Mısır ve Mezopotamya’da nispeten kurumsal bir niteliğe sahipti. Özellikle Mısır’ın büyü geleneği MS 5. yüzyıla kadar korunmuş bir şekilde aktarılmış, bu süre içinde Hellen, Roma ve Yahudi büyü geleneklerini derinden etkilemiş, bu yolla da sonraki dönemin uygulamaları içinde iz bırakmıştır.
Söz konusu toplumda, tıbbın gelişimiyle paralel olarak ilerleyen büyü uygulamaları, bizzat yönetici sınıf ve dinin kendisi tarafından da destek görmüştü.
Anadolu’da büyü kullanımının oldukça yaygın olduğu, özellikle Hitit döneminde bu uygulamalara karşı (Mısır’da olanın tersine) çıkan sert yasalardan anlaşılmaktadır.
“Kara büyü” denilen ve çok büyük ihtimalle bağlama, beddua, hırsızlık, bir kişinin canını alma ya da ona fiziksel olarak zarar verme amacıyla kullanılan büyülerin cezası doğrudan ölümdü.
Yahudiler arasında da durum bundan farklı değildi ki bu toplumda büyü, neredeyse Mısır’da olduğu kadar yaygındı. İran kültüründe ise din, büyüyü de içinde barındıracak şekilde gelişmişti.
Önce Medler, sonra da Perslerin batıya doğru ilerleyişi (MÖ 6.-4. yüzyıllar) ve bundan hemen sonra Aleksandros’un Doğu Seferi ve kurulan Hellenistik krallıklar (MÖ 4.-1. yüzyıllar) ile bölgenin tarihinde ciddi bir kırılma yaşandı.
Doğu ile Batı arasında hâlihazırda var olan ilişkiler, savaş ve işgaller, oluşturulan yeni kurumlar ve örgütlü ticaret, kültürel asimilasyon girişimleri ve isyanlarla en yoğun noktaya ulaştı.
Mageia ve Magos: Hellen Toplumunda Büyü
Büyü, Hellen toplumunda da önemli bir yere sahipti. Kirke, Medea, Pasiphe ve Hekate gibi büyücü ya da büyü gücüne sahip olan karakterler efsanelerde yer bulmuş, tragedyaların ve başka edebi eserlerin başrolleri olmuştur.
Kirke Okeanos’un kızı Perseis’ten doğmadır, bazı efsanelerde de Hekate’nin kızı olduğu anlatılır. Odysseus’un yolculuğu sırasında Kirke’nin yaşadığı Aiaie Adası’na varması, çıktığı av sırasında Kirke’nin eviyle karşılaşması ve kabul ettikleri davetten sonra olayların gelişimi, söz konusu toplumda yazılı olarak karşılaştığımız ilk büyü örneklerindendir:
“Onları iskemlelere, tahtalara oturttu,
Peynir, sarı bal ve arpa unu ezdi Pramnos şarabına
Sağrağa korkunç ilaçlar karıştırdı
Büsbütün unutsunlar diye baba toprağını.
Verdi onlara bu içkiyi, onlar da hemen diktiler,
Onlar diker dikmez içkiyi, Kirke hepsini değneğiyle vurdu
Ve kapattı yoldaşlarını domuz ağılına
Şimdi onlar tıpkı domuza benzemişlerdi
Başları ve sesleri, kılları ve gövdeleriyle,
Ama akıl vardı gene içlerinde, eskisi gibi.”
Hellen dilinde büyü ve doğaüstü güçlerle olan belirli biçimlerdeki ilişkileri karşılayan en kapsayıcı kelime mageia ve bunun uygulayıcısı olan kişiye verilen magos (çoğ. magoi) idi. Kelimenin kökeni Batı İran’da yaşayan ve “ateş rahibi” olarak bilinen Magi’ye dayanmaktaydı.
Bunun dışında goeteia (sihirbazlık) ve pharmakeia (şifacılık) gibi dar bir anlamı niteleyen tanımlar da bulunmakla birlikte, bunların hiçbiri büyücülük için bu kavram kadar kapsayıcı olmamıştır. Herodotos bunların kurban törenlerinde yer aldıklarından söz etmektedir.
