Arab News: İsrail'in Lübnan'ı işgali Türkiye için nasıl bir risk oluşturuyor?
Türkiye, sadece bölgesel istikrara yönelik değil, savaşın geniş kapsamlı sonuçlarına yönelik kaygıları da taşıyor! Peki İsrail'in Lübnan'ı işgali Türkiye için nasıl bir risk oluşturuyor?
Suudi Arabistan merkezli yayın organlarından Arab News'de, İsrail'in Lübnan saldırılarının ve olası geniş çaplı işgalinin hem bölgesel hem de Türkiye açısından ne gibi sonuçlar doğuracığının değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Türkiye'den yapılan açıklamaların sadece bölgesel istikrara yönelik kaygıları değil, savaşın daha geniş kapsamlı sonuçlarına yönelik kaygıları da yansıttığı belirtilen analizde, İsrail'in “vadedilmiş topraklar” söylemlerinin de Türkiye'nin endişelerini arttırdığı kaydedildi.
Analizde ayrıca; Ankara'nın şu ana kadar diplomatik tonunu koruduğu ancak İsrail'in Lübnan'daki saldırılarını önemli ölçüde tırmandırması halinde bu durumun değiştirebileceği tespiti yapıldı.
İşte Arab News'de yayınlanan analiz:
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın geçen hafta “İsrail'in bir sonraki hedefinin Türkiye olduğunu” söylemesi, Gazze'de savaşın başlamasının birinci yıldönümüne yaklaşırken söylemde önemli bir değişikliğe işaret ediyor.
Türkiye, İsrail'in saldırganlığını sürekli olarak bölgesel barışı tehlikeye atmak olarak nitelendirirken, bunu Türkiye'nin kendisine yönelik doğrudan bir tehdit olarak çerçevelemek kayda değer bir gelişmedir.
Türkiye'nin jeopolitik konumu, özellikle İran'ın İsrail'in eylemlerine verdiği askeri karşılıklar ışığında, kaçınılmaz olarak Gazze'deki çatışmayla yakından ilişkilidir.
Türkiye'den yapılan açıklamalar sadece bölgesel istikrara yönelik kaygıları değil, savaşın daha geniş kapsamlı sonuçlarına yönelik kaygıları da yansıtıyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Numan Kurtulmuş da Erdoğan ile benzer duyguları dile getirirken, bazı gazeteciler ve politika yapıcılar da İsrail'in Türkiye'ye yönelik tehdidinin altını çizdi.
Tevrat'ta sözü edilen Büyük İsrail ya da “vaat edilmiş topraklar” Lübnan, Suriye, Irak, Mısır, Ürdün, İran, Kuveyt ve Türkiye'nin tamamını ya da bir kısmını kapsamaktadır.
Bu tehdit algısı, The Jerusalem Post'ta özellikle Lübnan'a atıfta bulunan tartışmalı bir makale ile körüklenmiştir. Makale büyük tepkiler üzerine silinmiş olsa da sosyal medyada hararetli tartışmalara yol açmış, eleştirmenler yayını dini kisveler altında yayılmacı ideolojileri desteklemekle suçlamıştır.
Bu olay şüphesiz Türkiye'nin endişelerini de arttırmıştır.
Bununla birlikte, Türk politika yapıcıların İsrail'e daha az, ABD'ye daha çok mesaj gönderdiği görülüyor. Bir NATO üyesi olarak Türkiye'nin İsrail için doğrudan bir askeri hedef olması pek olası değil, ancak ABD'nin İsrail'e verdiği sarsılmaz destek Ankara için gerçek bir endişe kaynağı.
Geçen hafta İran'ın İsrail'e yönelik füze saldırısının ardından Türkiye temkinli davranırken, Başkan Joe Biden'ın ABD'nin İsrail'e yeni saldırılara karşı savunmada yardımcı olacağı sözünden sonra özellikle endişelendi. İsrail'in Lübnan'a saldırısı sürpriz olmasa da, yoğunluğu Ankara'da endişe yaratmaya başladı.