Toplum içerisindeki konumlarının oldukça önemli olduğu, dinin onlar olmadan asla kurban kesimine izin verilmemesinden anlaşılmakta, kral ile savaşlara gittikleri de bilinmekteydi. Ksenephon bu topluluğu “tanrılarla ilgili her şeyin uzmanı” olarak tanımlamıştı.
Platon da Alkibiades diyaloğunda, genç Persler’in eğitmenlerinden bahsederken magoi biliminin aslında tanrılara tapınma olduğunu söyleyerek aynı kökeni vurgulamıştı.
Nihayetinde MÖ 5. yüzyıl ile birlikte mageia ve uygulayıcı magosa olumsuz bir anlam yüklenmeye başlandı.
MÖ 4. yüzyıla tarihlenen ve Thessalonika yakınlarındaki Derveni Mezarlığı’nda bulunan papirüsün altıncı sütununda bir magosun kötü ruhları sakinleştirmek için yazdığı büyülü sözler ve aynı amaç için gerçekleştirilecek olan bir ritüel tarifi bulunmaktadır.
Bu, söz konusu döneme gelindiğinde magosun artık rahip ile özdeşleştirilmediğini, “büyü eylemini gerçekleştiren kişi” olarak sahnede olduğunu göstermektedir.
O, insanların başına kötülükler getiren ruhların dilinden anlar, doğrudan yeraltı ile bağlantısı vardır ve onları sakinleştirmenin yolunu bilir. Bir noktada ruhları güder, onlara ve tanrılara çeşitli adaklar sunar.
Daha sonra Latinceye geçen bu terim, MÖ 3. yüzyıldan itibaren en yaygın kullanımına ulaşmıştır.
Ne isim verilirse verilsin, Hellen toplumu içinde büyünün önemli konumu, çağdaşı olan başka toplumların tanıklıklarında da kendini gösterir. Örneğin Yeni Assur Dönemine ait olan bir mektupta şu ifadeler yer almaktadır:
“Efendim kralımın Taraşi ve karısının küçümseyici yorumlarını dinlemek için Guzana’ya gönderdiği elçi hakkında.
Karısı, Zaza ve Taraşi’nin kendisinin canları bağışlanmadı….Onların kadınları ayı gökten yere indireceklerdi.”
Aristophanes’in Bulutlar komedyasında da Thesselialı büyücülerin adı geçer:
“Bir cadı kadın satın alacaktım, bir Thesselialı ve geceleyin ayı gökten yere indirecektim. Ardından onu yüz aynası gibi yuvarlak bir kutuya kapatıp orada saklayacaktım.”
Mitolojide ve tragedyalarda adı sıklıkla geçen, belki de tarihin en meşhur büyücüsü olan Medea’nın kendisi de Thesselia’da yaşamaktaydı.
Bunun dışında Horatius, Tibullus, Propertius, Ovidius, Seneca, Lucan, Valerius, Flaccus, Statius, Plinius ve Apuleius gibi pek çok Romalı yazar da Thesselialı kadınların büyülü güçlere sahip olduğu konusunda hemfikirdi.
Apuleius’un Metemorphosis eserinde başkahraman Lucius’un da eşeğe dönüşmesine neden olan kişi Thesselialı bir kadındı.
MÖ 5. yüzyıl sonlarına doğru, Atina ve diğer büyük Hellen yerleşimlerinde yazının yaygınlaşmasıyla büyü çeşitlerini net bir şekilde ayırabileceğimiz malzeme sayısı da artmıştır. Bu dönemde büyü hakkında bilgi veren en önemli derleme, Hippokratik bir sözlük niteliğinde olan De Marbo Sacro’dur.
Bu metin, Ion lehçesinde yazılmış ve Atina’ya aitmiş gibi görünse de muhtemelen tüm anakarada, hatta Ege’de uygulanan belli başlı büyüsel tedavi yöntemlerinden bahsetmekte ve tüm bu yöntemlere karşı olumsuz bir tutum sergilemektedir.
Derlemede epilepsi hastalığının tedavisi için büyüden medet ummanın bir noktada tanrılara hakaret olduğu ve aslında insanlar havayı, suyu, yıldızları kontrol ederken, onların hiçbir güce sahip olmadıklarını ima ettiğini, bu yüzden hastalıkların tıbbi yöntemlerle tedavi edilmesi gerektiğinden bahsedilmektedir.
MÖ 5. yüzyılda var olan bu tartışmanın günümüzde de devam etmesi, büyünün, muskacılığın ve şifacılığın, toplum içerisinde ne derece rağbet gördüğünü ve nesilden nesle bu bilincin nasıl aktarıldığının güzel bir örneğidir.
Hellen dünyasında, aynı diğer toplumlarda olduğu gibi, en fazla uygulanan büyü çeşidi aşk ve bağlama büyüleridir. Euripides’in Hippolytus’unda aşk hastalığından dolayı üç gün yataklara düşen Phaedra’ya şu soru yöneltilir:
Siz, prenses, Hekate’nin ya da Pan’ın ya da kutsal Korybantes’in ya da Dağ’ın Anası’nın kontrolünde misiniz? Ya da Diktyma’ya yanmamış kutsal yiyecek adamadınız da mı böyle eriyip bitiyorsunuz?”
Bir aşk büyüsü aynı zamanda bağlama büyüsü olabilirdi. Bunun örnekleriyle daha sonraki dönemde sıkça karşılaşılır ancak bir bağlama büyüsü sadece aşk için de kullanılmayabilirdi. Atina’da ele geçen ve MÖ 3. yüzyıla tarihlenen bir kurşun levhada hasmının işlerini engellemeye çalışan birinin çabası görülür:
Ağ örücü işaretli köle Kittos’u ve onun işini ve onun iş yerini; ağ örücü Euphrosyne ve onun işini ve onun iş yerini bağlıyorum.”
Carmen’den Magia’ya: Roma ve Birleşen Akdeniz’de Büyü
Hellenler için olduğu gibi Romalılar için de büyü olumsuz bir eylemdi. Latincede “büyü” anlamını karşılayan magia kelimesi Hellen dilinden geçmiş ancak uzun bir süre Perslerle olan ilişkisi ile akıllarda tutulmuştur.
Bununla birlikte carmen ve excantare “büyü” anlamını karşılayan özgün Latince kelimelerdir. Bu iki kelimenin On İki Levha Kanunları’nda yer aldığını Plinius ve Seneca’nın aktarımlarından biliyoruz.
Bunlara göre, kanunlar arasında kimsenin komşusunun hasadını büyü ile alamayacağı gibi açık bir ifade vardı ki bu da bize daha erken dönemlerde dahi büyünün Romalılar arasında yasaklandığını göstermekteydi.
Sonraki dönemde de büyüye karşı olan kurumsal tavırda herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen, özellikle MÖ 2.-1. yüzyıllar arasında ve MS 2.-3. yüzyıllar arasında coğrafyanın tamamında büyü uygulamalarında ciddi bir artış görüldü.
Bu tarihlerin, tam da bölgedeki ekonomik ve politik düzenin bozulduğu tarihler olması rastlantı değildir. Gerçeklik dayanılmaz bir hal aldığında, çareyi gerçek ötesinde aramaktan çekinmemiştir toplumlar.
Augustus iktidarında, sadece Roma’daki 2000 büyü kitabının imha edildiğini biliyoruz. Yine İncil’in Elçilerin İşleri kısmında Ephesos’taki pek çok büyü kitabının yakıldığından bahsedilmektedir.
Özellikle kriz dönemlerinde, dinsel uygulamalarda bir takım deformasyonların ortaya çıktığı bilinmektedir. Böyle dönemlerde dinler içinden başka dinler ortaya çıkar, efsaneler türer ve kurtuluş vaat eden öğretilerin sayısı artar.