Türkiye'nin Lübnan'daki angajmanı daha geniş bir Orta Doğu stratejisini yansıtmaktadır.
Türkiye'nin Lübnan'daki faaliyetlerinin İran'ın etkisine karşı koymayı amaçladığına dair yaygın bir kanı olsa da, bir başka motivasyonun da doğrudan İsrail'e karşı koymak olduğu görülüyor.
On yıllardır Lübnan'da aktif olarak çok boyutlu bir dış politika izleyen Türkiye, bir yandan insani yardım ve kalkınma yoluyla nüfuzunu güçlendirmeye çalışırken diğer yandan da ülkenin toprak bütünlüğünü destekliyor.
Türkiye'nin insani yardım politikasının bir parçası olarak yüzlerce Lübnan vatandaşı İsrail'in hava saldırılarından kaçarak İstanbul'a geldi.
Erdoğan, Lübnan'a yönelik bir kara harekâtının sonuçlarının İsrail'in önceki işgallerinden önemli ölçüde farklı olacağı uyarısında bulundu ve Türkiye'nin Lübnan'ın yanında duracağını ve tüm imkânlarıyla destekleyeceğini söyledi.
Bu durum Türkiye'nin asker göndermeyi düşünebileceğine dair beklentileri arttırdı.
Türk askerleri, İsrail'in Lübnan'dan çekildiği 1978 yılında kurulan BM geçici gücünün bir parçası olarak zaten Lübnan'da konuşlanmış durumda. Barışı koruma gücünün güvenliği sağlaması ve Lübnan hükümetinin otoritesini yeniden inşa etmesine yardımcı olması amaçlanıyor.
Bu gücün bir tampon oluşturması gerekiyordu ancak bugün bunun yeterli olmadığı kanıtlanıyor. Dahası İsrail, uluslararası hukuku hiçe sayarak BM personelini hedef almaktan çekinmedi.
Ancak Türkiye'nin BM gücü içindeki varlığı İsrail'in askeri harekatını caydırabilir.
İsrail'in Lübnan'daki askeri operasyonlarını tırmandırması, bölgedeki güç dengesini önemli ölçüde değiştirebilir ve çatışma dinamiklerini daha da karmaşık hale getirebilir. Bu durum Suriye ve İran'ı da içine çekebilir.
Her ne kadar Türkiye'nin Lübnan'daki doğrudan yatırımları küçük olsa da, Ankara'daki yetkililer İsrail ve Hizbullah arasındaki bir savaşın geniş çaplı bir krizi tetikleyebileceğinden ve Türkiye'nin çeşitli ülkelerdeki çıkarlarını olumsuz etkileyebileceğinden endişe ediyor.
İsrail'in Lübnan'a yönelik yeni saldırılarının geniş çaplı sonuçları olabileceği korkusu Ankara'nın jeopolitik stratejisini etkiliyor.Politika yapıcılar sadece Lübnan'a yönelik acil sonuçlardan değil, aynı zamanda Türkiye'nin bölgedeki çıkarlarını etkileyebilecek daha büyük bir çatışma potansiyelinden de endişe duyuyor.
Bu bağlamda Türkiye, kendisini Lübnan'ın egemenliği ve istikrarının destekçisi olarak konumlandırarak bölgesel duruşunu güçlendirmeyi ve çatışmanın daha da tırmanmasını önlemek için ABD ve İsrail'in diğer müttefiklerine önemli bir mesaj göndermeyi amaçlıyor.
Her ne kadar Ankara şu ana kadar diplomatik tonunu korumuş olsa da İsrail'in Lübnan'daki saldırılarını önemli ölçüde tırmandırması durumu değiştirebilir.
Şimdi soru şu: Türkiye, tarihi sorumlulukları göz önüne alındığında, askerlerinin güvenliğini sağlarken ve savaşa doğrudan müdahil olmaktan kaçınırken, sadece varlığını sürdürerek bölgede daha fazla çatışmanın önlenmesine yardımcı olabilir mi?