Makedonya İmparatorluğu’nun parçalanması ve ardıllar arasında çıkan savaşların yanı sıra, MÖ 1.yüzyılda, önce Caesar ve Pompeius, ardından Augustus ve Marcus Antonius arasında gerçekleşen iç savaşların toplumu oldukça olumsuz etkilediğini düşünmek zor değildir.
MS 1. yüzyıldaki istikrar döneminde büyü uygulamalarında azalma görülmüş ancak MS 2. yüzyılın sonlarından itibaren ekonomik krizler, iç çatışmalar, siyasi istikrarsızlık ve imparatorluk sınırlarına gerçekleştirilen çeşitli yağma akınları toplumun yine bu tür uygulamalara yönelmesini teşvik etmiştir.
Bu durum Hıristiyan doktrinin tüm imparatorlukta statü kazanmasına kadar sürmüştür. Büyüye karşı alınan sert önlemler, büyücülerin ya da Yeni-Pythagorasçılık ve Yeni-Platonculuk gibi, içinde yoğun şekilde ezoterizm bulunan öğretilerin müritlerini de yeraltına çekilmeye zorlamıştır. Şu an elimizde bulunan büyü külliyatının çoğunu işte bu gruplara borçluyuz.
Özellikle Doğu Akdeniz çevresinde ele geçen büyü papirüsleri büyük bir kültür hazinesidir. MS 2-4. yüzyıllar arasına tarihlenen bu metinler, tüm Akdeniz ve Ortadoğu’nun toplumsal belleğini yansıtır.
Bununla birlikte, bu büyü metinlerinin içeriği yıllar içerisinde gerçekleşmiş bir kültürel kaynaşmayı gösterir. Mezopotamya, Anadolu, Mısır, Hellen ve Roma kültürü, Yahudi kültürü, Suriye, Kuzey Arabistan ve Kuzey Afrika dinsel ve ritüel unsurlarını aynı anda içinde barındırır.
Söz konusu dönemde –ve hatta daha öncesinde- bu coğrafyada yaşayan insanların günlük yaşamı, kaygıları ve hatta dönemin ekonomik yapısı hakkında ciddi bilgiler verir. Kullanılan malzemelerin ortaya çıkardığı ticari ağ bir yana, bu dönemde kehanet ve şans büyülerinde ciddi bir artış gözlemlenmesi bir yandan da ekonomik buhranın halk içindeki yansımalarını gösterir.
Bunlarla birlikte büyü ritüellerinin nasıl ve hangi şartlar altında uygulandığı bilgisinin büyük kısmı da bu kaynaktan edinilmiştir.
Bir büyüyü gerçekleştirirken, o büyünün gerekliliklerini eksiksiz bir şekilde yerine getirmek oldukça önemlidir. Büyünün kadim kurallara uygun bir şekilde yapılmasına özen gösterilir.
Bu da büyünün ritüel içindeki bileşenlerini sağlamakla gerçekleştirilebilir. Bu bileşenlerin en önemlileri de büyünün gerçekleştirileceği zaman ve mekândır.
Şafak Vakti Bir Mezarın Başında: Büyü Ritüellerinde Zaman ve Mekân
Büyünün ne zaman gerçekleştirileceği çok önemliydi ve bunun için büyücüler çeşitli yıldız haritaları (zodiac) kullanmaktaydı. Bununla birlikte belirli ay ve saatler için hazırlanmış şemalar bulunmaktaydı.
Bir diğer büyüsel zaman hesaplama yöntemi de ayın hareketleriydi. Mısır’da ele geçen büyü papirüslerinden birinde ayın burçlara göre konumları ve bu dönemlerde gerçekleştirilecek büyüler sıralanmıştır.
Bir kısmı tahrip olmuş metne göre, ay başak takımyıldızındayken tüm büyüler gerçekleştirilebilmektedir ve özellikle kâse ile yapılan (Anadolu’da yaygın olan su falı gibi) kehanet büyüsü, tam bu zamanda gerçekleştirilirse başarıya ulaşma şansı büyüktür.
Ay yengeç takımyıldızındayken ise arabuluculuk ve kehanet büyülerinin başarılı bir şekilde yapılabileceğinden bahsetmektedir. Bir başka metinde ayın ekseni teraziyle kesiştiğinde ölülerle irtibata geçilebileceğini, yay takımyıldızındayken kehanet için erginlenme töreninin gerçekleştirileceği de belirtilmektedir.
Yine bu metinde ay, akrep takımyıldızındayken kötü amaçlı büyülerin, kovadayken ise aşk büyülerinin yapılacağı yazmaktadır.
Yine ay hesabına dayanan bir metinde ayın 1, 4, 5, 14, 19, 20, 23 ve 24. günleri şafak vakti, 11, 21, 22, 26 ve 30. günleri öğleden sonra, 18. gününde hem şafak vaktinde hem öğleden sonra, 2. ve 7. günlerinde öğle vakti, 8, 10, 12, 13, 15, 27, 28, 29. günleri ise tüm gün boyunca kehanet büyüsü gerçekleştirilebilirken, 3, 6, 9, 16, 17, 25. günlerde bu büyünün gerçekleştirilemez olduğu belirtilmiştir.
Oldukça ilginç olan bir başka metinde ise 53. yılın 9. ayından başlayarak hangi tanrının hangi dönemlerde aktif olduğu ve bunlardan hangilerinin yararlı dönemler olduğundan bahsedilmektedir.
Söz konusu tarihten sonraki 20 ay Hermes’indir, 55. yılın 5. ayından itibaren Aphrodite’nin dönemi başlar, bu dönemde aşk ve intikam büyüleri verimli bir şekilde yapılabilir. Bu dönem sekiz ay sürer ve 56. yılın 1. ayından itibaren Helios’un dönemi başlar, bu dönem ise kehanet büyüleri için verimlidir.
Karmaşık hesaplamalardan bağımsız, daha basit zaman belirlemeleri de vardı. Örneğin kehanet büyüleri genellikle şafak sökmeden hemen önce, aşk ve bağlama büyüleri ise gece yarıları gerçekleştirilirdi.
Bununla birlikte, büyülerin türüne göre ritüelin süresi de değişirdi, birkaç saat içinde yapılan büyüler olduğu gibi bir hafta ya da on gün süren büyüler de bulunmaktaydı.
Büyü ritüellerinin gerçekleştirileceği mekânlar da çeşitlilik göstermektedir ancak ortak noktaları genellikle ıssız, kutsal ve büyüsel güçler barındırdığına inanılan “sıra dışı” yerler olmasıdır.
Ritüel yerlerinin başında mezarlıklar ve kitlesel ölümlerin gerçekleştiği mahaller gelmektedir. Bunun en önemli nedeni, bir ölünün bulunduğu ya da ölüm olaylarının gerçekleştiği yerlerin yeraltı ile iletişime geçilebilecek en uygun yerler olduğunun düşünülmesiydi.
Özellikle bağlama ve aşk büyülerinin böyle alanlarda yapıldığını da elimizdeki metinlerden anlamaktayız:
“Ve bir kurşun levha al, aynı büyüyü yapıp onu oku. Kurşun levhaya “ABRASAKS, onu hızlıca al!” diyerek 365 düğüm attıktan sonra, sargıdan aldığın iplik ile yaptığın kilden figürleri bağla. Zamansız ya da vahşice ölmüş birinin mezarının yanında, şafak vaktinde, mevsim çiçeklerinin yanına yerleştir.”
Bir aşk büyüsü ise yine buna benzer bir mekânla ilişkilidir:
“Yediğin ekmeğin küçük bir kısmını bırak, onu sekiz küçük parçaya böl ve kahramanların, gladyatörlerin ya da insanların vahşice öldürüldüğü bir yere git. Büyüyü ekmek parçalarına oku ve onları fırlat.
Ardından ritüeli gerçekleştirdiğin yerden biraz kum al ve onu kadının evinin içine fırlat.”
Bunun dışında odada, eşikte, damda, ormanlık alanlarda, kavşaklarda gerçekleştirilen çeşitli büyüler de bulunmaktadır.
Tüm bu hassas zaman ve mekan sınırlamalarına bakıldığında büyü ritüellerinin ne kadar titizlikle gerçekleştirildiği de düşünülebilir. Bunlar ritüelin ön şartlarıdır, bir de ritüelin kendisini oluşturan bileşenler vardır.
Bunlar yazı, yani büyü metni ya da ilahisi, metnin içindeki kutsal sesler ya da gelenekten gelen kutsal isimler ile malzemelerdir.
Defne ve Kil: Büyü Ritüellerinde Kullanılan Malzemeler
Büyü ritüellerinde kullanılan malzemeler geniş ölçüde bir çeşitlilik göstermektedir. Bunlar genellikle bitki ya da hayvanlardan alınan parçalar veya bunlardan üretilen başka ürünlerdir.
Değerli taşlar, kumaş parçaları, kil, toprak gibi inorganik maddelerin isimleri de büyü metinlerinde geçmektedir.
Örneğin Apollon ve Helios’un isimlerinin sıkça anıldığı kehanet büyülerinin çoğunda defne ağacının filizi ya da dalları kullanılmıştır. Bunun nedeni bu bitkinin bu tanrılarla özdeşleştirilmesidir:
“Yedi yapraklı bir defne filizini al ve onu gökyüzündeki ve yeraltındaki tanrıları çağırmak için sağ elinde tut.”
Örneğin pelin otu bitkisi de ağırlıklı olarak hafıza, kehanet ve intikam büyülerinde kullanılmıştır. Mürekkep yapımının yanı sıra buhur olarak kullanılan mür özü de metinlerde sıkça geçmektedir.
Bilindiği üzere bu bitkinin Adonis mitosuyla da yakından bir ilişkisi vardır. Zeytin ve zeytinyağı da büyü metinlerinde sıkça görülen malzemeler arasındadır.
Mersin ağacı, hurma, şakayık, zambak, gül, pelesenk otu, opal, su teresi, sığırdili, dut, susam bitkileri, özel olarak Karia inciri, diğerleri kadar yaygın olmasa da büyü ritüellerinde kullanılmıştır.
Hayvanlar ve hayvansal ürünler de bu ritüellerde yoğun bir şekilde yer almaktaydı. Mısır mitolojisinde önemli bir yeri olan ve Güneş-Tanrı Kephri’nin sembolü olarak karşımıza çıkan bok-böceği (scarabaeidae) kehanet büyülerinde, özellikle bu tanrıyla eş tutulan Helios ve Apollon’un geçtiği metinlerde oldukça sık kullanılmıştır.
Ritüellerde sıkça kullanılan şahin (doğan ya da atmaca olarak da geçer), yine güneş kökenli tanrılarla özdeşleştirilmiş ve hemen her türlü büyüde kullanılmıştır.
Bu hayvanın özellikle başı, yine Mısır mitolojisi ile ilişkili olarak uygulamalarda yerini bulmuştur. Bunların dışında kurbağa, baykuş, horoz gibi çeşitli hayvanların uzuvları ve sütünün yanı sıra bal da ritüellerde kullanılan malzemeler arasındadır.
Kilden biçimlendirilmiş figürler ve kandiller de büyünün önemli unsurlarıydı. Günümüzde voodoo olarak da popüler olan, büyünün yapılacağı kişinin kuklasını ya da sembolik bir figürünü yapıp, onun üzerinde büyü işlemini gerçekleştirme uygulaması antik dönemde de oldukça yaygındı.
Yazının girişinde verilen alıntı da böyle bir büyü uygulamasına aittir. Büyüyü uygulayan kişi, metal ya da kemikten yapılmış olan iğneleri kilden şekillendirilmiş figüre batırır ve böylece büyünün yapıldığı kişi üzerinde istenilen sonucun yaratılması beklenir.
Bazen bu figürler Ares ve Aphrodite gibi ünlü mitolojik karakterler olarak da karşımıza çıkar:
“Bir çömlekçinin çarkından balmumu ya da kil al ve bir erkek bir kadın olmak üzere iki figür yap.
Erkeği Ares biçiminde tamamen zırhlanmış biçimde, sol elinde bir kılıç tutarken ve kadının boynunun sağ tarafına saplamak için tehdit edermiş gibi işle ve kadın figürü sırtında ve dizlerinin altından zırh kuşanmış olarak şekillendir.”
Kandil de özellikle kehanet büyülerinde yer alan önemli bir ritüel malzemesidir. Bu tür büyülerde yakılan kandile –genellikle- büyülü sözler söylenir ve kehaneti taşıyacak bir kutsal varlığın gelmesi istenir.
Bu köklü gelenek, sonraki dönemde Binbir Gece Masalları gibi halk hikâyeleri içerisinde de yerini bulmuştur (bkz. Alaaddin’in Sihirli Lambası).
İnce, kurşun ya da altından ince levhalara yazılmış muskalar, üzerinde çeşitli tılsımların bulunduğu madalyonlar, çeşitli figürlerin işlendiği papirüs parçaları da bizzat malzeme olarak kullanılmaktaydı.
Aslına bakılırsa yazının kendisi doğrudan tılsımlıdır. Büyü metinlerinin bazıları çeşitli uyarılarla başlar. Metnin saklanması, korunması, görmesi gereken muamele hakkında pek çok direktif verilmiştir.
Çok sade, birkaç cümlelik büyülerin yanında, sayfalarca süren, ilahilerle bezeli büyü uygulamaları da bulunmaktadır.
Evrensel Dil: Kaygı ve Arzu
Bazı bilim insanları büyü uygulamalarının dinden daha önce başladığını öne sürmektedir. Yorumun spekülasyona açık tarafı bir yana, insanın doğa ve doğaüstü ile olan ilişkisini ifade eden tüm alanların hemen hemen aynı zamanlarda ortaya çıkmaya başladığını düşünmek de mantık dışı olmaz.
İnsan, hem doğada hem de bu doğaya içkin olarak yarattığı toplumda, kendi zamanının başlangıcından beri ciddi engellerle karşılaşmıştır.
Bu engellerin bazıları insanların hayatta kalması için sağlamak zorunda olduğu gerekliliklerle birlikte ortaya çıkmıştır, bazıları ise doğasına özgü olan hırs ve arzuların yarattığı amaçlara ulaşma isteği ile. Büyü bu ikisinden de beslenmiştir.
Kaygıların ve yaşamdaki belirsizliğin bitimsizliğine karşılık, insanın doğayı kontrol altında tutmak istemesi, hem ilerleme azminin hem de acizliğinin bir göstergesi olarak büyü uygulamalarında biçim bulmuştur.
En başlarda avın başarılı geçmesi, ekinin iyi olması, yağmurun yağması, soğukların gitmesi gibi nedenlerle tanrıları ya da ruhları etkilemek (belki de onları zorlamak) için gerçekleştirilen bu ritüeller, zaman içerisinde iyiden iyiye bireysel hale gelmiş ve bireysel ihtiyaçları karşılamak adına da sıklıkla kullanılmıştır.
Aşk, intikam, güzellik, seks, kehanet, şans büyüleri ile baş ağrısı, dalgaları dindirme, depremleri önleme ve yangınları söndürme büyüleri ile aynı anda gerçekleştirilmiştir.
Büyü uygulamaları Ortodoks dinlerin örgütsel ve resmi yapısı içinde barınamamıştır. Büyü, birey ve toplumların birbirine çok benzer olan kaygılarını, korkularını ve arzularını sergiler; yani insan doğasının temelini, ortak biçimini.
Bir caddede, bir sokakta, meclislerde, okullarda, kürsülerde ve okul sıralarında hepimizi eşitleyen bu doğa, daha uzun ve daha iyi yaşamak, bir güzelliği elde etmek ya da sadece yok etmek adına tanrılara seslenmek ve onları zorlamak için orada bir yerde süresiz beklemektedir.